VİCDAN ÎMÂN-IN YERİNİ
TUTAR MI?
Hayır, çünkü Vicdan Îmân-In yerini tutsaydı
Müslüman olmadan önce diri diri çocuklarını toprağa gömen sahâbîler vardı... (Kays b. Âsım)
Oysa MÜSLÜMAN olduktan sonra o yaptıkları
dehşeti hatırlamak bile istemediler... İsrâîl, Amerika, Avrupa,
Çin ve Rusya-lılarda şu anda vicdan mevcut olduğu
halde bu kadar zulmü, ahlâksızlık ve vahşeti yapıp bütün insanlığı sömüre biliyorlar...
ÇÂRE: İSLÂM…
MİSALLER: Asr-ı Saâdet Devri, Selçuklu
ve Osmanlı Dönemleri…
VİCDAN ÎMÂN-IN YERİNİ ASLÂ TUTAMAZ!..
HZ. ÖMER KIZINI
DİRİ DİRİ TOPRAĞA GÖMMÜŞ MÜDÜR? TEK KELİMEYLE HAYIR!
Hz. Ömer'in İslam öncesi hayatı hakkında
anlatılan en önemli hadiselerden biri onun kızını diri diri toprağa gömmesi
olayıdır. Bu bilgiye delil olarak Hz. Ömer'den şu cümle
nakledilmektedir: “Cahiliye devrinde yaptığımız iki şey vardı ki bunlardan
birini hatırladıkça güler, diğerini hatırladıkça ağlarım. Helvadan put yapıp tapar,
acıktığımızda yerdik. Bunu hatırladıkça gülerim. Ağladığım şey ise kızlarımızı
diri diri toprağa gömmemizdir.”
Bu ifadede Hz. Ömer’in kızını toprağa gömdüğü değil, o
dönemde kızların diri diri gömüldüğü anlatılmaktadır. Ayrıca Hz. Ömer'e ait
olduğu ifade edilen bu cümle, hiç bir tarihî kaynakta mevcut değildir.
Aslında Hz. Ömer'in kızını diri diri gömmüş olması
mümkün değildir. Zira Hz. Ömer müslüman olmadan önce üç evlilik yapmış,
bu evliliklerden dört erkek ve bir kız çocuğu olmuştur. Hz. Ömer'in bu tek
kızı, en büyük çocuğu olan ve İslam’dan beş sene evvel doğan, Hz. Hafsa'dır.
Hz. Hafsa Sevgili Peygamberimizin hanımı olmakla şereflenmiş, müminlerin annesi
olmuştur. Hz. Ömer'in diğer kızları ise kendisinin Müslüman oluşundan sonra
doğmuşlardır.
İlk dönem kaynaklarında mevcut olmayan
yukarıdaki cümle sonradan uydurulmuş ve maalesef üzerinde araştırma yapılmaksızın kesin bir bilgi gibi anlatılagelmiştir.
http://www.siyerinebi.com/tr/siyer-i-nebi/hz-omer-kizini-diri-diri-topraga-gommus-mudur?
Cahiliye Devrinde Öldürülen Kız Çocukları
İslamiyet gelmezden önce “cahiliye” devrinde Araplar, kız
çocuklarını diri diri sıcak kumlara gömerek öldürüyorlardı.Bunun sebebi ise,
büyüyüp evlendiği zaman iffetlerinin izalesi düşüncesi idi. Yüce dinimiz İslam;
“eski cahiliye adetlerini” kaldırmıştır.
insanlığa değerini iade etmiş, kadınlara da haklarını iade
etmiş ve erkek kadın arasındaki eşitliği sağlamıştır.
Bir cinsin, diğer cinsten üstünlüğü yoktur. Çünkü
hanımlar, neslin bahçesidir. Bu sebepledirki dinimiz İslam, kadına değer
vermiştir. Peygamberimiz (S.A.V) hanımlara nasıl davranılacağı hususunda
örneğimizdir. O, hanımlarını asla incitmemiştir. Ümmetinede hanımlara iyi
davranılması hususunda gerekli tavsiyelerde bulunmuşlardır.
Yüce kitabımız Kur’anı Kerim, cahiliye devrinde kız
çocuklarını diri diri kuma gömenlere nasıl hitap ediyor:
“Onlardan
birine Rahman olan Allah’a isnat ettikleri bir kız evlâd müjdelense içi öfkeyle
dolarak yüzü simsiyah kesilirdi. ” (Zuhruf, 43/17),
“Diri
diri toprağa gömülen kız çocuğunun hangi suçla öldürüldüğü sorulduğu zaman…”
(Tekvir, 81/8-9)
“Ortak
koştukları Şeyler müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi süslü gösterirdi.
“(En’âm, 6/137)
Tefsircilerin
yazdıklarına göre; “cahiliyye Araplarında bu çirkin âdet yaygındı ve bunun
türlü türlü tezahürleri vardı. Kimisi kızlar yüzünden bir utanç duymak
korkusuyla, kimisi parasızlık ve besleyememek korkusuyla, kimisi de melekler Allah’ın
kızlarıdır, dediklerinden dolayı kızlarını da meleklere katmak üzere, Allah’a
daha layıktırlar diye kız çocuklarının canına kıyarlardı.”
Şayet
bir kadın bir bebek bekliyorsa, doğum sancıları başladığında çöle götürülüp
kendisine o haliyle bir çukur kazdırılırdı. Sonrasında orada doğum yapması
beklenilir ve şayet bebek kız ise o çukura diri diri gömülerek doğan kız
çocuğundan kimse haberdar olmadan öldürülürdü.
Sonradan müslüman olup bütün bir ömür yaptıklarının
pişmanlığıyla kahrolan Temim kabilesinden “Kays b. Asım” tam 8 kız çocuğunu bu
şekilde gömdüğünü söylemektedir.
Batılılarada baktığımızda yakın yüzyıllara
kadar onlarda da kadının insan mı hayvan mı olduğunu kendi aralarında tartışan,
özel günlerinde oturdukları minderleri yakan, yedikleri kapları lanetleyen bir
tablo çıkıyor karşımıza.
Dinimiz
İslam, kadına bu kadar değer verirken Avrupalıların ve bazı kesimlerin kadını
hala araç olarak kullanmasınıda kendime sindiremiyorum. Kadınlarımız, Allah’ın
insanlığa en büyük armağanı ve emanetidir. Çocuklarımızın anneleridir.
Neslimizin geleceğidir. Çıplak fotoğraflarını çarşaf çarşaf ekranlara ve gazete
manşetlerine taşıyanlar utanmalıdır. Dinimiz İslam, kadınların çalışmasında bir
ölçü getirmemiştir. Bir kadın, siyasetçi, ordu mensubu, polis, tabip, bakan ve
tüm mesleklerde çalışabilir.
Asrı saadete bir baktığımızda, sahabe hanımlarının da
savaşlarda kocaları yanında yeraldıklarını, yaralıların yaralarını
sardıklarını, susuzlara su taşıdıklarını görmekteyiz. İslam dini fitne çıkaranlara
karşıdır. Kadını maişet aracı olarak kullananlara karşıdır. Kadından rant
sağlayanlara karşıdır. Yaratanımız kadını, mukaddes bir varlık olarak yaratmış,
Peygamberimizde”Sizin en hayırlınız, eşlerine hanımlara güzel davranandır,”
diyerek insanlığa örnek olmuşlardır.
İşte
İslam, işte medeniyet….!
Rabia
MEV’ÛDE* dursun Ali Erzincanlı şiiridir. Dursun Ali Erzincanlının yorumu ise
zaten tartışılamayacak kadar güzeldir.
Rabia
MEV’ÛDE; küçükken diri olarak gömülüp öldürülen kızcağız demektir ki, ve’d
kökünden türetilmiştir. Ve’d aslında evd gibi ağır basmak manasıyla ilgili olup
cahiliye Araplarının kız çocuklarını diri diri toprağa gömme şeklindeki âdi
âdetlerine denilir. Tefsircilerin yazdıklarına göre cahiliye Araplarında bu
çirkin âdet yaygın idi ve bunu türlü türlü yaparlardı. Kimisi kızlar yüzünden
bir ar gelmek korkusuyla yapar, kimisi parasızlık ve besleyememek korkusuyla
yapar, kimisi de melekler Allah’ın kızlarıdır, dediklerinden dolayı kızlarını
da meleklere katmak üzere, Allah’a daha layıktırlar diye yaparlardı. Alûsî’nin
yazdığına göre, bir değil birçok kişi şöyle demiştir:
Bir
adamın bir kızı doğduğu vakit öldürmeyip, hayatta bırakmak istediği zaman ona
yünden veya kıldan bir cübbe giydirir, çölde koyun veya deve güttürürdü.
Öldürmek istediği takdirde de bırakır, altı yaşlarına doğru gelince anasına,
“bunu temizle, süsle, hısımlarına gezmeğe götüreceğim” der, oysa çölde bir kuyu
kazmıştır, onu oraya götürür, “bak şunun içine” der, sonra arkasından iter ve
üzerine toprağı yığar, kuyuyu yerle dümdüz edene kadar örterdi. Bir de gebe
kadın, vakti yaklaştığı zaman bir kuyu kazar, ağrısı tutunca başına gider, kız
doğurursa kuyunun içine atar, oğlan doğurursa alıkoyardı, denilmiştir. Kâmus
Şârihi der ki: Cahiliye devrinde Araplar kız çocuklarını açlık veya ar gelme
korkusundan kabre gömerdi. Bazıları açlık korkusundan erkek çocuğunu dahi
gömerdi. “Diri diri toprağa gömülen kıza sorulduğunda” âyeti bu konuyla ilgili
olarak inmiştir.
Rabia
MEV’ÛDE*
I.
En
sondan bir önce, annemin elleri okşamıştı uzun saçlarımı. Bütün kirlerinden
arındırmış, ipek gibi taramıştı. Öyle büyük bir kuvvetle atmıştı ki örgünün
ilmeklerini, saç diplerimde bıraktığı sızı hala taptaze… Annemin gözlerinde
donup kalmış hayallerimizin solgunluğu, sessizce dokunmuştu yüreğime. Sanki
bana bir şeyler anlatmayı diliyordu. Ve o an, belki de hayatta en çok
isteyebileceği bir şeydi bu. “Olmadı” deyip, saçlarımı her defasında yavaşça,
incitmeden çözüşü ve yine, yeniden örmeye başlaması, zamandan birkaç dakika
daha koparabileceğini düşündürüyor olmalıydı ona. Oysa sadece yanımda kal dese…
Kalacaktım…
Ama
ne yazık! Kalamadım anne affet beni…
II.
Ve
en son babamın avuçlarına değdi ellerim. Son bir defa kapıdan çıkarken dönüp
ardıma baktığımda, annemin gözlerine değdi yüreğim. “ Hadi kızım dayına
gidiyorsun” kelimeleri nasıl döküldü dillerinden anne? Nasıl bir araya
geliverdi dudakların da ses tellerin o en büyük acıyı maddeleştirdi? O öpülesi,
bal dillerinden duymalı mıydım bu cümleyi?
Verme
ellerimi hain törelere anne…!
Tut
beni sımsıkı, o pak sinende kokla. Yavrum de, evladım de… Yeter ki konuş
benimle yine eskisi gibi. Ezilen bütün anaların dili ol, yüreği ol, ateşi ol…
Senden başka hiç kimsenin eline düşürmeden koynunda sakla. Peki ama neden
yapamadın anne? Beni nasıl koruyacağını öğretmediler mi sana? Bir ceylana
baksaydın, bir kartala, ya da vahşi ormanlarda var olan, ama inadına yavrusunu
koruyan kaplanlara, aslanlara… Ah! N’olurdu? Senden başkasının eline
düşürmeseydin beni…
Bırakmazlardı
biliyorum. Çağımız Cahiliye… Kendisine kız çocuğu müjdelendiğinde yüzü öfkeden
simsiyah kesilen babaların duyduğu utancı taşıyor benim babamda… Bu sebeple,
mutlaka kurtarmalıyım sizi bu utançtan. Kız olarak doğmanın bedelini ben de
ödemeliyim. Fakat benden sonra gelecek asırların hangisinde rahat edecek kız
çocukları bilmeliyim. Benim ödediğim bedelle, dinecek mi sence bu zulümler… ?
Anneciğim!
Sen üzülme yeter ki… Ben dayıma gitmediğimi bilsem de, öyle bir mutlulukla
koşup tutacağım ki babamın avuçlarını. Düğüne gider gibi, dayıma gider gibi…
Üzme kendini…
III.
Yüreğim
gibi, ellerim de küçücüktü halbuki… Babamın sıktığı ellerim…
Onun
kocaman avuçları içinde kaybolur giderdi…
Susuyorum…
Üzerimde
bayramlarda giyindiğim o güzel elbisem. Günün birinde babamın öylesine pazarda
görüp satın aldığı, getirip avuçlarıma bıraktığı o elbise. Ondan aldığım tek
hediye bu. Nasıl aldığını anlayamamıştım bile. Bir nebze de olsa babam olduğunu
hissettirdiği o gün… Bayramların, özel günlerin, düğünlerin, sevinçli günlerin
dışında annem kıyamazdı giydirmeye… Niye giydirdi ki bu elbiseyi suçlu
bedenime? Bundan sonra hiçbir işe yaramayacağını biliyor. Zaten benden sonra
bir başka kız çocuğu da giysin istemiyorum. Belki bu son olur diyorum. Belki
ben son kurban olurum.
IV.
Son
kez yürüyoruz el ele… Ellerim babacığımın ellerinde. Üzerinde hala sıcaklığı,
ıslaklığı duruyor. Ve yanağımda annemin kondurduğu son öpücüğün gizemi yaşıyor…
Geldiğimiz yerler dayımdan çok uzaklarda. Dayıma da gitmek istemem. Onun da var
bir utancı. Onun da var bir kız evladı.
Ellerimin
yerine büyük bir kazmayı tutuyor babam. Toprağı hızla, kan ter içinde kalarak
kazıyor sonra… Ah! Babacığım… Üstün başın toz toprak içinde kalmış. Bırak da
temizleyeyim. Sana bir şey olmasın sakın… Bırak da beni koyu topraklar
sarmalasın ana kucağımın yerine. Düşsün tertemiz bedenim toprağa… Diri diri
gömüleyim… Gözlerimde annemin sessiz haykırışları kalsın bir tek, ellerimde
senin son dokunuşun. Üzülmeyin sakın, siz
üzülmeyin yeter ki… Sizi üzmeyi hiç istemezdim… Annem ağlamasın ardımdan.
Affedin beni…
Ve
kefenim olsun bu bayramlık elbisem…
Diri
diri gömüldüğüm günde…
V.
Adım
Mev’ûde’ dir artık… Ne Fatma, ne Ayşe, ne de Meryem… Diri diri toprağa gömülen
bütün kız çocuklarıyla paylaştığım ortak kaderimin yanında, ortak bir isimle de
adlandırılıyorum artık.
Sol
yanımda duran acı taze… Ölümün acısı değil, ele verilmenin acısı bu.
Kaç
anne ele verdi yavrusunu benden sonra? Diri diri gömülmenin suçu yüklendi mi
onlarında omuzlarına? On dört asır sonra bile devam eden kaç gömülüş yaşandı
geçen dakikalarda?
VI.
Ana
rahminden kazınıp, parça parça edilen bebeklerin suçu da benimkiyle aynımıydı?
Töre
cinayetlerine kurban verilen bedenler…
Başörtüsü
yasağı sebebiyle, kızların başlarından sıyırdıkları safiyet ve kimliklerinin
bedeli kimde? Başörtülü kız evlatları da dini kimliklerini, yaşam şekillerini
diri diri toprağa gömmüş olmuyorlar mı? Her zorba değişimin, diğer adı gömülüş
olmalı…
Peki
ama, podyumlarda üç beş kuruşa satılan masumiyetlerin bedelini kim ödeyecek?
Diri
diri toprağa gömülen kız çocuğuna, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü
sorulduğunda, tüm bunların cevabını kim verecek…?
Rabia
anneler kız çocuklarını hep ağlayarak sevdiler.
ağlayarak
süslediler ölüme…
ağlayarak
hadi dayına gidiyorsun dediler.
sen
yokken sultânım,
canlı
canlı toprağa gömülmenin adıydı dayıya gitmek.
anne
yüreğinin çıldırtan çaresizliğiydi.
ve
yavrusunun ölüme gidişini seyretmesiydi…
Çocuklara
Târih Dersleri
Tarık bin Ziyâd:
O zaman Avrupa'da Hristiyanlar zulmet
ve cehâlet içinde idiler. Bunlar (a) İslâmiyet’in büyüklüğünü tanıt (d) tıran,
İspanya’nın mazlum fakat tenbel ahâlîsine;
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder