20 Mayıs 2015 Çarşamba

VİCDAN ÎMÂN-IN YERİNİ TUTAR MI----CAHİLİYE DEVRİNDE ÖLDÜRÜLEN KIZ ÇOCUKLARI---TÂRIK B. ZİYÂD---


VİCDAN ÎMÂN-IN YERİNİ TUTAR MI?

Hayır, çünkü Vicdan Îmân-In yerini tutsaydı Müslüman olmadan önce diri diri çocuklarını toprağa gömen sahâbîler vardı... (Kays b. Âsım)

 

Oysa MÜSLÜMAN olduktan sonra o yaptıkları dehşeti hatırlamak bile istemediler... İsrâîl, Amerika, Avrupa, Çin ve Rusya-lılarda şu anda vicdan mevcut olduğu halde bu kadar zulmü, ahlâksızlık ve vahşeti yapıp bütün insanlığı sömüre biliyorlar...

 

ÇÂRE: İSLÂM…

 

MİSALLER: Asr-ı Saâdet Devri, Selçuklu ve Osmanlı Dönemleri…

 
VİCDAN ÎMÂN-IN YERİNİ ASLÂ TUTAMAZ!..
 


HZ. ÖMER KIZINI DİRİ DİRİ TOPRAĞA GÖMMÜŞ MÜDÜR? TEK KELİMEYLE HAYIR!

Hz. Ömer'in İslam öncesi hayatı hakkında anlatılan en önemli hadiselerden biri onun kızını diri diri toprağa gömmesi olayıdır. Bu bilgiye delil olarak Hz. Ömer'den şu cümle nakledilmektedir: “Cahiliye devrinde yaptığımız iki şey vardı ki bunlardan birini hatırladıkça güler, diğerini hatırladıkça ağlarım. Helvadan put yapıp tapar, acıktığımızda yerdik. Bunu hatırladıkça gülerim. Ağladığım şey ise kızlarımızı diri diri toprağa gömmemizdir.” 
Bu ifadede Hz. Ömer’in kızını toprağa gömdüğü değil, o dönemde kızların diri diri gömüldüğü anlatılmaktadır. Ayrıca Hz. Ömer'e ait olduğu ifade edilen bu cümle, hiç bir tarihî kaynakta mevcut değildir.
Aslında Hz. Ömer'in kızını diri diri gömmüş olması mümkün değildir.  Zira Hz. Ömer müslüman olmadan önce üç evlilik yapmış, bu evliliklerden dört erkek ve bir kız çocuğu olmuştur.  Hz. Ömer'in bu tek kızı, en büyük çocuğu olan ve İslam’dan beş sene evvel doğan, Hz. Hafsa'dır. Hz. Hafsa Sevgili Peygamberimizin hanımı olmakla şereflenmiş, müminlerin annesi olmuştur. Hz. Ömer'in diğer kızları ise kendisinin Müslüman oluşundan sonra doğmuşlardır.
İlk dönem kaynaklarında mevcut olmayan yukarıdaki cümle sonradan uydurulmuş ve maalesef üzerinde araştırma yapılmaksızın kesin bir bilgi gibi anlatılagelmiştir.
http://www.siyerinebi.com/tr/siyer-i-nebi/hz-omer-kizini-diri-diri-topraga-gommus-mudur?
Cahiliye Devrinde Öldürülen Kız Çocukları
İslamiyet gelmezden önce “cahiliye” devrinde Araplar, kız çocuklarını diri diri sıcak kumlara gömerek öldürüyorlardı.Bunun sebebi ise, büyüyüp evlendiği zaman iffetlerinin izalesi düşüncesi idi. Yüce dinimiz İslam; “eski cahiliye adetlerini” kaldırmıştır.
 
insanlığa değerini iade etmiş, kadınlara da haklarını iade etmiş ve erkek kadın arasındaki eşitliği sağlamıştır.
 
Bir cinsin, diğer cinsten üstünlüğü yoktur. Çünkü hanımlar, neslin bahçesidir. Bu sebepledirki dinimiz İslam, kadına değer vermiştir. Peygamberimiz (S.A.V) hanımlara nasıl davranılacağı hususunda örneğimizdir. O, hanımlarını asla incitmemiştir. Ümmetinede hanımlara iyi davranılması hususunda gerekli tavsiyelerde bulunmuşlardır.
 
Yüce kitabımız Kur’anı Kerim, cahiliye devrinde kız çocuklarını diri diri kuma gömenlere nasıl hitap ediyor:
 
“Onlardan birine Rahman olan Allah’a isnat ettikleri bir kız evlâd müjdelense içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilirdi. ” (Zuhruf, 43/17),
 
“Diri diri toprağa gömülen kız çocuğunun hangi suçla öldürüldüğü sorulduğu zaman…” (Tekvir, 81/8-9)
 
“Ortak koştukları Şeyler müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi süslü gösterirdi. “(En’âm, 6/137)
 
Tefsircilerin yazdıklarına göre; “cahiliyye Araplarında bu çirkin âdet yaygındı ve bunun türlü türlü tezahürleri vardı. Kimisi kızlar yüzünden bir utanç duymak korkusuyla, kimisi parasızlık ve besleyememek korkusuyla, kimisi de melekler Allah’ın kızlarıdır, dediklerinden dolayı kızlarını da meleklere katmak üzere, Allah’a daha layıktırlar diye kız çocuklarının canına kıyarlardı.”
 
      Şayet bir kadın bir bebek bekliyorsa, doğum sancıları başladığında çöle götürülüp kendisine o haliyle bir çukur kazdırılırdı. Sonrasında orada doğum yapması beklenilir ve şayet bebek kız ise o çukura diri diri gömülerek doğan kız çocuğundan kimse haberdar olmadan öldürülürdü.
 
Sonradan müslüman olup bütün bir ömür yaptıklarının pişmanlığıyla kahrolan Temim kabilesinden “Kays b. Asım” tam 8 kız çocuğunu bu şekilde gömdüğünü söylemektedir.
 
       Batılılarada baktığımızda yakın yüzyıllara kadar onlarda da kadının insan mı hayvan mı olduğunu kendi aralarında tartışan, özel günlerinde oturdukları minderleri yakan, yedikleri kapları lanetleyen bir tablo çıkıyor karşımıza.
 
      Dinimiz İslam, kadına bu kadar değer verirken Avrupalıların ve bazı kesimlerin kadını hala araç olarak kullanmasınıda kendime sindiremiyorum. Kadınlarımız, Allah’ın insanlığa en büyük armağanı ve emanetidir. Çocuklarımızın anneleridir. Neslimizin geleceğidir. Çıplak fotoğraflarını çarşaf çarşaf ekranlara ve gazete manşetlerine taşıyanlar utanmalıdır. Dinimiz İslam, kadınların çalışmasında bir ölçü getirmemiştir. Bir kadın, siyasetçi, ordu mensubu, polis, tabip, bakan ve tüm mesleklerde çalışabilir.
 
Asrı saadete bir baktığımızda, sahabe hanımlarının da savaşlarda kocaları yanında yeraldıklarını, yaralıların yaralarını sardıklarını, susuzlara su taşıdıklarını görmekteyiz. İslam dini fitne çıkaranlara karşıdır. Kadını maişet aracı olarak kullananlara karşıdır. Kadından rant sağlayanlara karşıdır. Yaratanımız kadını, mukaddes bir varlık olarak yaratmış, Peygamberimizde”Sizin en hayırlınız, eşlerine hanımlara güzel davranandır,” diyerek insanlığa örnek olmuşlardır.
İşte İslam, işte medeniyet….!
 
Rabia MEV’ÛDE* dursun Ali Erzincanlı şiiridir. Dursun Ali Erzincanlının yorumu ise zaten tartışılamayacak kadar güzeldir.
 
Rabia MEV’ÛDE; küçükken diri olarak gömülüp öldürülen kızcağız demektir ki, ve’d kökünden türetilmiştir. Ve’d aslında evd gibi ağır basmak manasıyla ilgili olup cahiliye Araplarının kız çocuklarını diri diri toprağa gömme şeklindeki âdi âdetlerine denilir. Tefsircilerin yazdıklarına göre cahiliye Araplarında bu çirkin âdet yaygın idi ve bunu türlü türlü yaparlardı. Kimisi kızlar yüzünden bir ar gelmek korkusuyla yapar, kimisi parasızlık ve besleyememek korkusuyla yapar, kimisi de melekler Allah’ın kızlarıdır, dediklerinden dolayı kızlarını da meleklere katmak üzere, Allah’a daha layıktırlar diye yaparlardı. Alûsî’nin yazdığına göre, bir değil birçok kişi şöyle demiştir:
 
Bir adamın bir kızı doğduğu vakit öldürmeyip, hayatta bırakmak istediği zaman ona yünden veya kıldan bir cübbe giydirir, çölde koyun veya deve güttürürdü. Öldürmek istediği takdirde de bırakır, altı yaşlarına doğru gelince anasına, “bunu temizle, süsle, hısımlarına gezmeğe götüreceğim” der, oysa çölde bir kuyu kazmıştır, onu oraya götürür, “bak şunun içine” der, sonra arkasından iter ve üzerine toprağı yığar, kuyuyu yerle dümdüz edene kadar örterdi. Bir de gebe kadın, vakti yaklaştığı zaman bir kuyu kazar, ağrısı tutunca başına gider, kız doğurursa kuyunun içine atar, oğlan doğurursa alıkoyardı, denilmiştir. Kâmus Şârihi der ki: Cahiliye devrinde Araplar kız çocuklarını açlık veya ar gelme korkusundan kabre gömerdi. Bazıları açlık korkusundan erkek çocuğunu dahi gömerdi. “Diri diri toprağa gömülen kıza sorulduğunda” âyeti bu konuyla ilgili olarak inmiştir.
 
Rabia MEV’ÛDE*
I.
En sondan bir önce, annemin elleri okşamıştı uzun saçlarımı. Bütün kirlerinden arındırmış, ipek gibi taramıştı. Öyle büyük bir kuvvetle atmıştı ki örgünün ilmeklerini, saç diplerimde bıraktığı sızı hala taptaze… Annemin gözlerinde donup kalmış hayallerimizin solgunluğu, sessizce dokunmuştu yüreğime. Sanki bana bir şeyler anlatmayı diliyordu. Ve o an, belki de hayatta en çok isteyebileceği bir şeydi bu. “Olmadı” deyip, saçlarımı her defasında yavaşça, incitmeden çözüşü ve yine, yeniden örmeye başlaması, zamandan birkaç dakika daha koparabileceğini düşündürüyor olmalıydı ona. Oysa sadece yanımda kal dese… Kalacaktım…
 
Ama ne yazık! Kalamadım anne affet beni…
 
II.
Ve en son babamın avuçlarına değdi ellerim. Son bir defa kapıdan çıkarken dönüp ardıma baktığımda, annemin gözlerine değdi yüreğim. “ Hadi kızım dayına gidiyorsun” kelimeleri nasıl döküldü dillerinden anne? Nasıl bir araya geliverdi dudakların da ses tellerin o en büyük acıyı maddeleştirdi? O öpülesi, bal dillerinden duymalı mıydım bu cümleyi?
Verme ellerimi hain törelere anne…!
 
Tut beni sımsıkı, o pak sinende kokla. Yavrum de, evladım de… Yeter ki konuş benimle yine eskisi gibi. Ezilen bütün anaların dili ol, yüreği ol, ateşi ol… Senden başka hiç kimsenin eline düşürmeden koynunda sakla. Peki ama neden yapamadın anne? Beni nasıl koruyacağını öğretmediler mi sana? Bir ceylana baksaydın, bir kartala, ya da vahşi ormanlarda var olan, ama inadına yavrusunu koruyan kaplanlara, aslanlara… Ah! N’olurdu? Senden başkasının eline düşürmeseydin beni…
 
Bırakmazlardı biliyorum. Çağımız Cahiliye… Kendisine kız çocuğu müjdelendiğinde yüzü öfkeden simsiyah kesilen babaların duyduğu utancı taşıyor benim babamda… Bu sebeple, mutlaka kurtarmalıyım sizi bu utançtan. Kız olarak doğmanın bedelini ben de ödemeliyim. Fakat benden sonra gelecek asırların hangisinde rahat edecek kız çocukları bilmeliyim. Benim ödediğim bedelle, dinecek mi sence bu zulümler… ?
Anneciğim! Sen üzülme yeter ki… Ben dayıma gitmediğimi bilsem de, öyle bir mutlulukla koşup tutacağım ki babamın avuçlarını. Düğüne gider gibi, dayıma gider gibi… Üzme kendini…
III.
Yüreğim gibi, ellerim de küçücüktü halbuki… Babamın sıktığı ellerim…
 
Onun kocaman avuçları içinde kaybolur giderdi…
 
Susuyorum…
 
Üzerimde bayramlarda giyindiğim o güzel elbisem. Günün birinde babamın öylesine pazarda görüp satın aldığı, getirip avuçlarıma bıraktığı o elbise. Ondan aldığım tek hediye bu. Nasıl aldığını anlayamamıştım bile. Bir nebze de olsa babam olduğunu hissettirdiği o gün… Bayramların, özel günlerin, düğünlerin, sevinçli günlerin dışında annem kıyamazdı giydirmeye… Niye giydirdi ki bu elbiseyi suçlu bedenime? Bundan sonra hiçbir işe yaramayacağını biliyor. Zaten benden sonra bir başka kız çocuğu da giysin istemiyorum. Belki bu son olur diyorum. Belki ben son kurban olurum.
 
IV.
Son kez yürüyoruz el ele… Ellerim babacığımın ellerinde. Üzerinde hala sıcaklığı, ıslaklığı duruyor. Ve yanağımda annemin kondurduğu son öpücüğün gizemi yaşıyor… Geldiğimiz yerler dayımdan çok uzaklarda. Dayıma da gitmek istemem. Onun da var bir utancı. Onun da var bir kız evladı.
 
Ellerimin yerine büyük bir kazmayı tutuyor babam. Toprağı hızla, kan ter içinde kalarak kazıyor sonra… Ah! Babacığım… Üstün başın toz toprak içinde kalmış. Bırak da temizleyeyim. Sana bir şey olmasın sakın… Bırak da beni koyu topraklar sarmalasın ana kucağımın yerine. Düşsün tertemiz bedenim toprağa… Diri diri gömüleyim… Gözlerimde annemin sessiz haykırışları kalsın bir tek, ellerimde senin son dokunuşun. Üzülmeyin sakın, siz üzülmeyin yeter ki… Sizi üzmeyi hiç istemezdim… Annem ağlamasın ardımdan. Affedin beni…
Ve kefenim olsun bu bayramlık elbisem…
Diri diri gömüldüğüm günde…
 
V.
Adım Mev’ûde’ dir artık… Ne Fatma, ne Ayşe, ne de Meryem… Diri diri toprağa gömülen bütün kız çocuklarıyla paylaştığım ortak kaderimin yanında, ortak bir isimle de adlandırılıyorum artık.
Sol yanımda duran acı taze… Ölümün acısı değil, ele verilmenin acısı bu.
Kaç anne ele verdi yavrusunu benden sonra? Diri diri gömülmenin suçu yüklendi mi onlarında omuzlarına? On dört asır sonra bile devam eden kaç gömülüş yaşandı geçen dakikalarda?
 
VI.
Ana rahminden kazınıp, parça parça edilen bebeklerin suçu da benimkiyle aynımıydı?
 
Töre cinayetlerine kurban verilen bedenler…
Başörtüsü yasağı sebebiyle, kızların başlarından sıyırdıkları safiyet ve kimliklerinin bedeli kimde? Başörtülü kız evlatları da dini kimliklerini, yaşam şekillerini diri diri toprağa gömmüş olmuyorlar mı? Her zorba değişimin, diğer adı gömülüş olmalı…
Peki ama, podyumlarda üç beş kuruşa satılan masumiyetlerin bedelini kim ödeyecek?
 
Diri diri toprağa gömülen kız çocuğuna, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğunda, tüm bunların cevabını kim verecek…?
Rabia anneler kız çocuklarını hep ağlayarak sevdiler.
ağlayarak süslediler ölüme…
ağlayarak hadi dayına gidiyorsun dediler.
sen yokken sultânım,
canlı canlı toprağa gömülmenin adıydı dayıya gitmek.
anne yüreğinin çıldırtan çaresizliğiydi.
ve yavrusunun ölüme gidişini seyretmesiydi…
 







 


 

1334 tarihli "Kanaat Matbaası" tarafından basılan "Çocuklara Tarih Dersleri" kitabından. Okuyabildiniz mi?

 
Çocuklara

Târih Dersleri

 

 

Tarık bin Ziyâd:

 
 

O zaman Avrupa'da Hristiyanlar zulmet ve cehâlet içinde idiler. Bunlar (a) İslâmiyet’in büyüklüğünü tanıt (d) tıran, İspanya’nın mazlum fakat tenbel ahâlîsine;

Adâleti, merhameti, sonra sanayi'ın , zirâ'atin lezzetini tatdıran Tarık'dır.


 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder