Niyâzi Mısrî Divânı
Zuhûr-u kâinâtın
ma’denîsin yâ Resûlallâh,
Vezin: Mefâ’îlün Mefâ’ilün Mefâ’îlün Mefâ’îlün
Zuhûr-u kâinâtın ma’denîsin yâ Resûlallâh,
Rumûz-u Künt-ü kenz’in mahzenîsin yâ Resûlallâh.
Rumûz-u Künt-ü kenz’in mahzenîsin yâ Resûlallâh.
Beşer denen bu âlemde senin sûretle şahsındır,
Hakîkatta hüviyette değilsin yâ Resûlallâh.
Hakîkatta hüviyette değilsin yâ Resûlallâh.
Vücûdun cümle mevcûdâtı nice câmi olduysa,
Dahî ilmin muhît oldu kamûsun yâ Resûlallâh.
Dahî ilmin muhît oldu kamûsun yâ Resûlallâh.
Dehânın menba-i esrâr ilm-i “min ledünnâ”dır,
Hakâyık ilminin sen mahremîsin yâ Resûlallâh.
Hakâyık ilminin sen mahremîsin yâ Resûlallâh.
Ne kim geldi cihâna hem dahî her kim geliserdir,
İçinde cümlenin ser-askerîsin yâ Resûlallâh.
İçinde cümlenin ser-askerîsin yâ Resûlallâh.
Cihân bağında insân bir şecerdir gayriler yaprak,
Nebîler meyvedir, sen zübdesisin yâ Resûlallâh.
Nebîler meyvedir, sen zübdesisin yâ Resûlallâh.
Şefâat kılmasan varlık Niyâzî’yi yok ederdi,
Vücûdu zahmının sen merhemîsin yâ Resûlallâh.
Vücûdu zahmının sen merhemîsin yâ Resûlallâh.
Zuhûr-u[1] kâinâtın ma’denîsin yâ
Resûlallâh,
Rumûz-u[2] Künt-ü kenz’in mahzenîsin[3] yâ Resûlallâh.
Rumûz-u[2] Künt-ü kenz’in mahzenîsin[3] yâ Resûlallâh.
Yaratılan kâinâtın ma’denîsin yâ Resûlallâh,
“Künt-ü kenz” remzinin mahzenîsin yâ Resûlallâh.
“Künt-ü kenz” remzinin mahzenîsin yâ Resûlallâh.
Beşer denen bu âlemde senin sûretle şahsındır,
Hakîkatta hüviyette değilsin yâ Resûlallâh.
Hakîkatta hüviyette değilsin yâ Resûlallâh.
Beşer denen bu âlemde senin sûretle şahsındır,
Hakîkatta hüviyette[4] değilsin yâ Resûlallâh.
Hakîkatta hüviyette[4] değilsin yâ Resûlallâh.
[ Kaside-i Bürde´de geçen ifade gerçeği gözler önüne sermiştir.
“Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) beşerdir, beşer gibi değil”
Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)´in hayatı bunu göstermektedir.
Fahri Âlem Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz “Rab’im
tarafından doyurulurum” sırrınca, günlerce aç durur; “benim gözüm uyur, kalbim
uyumaz” buyurarak geceleri devamlı ibadet ederdi.
Bu normal insanlara uygun bir şey değildir.[5] O´nun yaşantısı iradenin cesette
ulaşacağı son noktayı göstermektir. Bazıları gibi O alıştırma yaparak (riyazat)
bu melekeyi kazanmadı.
Binaenaleyh, eğer Efendimiz Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve
sellem) manevî âlemden beşer âlemine gelmeyi tercih etmeseydi üstünlüğü Rabb´i
katında bilinir, yaratılmışlar yanında sırlı olur ve Allah (celle celâlühû)´ı
gerçek manada beşere tanıtacak biride olmazdı.
Kullar Allah Teâlâ´yı aciz idraklerinde anlayamayınca, sorumsuzluk
girdabında boğulup hayvan sıfatından kurtulmaları mümkün olmazdı.][6]
Vücûdun cümle mevcûdâtı nice câmi olduysa,
Dahî ilmin muhît oldu kamûsun yâ Resûlallâh.
Dahî ilmin muhît oldu kamûsun yâ Resûlallâh.
Vücûdun cümle mevcûdâtı nice câmi olduysa,
Dahî ilmin hepsini kaplayıcı oldu yâ Resûlallâh.
Dahî ilmin hepsini kaplayıcı oldu yâ Resûlallâh.
[Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem; “Öncekilerin ve sonrakilerin
ilimleri bana mirastır” buyurdu.
Mühür, yazılı bir metne veya nesneye kıymet kazandıran işarettir. Bu işaret
ile açılan kapanır; kapanan açılır. Mühür sıfatı Fahri Âlem Muhammed Mustafa
(sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimize layık görülmüştür. O´nun için her
şeyde O´nun tasarruf yetkisi vardır. Maneviyat ve maddiyat âleminde O´nun izni
olmadan bir şey meydana gelmez. Allah Teâlâ´nın O´nun zatına ihsan kıldığı en
büyük nimettir.][7]
Dehânın menba-i esrâr ilm-i “min ledünnâ”dır,
Hakâyık ilminin sen mahremîsin yâ Resûlallâh.
Hakâyık ilminin sen mahremîsin yâ Resûlallâh.
Ağızın sırlar ilminin menba-ı “min ledünnâ”dır,
Hakikatler ilminin sen mahremîsin yâ Resûlallâh.
Hakikatler ilminin sen mahremîsin yâ Resûlallâh.
Ne kim geldi cihâna hem dahî her kim geliserdir,
İçinde cümlenin ser-askerîsin yâ Resûlallâh.
İçinde cümlenin ser-askerîsin yâ Resûlallâh.
Ne kim geldi cihâna hem dahî her kim gelecektir,
İçinde cümlenin baş askerisin yâ Resûlallâh.
İçinde cümlenin baş askerisin yâ Resûlallâh.
[Bütün nebilerin dininde Allah Teâlâ nebilerine emretti ki;
“Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem) sizin zamanınızda rasül
olursa, ona iman etmelerini ümmetlerinize de emrediniz”
Gelmiş olan bütün dinlerde O´nun müjdesi temel alınmıştır.][8]
Cihân bağında insân bir şecerdir gayriler yaprak,
Nebîler meyvedir, sen zübdesisin[9] yâ Resûlallâh.
Nebîler meyvedir, sen zübdesisin[9] yâ Resûlallâh.
Cihân bağında insân bir ağaçtır gayriler yaprak,
Nebîler meyvedir, sen özüsün yâ Resûlallâh.
Nebîler meyvedir, sen özüsün yâ Resûlallâh.
[Allah Teâlâ, Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)´i kendi tazimi ile
tazim eyledi. Dolayısı ile O´nu tazim etmek Allah Teâlâ´yı tazim etmektir.
Çünkü O Hakk´ın sureti ve mutlak sırrıdır. O, hem büyük ve hemde büyüklüğü
kabul edilmiştir. Bundan dolayı halk O´na karşı edepli durur ve heybetinden
titrerdi.
Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim´de, her nebiyi ismi ile Efendimiz (sallallâhü
aleyhi ve sellem)´i ise, “Ey Resulüm, Ey Peygamberim” diyerek Onu yücelten
vasıflarla ile bildirmiştir.][10]
Şefâat kılmasan varlık Niyâzî’yi yok ederdi,
Vücûdu zahmının sen merhemîsin yâ Resûlallâh.
Vücûdu zahmının sen merhemîsin yâ Resûlallâh.
Şefâat kılmasan varlık Niyâzî’yi yok ederdi,
Vücûd yaramın sen merhemîsin yâ Resûlallâh.
Vücûd yaramın sen merhemîsin yâ Resûlallâh.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin yaratılış merkezi ve her güzel
şeyin sebebi olmasındaki hikmet, imanları, akılları ve anlayışları ileri
seviyeye ulaşmış kişilerin Allah Teâlâ karşısında acziyetlerinin farkına
varmaları ve Efendimizin ilâhî mevkideki sonsuz itibarı nedeniyle çıkar yol
olmuştur. Bu nedenle insan konumu ayarlarken ancak bu şekilde bir dayanak ile
tatmin olarak huzur bulur. Çünkü geçmişin ve geleceğin açık bilgisi bizlere
gizlidir. Gizli olan şeyde söz söylemekteki isabet ise vehmîdir.
Anlatılmış şeyler yanında anlatılmayanın çokluğu düşünülünce insanın
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme dayanmasına söz söylemek yanlış olduğu
görülmektedir. Allah Teâlâ için beşer her ne kadar yakınlık kursa da beşere
duyacağı yakınlıktaki ünsiyet gibi olmaz. Çünkü Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
sellemin miraca çıkmadan geçirdiği kalp ameliyatları beşerî vücudun manevî
bilgiyi almadaki tahammülünün noksanlığına işarettir.
TAHMİS-İ AZBÎ
Kâmu mevcud olanın â’zamısın yâ Resûlallâh
Dilberi biçârenin sen merhemisin yâ Resûlallâh
Kâmunun â’zamısın ekremisin yâ Resûlallâh
Zuhûr-u kâinâtın ma’denîsin yâ Resûlallâh,
Rumûz-u Künt-ü kenz’in mahzenîsin yâ Resûlallâh.
Rumûz-u Künt-ü kenz’in mahzenîsin yâ Resûlallâh.
Atâ bahşâyişi [11]âlem olan ihsân feyzindir
Sana her vechile bende olan kes abdi hâsındır
Beşer denen bu âlemde senin sûretle şahsındır,
Hakîkatta hüviyette değilsin yâ Resûlallâh.
Hakîkatta hüviyette değilsin yâ Resûlallâh.
Senin şanında levlâk [14]nidâsın Hakk kıldıysa
Senin zâtı şerifinden o kim bir lem’a olduysa
İki âlemde lâ-şüphe[15] veli olada geldiyse
Vücûdun cümle mevcûdâtı nice câmi olduysa,
Dahî ilmin muhît oldu kamûsun yâ Resûlallâh.
Dahî ilmin muhît oldu kamûsun yâ Resûlallâh.
Hakikat yok eden her varı ilm-i ledündür
Kaşın mihrabı sözün her bar ilmi “min ledün”dür
Cemâlin mazharı esrârı ilm-i “min ledün” dür
Dehânın menba-i esrâr ilm-i “min ledünnâ”dır,
Hakâyık ilminin sen mahremîsin yâ Resûlallâh.
Hakâyık ilminin sen mahremîsin yâ Resûlallâh.
Senin kadrin bilen kadrin özün ağlaya biliserdir
İki âlemde teşbihin cemâlin pâkin oluserdir
“Ve yabkâ vechike” [16]remzin bugün zâtın biliserdir
Ne kim geldi cihâna hem dahî her kim geliserdir,
İçinde cümlenin ser-askerîsin yâ Resûlallâh.
İçinde cümlenin ser-askerîsin yâ Resûlallâh.
Şeriattan elin her kim çekerse kaldı çırılçıplak
Kapında bende-i kemter gedâdır nice bin ishâk[17]
Hakikat âleme senden açıldı âlem ile sancak
Cihân bağında insân bir şecerdir gayriler yaprak,
Nebîler meyvedir, sen zübdesisin yâ Resûlallâh.
Nebîler meyvedir, sen zübdesisin yâ Resûlallâh.
Nice dem sırrını Azbî dahî ahdini gördü
Gamınla âşıkın oldum beni âşkınla yedirdi
Cefânı kessen ey dilber ölümden bana beterdi
Şefâat kılmasan varlık Niyâzî’yi yok ederdi,
Vücûdu zahmının sen merhemîsin yâ Resûlallâh.
Vücûdu zahmının sen merhemîsin yâ Resûlallâh.
[1] Zuhur: Meydana çıkmak.
Ansızın meydana gelmek. Baş göstermek. Görünmek.
Hulul. Galip olmak. Âlîkadr
[2] Rumuz:(Remz. C.) İşaretler,
remizler, ince nükteler, mânası gizli olan işaretler
[3] Mahzen: Hazine ve define gibi
şeyleri koyacak yer. Erzak yeri. Bodrum. Yeraltı.
[4] Hüviyet: asıl, mahiyet, kimlik.
[5] Mesela; Ashab-ı Kehf uyurlardı, kendileri
zahmetsizce sağa sola dönerlerdi. Yapan kendileri, fakat yaptıran ise Allah
Teâlâ idi. İbret manzarası olarak bize anlatıldılar.
Fakat bu geçen zamanın sırrından mahrum olmuşlardı. Allah Teâlâ´nın
nefislerinde ölümden sonraki yaratılışı ve vaat ettiği şeylerin hakikatini
görmek oldu. Bu mükâfat ise kabul ettikleri tevhit inancının karşılığı
idi. Başlarından geçen olayda insan için aklın ve vücudun tahammül edemeyeceği
şeyi yaşamak olmuştur.
[6] (ALTUNTAŞ, 2004), s. 38
[7] (ALTUNTAŞ, 2004), s. 53
[8] (ALTUNTAŞ, 2004), s. 55
[9] Zübde:(C.: Zübüd) Netice, sonuç,
hülâsa. Bir şeyin en mühim kısmı. Kaymak.
Her nesnenin iyisi ve hâlisi
[10] (ALTUNTAŞ, 2004), s. 71
[11] Bahşayiş: f. Bağışlayış. İhsan.
İhsan etmek. Afv. Atiyye
[12] Cevsak: Kasr, köşk, konak.
[13] Mahz: Safi ve hâlis. Katıksız.
Sırf. Hâs. Hulus ile muhabbet. Tâ kendisi.
Sadece. Su katılmamış hâlis süt
[14] “Sen olmasaydın” nidası
[15] şübhesiz
[16] وَيَبْقَى
وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلالِ وَالاِكْرَامِ “Ancak
azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak.” (Rahmân, 27)
[17] İshak: nebi, resul; bilhassa Allah Teâlâ
için söz söyleyen kimse, kâhin, kehanet sahibi.
UYAN GÖZÜN AÇ
Uyan gözün aç durma yalvar güzel Allah'a
Yolundan izin ayırma yalvar güzel Allah'a
Yolundan izin ayırma yalvar güzel Allah'a
Her geceyi kaaim ol her gündüzü saim ol
Hem zikr ile daim ol yalvar güzel Allah'a
Hem zikr ile daim ol yalvar güzel Allah'a
Bir gün bu gözün görmez hem kulağın işitmez
Bu fırsat ele girmez yalvar güzel Allah'a
Bu fırsat ele girmez yalvar güzel Allah'a
Aslığı ganimet bil her saati nimet bil
Gizlice ibadet kıl yalvar güzel Allah'a
Gizlice ibadet kıl yalvar güzel Allah'a
Ömrünü hiçe sayma kendini oda yakma
Her şam u seher yatma yalvar güzel Allah'a
Her şam u seher yatma yalvar güzel Allah'a
Hey nice yatırsun dur olma bu safadan dur
Bahr-ı keremi boldur yalvar güzel Allah'a
Bahr-ı keremi boldur yalvar güzel Allah'a
Her vakt-i seherde bir lütfu gelir Allah'ın
Ol vakt uyanır kalbin yalvar güzel Allah'a
Ol vakt uyanır kalbin yalvar güzel Allah'a
Allah'ın adın yadet, can ile dili şâd et
Bülbül gibi feryat et yalvar güzel Allah'a
Bülbül gibi feryat et yalvar güzel Allah'a
Gel imdi Niyaziyle Allah'a niyaz eyle
Hacatı dıraz eyle yalvar güzel Allah'a
Hacatı dıraz eyle yalvar güzel Allah'a
HÜDA DAVET EDER
Hüda davet eder elhamdülillah
Bu can dosta gider elhamdülillah
Bu can dosta gider elhamdülillah
Hakikat Şehrine Çün rihlet oldu
Gönül durmaz uyar elhamdülillah
Gönül durmaz uyar elhamdülillah
Duyaldan can ü dil vaslı habibi
Hem okur hem yazar elhamdülillah
Hem okur hem yazar elhamdülillah
Yakın geldi tulua Şems-i ruhum
Bugün kevnim doğar elhamdülillah
Bugün kevnim doğar elhamdülillah
İlim dedikleridir halveti yar
Kamu ağyar gider elhamdülillah
Kamu ağyar gider elhamdülillah
Şehadet mansıbıdır ali mansıb
Bize veriliser elhamdülillah
Bize veriliser elhamdülillah
Görüde mani yüzünden cemali
Bozuldu hep suver elhamdülillah
Bozuldu hep suver elhamdülillah
Biliştik bunda hem ihsanlar etti
Nasibimiz kadar elhamdülillah
Nasibimiz kadar elhamdülillah
Ne gam giderse dünyadan Niyazi
Visaline erer elhamdülillah
Visaline erer elhamdülillah
VAİZ
Bugün bir meclise vardım oturmuş pend ider vaiz
Okur açmış kitabını bu halkı ağlatır vaiz
Okur açmış kitabını bu halkı ağlatır vaiz
İki bölmüş cihan halkın birini cennete salmış
Eliyle kürsüden biri tamuya sarkıtır vaiz
Eliyle kürsüden biri tamuya sarkıtır vaiz
Çıkar ağzından ateşler yakar şeytan-ı melunu
Sanırsın yedi tamunun azabı kendidir vaiz
Sanırsın yedi tamunun azabı kendidir vaiz
Tamuya şöyle doldurmuş içinde yok duracak yer
Ana yerleştirir halka acep hizmettedir vaiz
Ana yerleştirir halka acep hizmettedir vaiz
Yaraşır va'z ana hakkı ki yanar yakılır her dem
Niyazi'nin hemen ancak cihanda adıdır vaiz
Niyazi'nin hemen ancak cihanda adıdır vaiz
ALLAH HU DİYEN
Tende canım canda cananımdır Allah Hu diyen
Dide sırrım serde sübhanımdır Allah Hu diyen
Dide sırrım serde sübhanımdır Allah Hu diyen
Dest-i kudretle yazılmış yüzüne ayat-ı Hakk
Gönlümün tahtında sultanımdır Allah Hu diyen
Gönlümün tahtında sultanımdır Allah Hu diyen
Cümle azadan gelir zikr-i ene'l Hakk haresi
Cism içinde zar-ı efganımdır Allah Hu diyen
Cism içinde zar-ı efganımdır Allah Hu diyen
Giceler ta subh olunca inletir bu dert beni
Derdimin içinde dermanımdır Allah Hu diyen
Derdimin içinde dermanımdır Allah Hu diyen
Yere göğe sığmayan bir müminin kalbindedir
Katremin içinde ummanımdır Allah Hu diyen
Katremin içinde ummanımdır Allah Hu diyen
Kisve-i tenden muarra seyreder bu gökleri
Çark uran abdalı uryanımdır Allah Hu diyen
Çark uran abdalı uryanımdır Allah Hu diyen
Her kişiye kendinden akrab olan dost zatıdır
Ey Nİyazi dilde mihmanımdır Allah Hu diyen
Ey Nİyazi dilde mihmanımdır Allah Hu diyen
BAHR İÇİNDE KATREYİM
Bahr içinde katreyim bahr oldu hayran bana
Ferş içinde zerreyim arş oldu seyran bana
Ferş içinde zerreyim arş oldu seyran bana
Dost göründü çun ayan kalmadı bir şey nihan
Tufan olursa cihan bir katre tufan bana
Tufan olursa cihan bir katre tufan bana
Surette ne'm var benim sirettedir madenim
Kopsa kıyamet bugün gelmez perişan bana
Kopsa kıyamet bugün gelmez perişan bana
Kaf-ı dil ankasıyım sırrın aşinasıyım
Endişelen hasıyım ad oldu insan bana
Endişelen hasıyım ad oldu insan bana
Niyazi'nin dilinden Yunus'durur söyleyen
Herkese çun can gerek Yunus durur can bana
Herkese çun can gerek Yunus durur can bana
YA RESULALLAH
Zuhur-ı kainatın madenisin ya Resulallah
Rumuz-ı küntü kenz'in mahzenisin ya Resulallah
Rumuz-ı küntü kenz'in mahzenisin ya Resulallah
Beşer denen bu alem ki senin suretle şahsındır
Hakikatte hüviyette değilsin ya Resulallah
Hakikatte hüviyette değilsin ya Resulallah
Vücudun cümle mevcudatı nice cami' olduysa
Dahi ilmin muhit oldu kamusun ya Resulallah
Dahi ilmin muhit oldu kamusun ya Resulallah
Dehanın menba-ı esrar ilm-i min ledünnidir
Hakayık ilminin sen mahremisin ya Resulallah
Hakayık ilminin sen mahremisin ya Resulallah
Ne kim geldi cihana hem dahi her kim gelisedir
İçinde cümlenin ser-askerisin ya Resulallah
İçinde cümlenin ser-askerisin ya Resulallah
Cihan bağında insan bir şecerdir gayriler yaprak
Nebiler meyvedir sen zübdesisin ya Resulallah
Nebiler meyvedir sen zübdesisin ya Resulallah
Şefaat kılmasan varlık Niyazi'yi yoğ ederdi
Vücudun zahmının sen merhemisin ya Resulallah
Vücudun zahmının sen merhemisin ya Resulallah
DERVİŞ OLAN
Derviş olan aşık gerek yolunda hem sadık gerek
Bağrı anın yanık gerek can gözleri açık gerek
Bağrı anın yanık gerek can gözleri açık gerek
Alçaktan alçak yürüye toprak içinde çürüye
Aşk ateşinde eriye altın gibi sızmak gerek
Aşk ateşinde eriye altın gibi sızmak gerek
Zikr-i Hakka meşgul ola,yana yana ta kül ola
Her kim diler makbul ola tevhide boyanmak gerek
Her kim diler makbul ola tevhide boyanmak gerek
Eyven kişi yol alamaz maksudunu tez bulamaz
Yoğ olmayan var olamaz varını dağıtmak gerek
Yoğ olmayan var olamaz varını dağıtmak gerek
Dervişlerin en alçağı buğday içinde burçağı
Bu Mısri gibi balçığı her bir ayak basmak gerek
Bu Mısri gibi balçığı her bir ayak basmak gerek
BULAN ÖZÜNÜ
Bulan özünü gören yüzünü
Bir yüzü dahi görmek dilemez
Bir yüzü dahi görmek dilemez
Vuslatta olan hayrette kalan
Aklın diremez kendin bulamaz
Aklın diremez kendin bulamaz
Her şam u seher odlara yanar
Her benzi solar ağlar gülemez
Her benzi solar ağlar gülemez
Aşık olagör sadık olagör
Cehd eylemeyen menzil alamaz
Cehd eylemeyen menzil alamaz
Meftun olalı mecnun olalı
Bu Mısri dahi akla gelemez
Bu Mısri dahi akla gelemez
SENDE BUL
İster isen bulasın cananı sen
Gayre bakma sende iste sende bul
Kendi mir'atında gözle anı sen
Gayre bakma sende iste sende bul
Gayre bakma sende iste sende bul
Kendi mir'atında gözle anı sen
Gayre bakma sende iste sende bul
Her sıfat kim sende var izle anı
Gör ne sırdan feyz alır gözle anı
İrişince zatına özle anı
Gayre bakma sende iste sende bul
Gör ne sırdan feyz alır gözle anı
İrişince zatına özle anı
Gayre bakma sende iste sende bul
Kenz-i mahfi aşikar hep sendedir
Yazın kış,leyl-ü nehar hep sendedir
İki alemde ne var hep sendedir
Gayre bakma sende iste sende bul
Yazın kış,leyl-ü nehar hep sendedir
İki alemde ne var hep sendedir
Gayre bakma sende iste sende bul
Men-aref sırrına ir ko gafleti
Gör ne remzeyler bu insan sureti
Haşr ü neşr ile tamu'yu cenneti
Gayre bakma sende iste sende bul
Gör ne remzeyler bu insan sureti
Haşr ü neşr ile tamu'yu cenneti
Gayre bakma sende iste sende bul
Haşr-i suri halin inkar eyleme
Gülşen iken yerini nar eyleme
Enfüs ü afakı bil ar eyleme
Gayre bakma sende iste sende bul
Gülşen iken yerini nar eyleme
Enfüs ü afakı bil ar eyleme
Gayre bakma sende iste sende bul
Zat-ı Hakkı anla zatındır senin
Hem sıfatı hep sıfatındır senin
Sen seni bilmek necatındır senin
Gayre bakma sende iste sende bul
Hem sıfatı hep sıfatındır senin
Sen seni bilmek necatındır senin
Gayre bakma sende iste sende bul
Sureti terk eyle mana bulagör
Ko sıfat-ı bahr-i zata dala gör
Ey Niyazi şark u garba dola gör
Gayre bakma sende iste sende bul
Ko sıfat-ı bahr-i zata dala gör
Ey Niyazi şark u garba dola gör
Gayre bakma sende iste sende bul
ARZULARSIN
Nadanı terk etmeden,yaranı arzularsın
Hayvanı sen geçmeden insanı arzularsın
Hayvanı sen geçmeden insanı arzularsın
Men arefe nefsehu kad arefe rabbehu
Nefsini sen bilmeden Sübhan'ı arzularsın
Nefsini sen bilmeden Sübhan'ı arzularsın
Sen bu evin kapusun henüz bulup açmadan
İçindeki kenz-i bipayan'ı arzularsın
İçindeki kenz-i bipayan'ı arzularsın
Taşra üfürmek ile yalınlanır mı ocak
Yönün Hakk'a dönmeden ihsanı arzularsın
Yönün Hakk'a dönmeden ihsanı arzularsın
Dağlar gibi kuşatmış benlik günahı seni
Günahını bilmeden gufranı arzularsın
Günahını bilmeden gufranı arzularsın
Sen şarabı içmeden serhoş-u mest olmadan
Nicesi Hak emrine fermanı arzularsın
Nicesi Hak emrine fermanı arzularsın
Cevzin yeşil kabuğunu yemekle tad bulunmaz
Zahir ile ey fakih Kur'an-ı arzularsın
Zahir ile ey fakih Kur'an-ı arzularsın
Gurbetliğe düşmeden mihnete sataşmadan
Kebap olup pişmeden büryanı arzularsın
Kebap olup pişmeden büryanı arzularsın
Yabandasın evin yok bir yanmış ocağın yok
Issız dağın başında mihmanı arzularsın
Issız dağın başında mihmanı arzularsın
Ben bağ ile bostanı gezdim hıyar bulmadım
Sen söğüt ağacından rumman'ı arzularsın
Sen söğüt ağacından rumman'ı arzularsın
Başsız kabak gibi bir tekerleme söz ile
Yunus'leyin Niyazi irfanı arzularsın
Yunus'leyin Niyazi irfanı arzularsın
AŞKA DÜŞ
Zühdünü ko, aşka düş ehl-i cenan etsin seni
Pîr-i aşka kulluk et canane can etsin seni
Pîr-i aşka kulluk et canane can etsin seni
Bir zeman bülbül gib efganın ağdır göklere
Şol kadar kıl naleyi kim gülistan etsin seni
Şol kadar kıl naleyi kim gülistan etsin seni
Ar u namusun bırak,şöhret kabasından soyun
Giy melamet hırkasın kim ol nihan etsin seni
Giy melamet hırkasın kim ol nihan etsin seni
Yüzünü yerler gibi ayaklar altında ko kim
Hak teala başlar üzre asüman etsin seni
Hak teala başlar üzre asüman etsin seni
Verme rahat nefsine daim gaza-yı ekber et
Ka'be-yi dil fetholup darül-eman etsin seni
Ka'be-yi dil fetholup darül-eman etsin seni
Gel Niyazi'nin elinden bir kadeh nuş eyle kim
Mahvedip nam u nişanın bi-nişan etsin seni
Mahvedip nam u nişanın bi-nişan etsin seni
VARİDAT
Can kuşunun her zeman ezkarıdır Varidat
Akl u hayalin heman efkarıdır Varidat
Akl u hayalin heman efkarıdır Varidat
İşidicek adını duydu canım tadını
Bildim ki ariflerin esrarıdır Varidat
Bildim ki ariflerin esrarıdır Varidat
Sıdkile gönlün sever görmeye canım iver
Anın içün kim Hakk'ın emvarıdır Varidat
Anın içün kim Hakk'ın emvarıdır Varidat
Ol dürr-i yekdane'nin kadri bilinmez anın
Bu dil-i viyrane'nin mi'marıdır Varidat
Bu dil-i viyrane'nin mi'marıdır Varidat
Gerçi kütüb çok yazar İlm-i Ledün'den haber
Cümlesi bir bağçedir ezkarıdır Varidat
Cümlesi bir bağçedir ezkarıdır Varidat
İlm-i Füsus'la tamu odları söner kamu
Anın yerinde biten gülzarıdır Varidat
Anın yerinde biten gülzarıdır Varidat
Muhyeddin ü Bedrettin etdiler ihyay-ı din
Derya Niyazi "Füsus" enkarıdır "Varidat"
Derya Niyazi "Füsus" enkarıdır "Varidat"
DOST
Bakıp cemal-i yare çağırırım dost dost
Dil oldu pare pare çağırırım dost dost
Dil oldu pare pare çağırırım dost dost
Aşkın ile dolmuşum zühdümü yanılmışım
Mest-i müdam olmuşum çağırırım dost dost
Mest-i müdam olmuşum çağırırım dost dost
Mescid ü meyhanede, hanede viyranede
Ka'be'de büthanede çağırırım dost dost
Ka'be'de büthanede çağırırım dost dost
Sular gibi çağ çağ dolaşırım dağ dağ
Hayran bana sol u sağ çağırırım dost dost
Hayran bana sol u sağ çağırırım dost dost
Geldim cihane garib,oldum güle andelib
Herdem ciğerler delip çağırırım dost dost
Herdem ciğerler delip çağırırım dost dost
Dünya gamından geçip,yokluğa kanat açıp
Aşk ile daim uçup çağırırım dost dost
Aşk ile daim uçup çağırırım dost dost
Aradığım candadır,canda ve hem tendedir
Bilir iken bendedir çağırırım dost dost
Bilir iken bendedir çağırırım dost dost
Gah düşerim mutlak'a,gah asl u geh mülhak'a
Bakıp kamudan Hakk'a çağırırım dost dost
Bakıp kamudan Hakk'a çağırırım dost dost
Dolunmaz ol hal ü had min-el ezel ta ebed
Unulmaz asla bu derd çağırırım dost dost
Unulmaz asla bu derd çağırırım dost dost
Hep görünen dost yüzü andan ayırmam gözü
Gitmez dilimden sözü çağırırım dost dost
Gitmez dilimden sözü çağırırım dost dost
Derya olunca nefes parelenince kafes
Ta kesilince bu ses çağırırım dost dost
Ta kesilince bu ses çağırırım dost dost
Ne yerdeyim ne gökde,ne ölüyüm ne zinde
Her yerde her zamanda çağırırım dost dost
Her yerde her zamanda çağırırım dost dost
Geldim o dost ilinden koka koka gülünden
Niyazi'nin dilinden çağırırım dost dost
Niyazi'nin dilinden çağırırım dost dost
BİZİ ANLAYAN
Zat-ı Hakk'da mahrem-i irfan olan anlar bizi
İlm-i sır'da bahr-i bi-payan olan anlar bizi
İlm-i sır'da bahr-i bi-payan olan anlar bizi
Bu fena gülzarına talib olanlar anlamaz
Vech-i baki hüsnüne hayran olan anlar bizi
Vech-i baki hüsnüne hayran olan anlar bizi
Dünye vü ukba'yı tamir eylemekten geçmişiz
Her taraftan yıkılıp viyran olan anlar bizi
Her taraftan yıkılıp viyran olan anlar bizi
Biz şol Abdal'ız bırakdık eğnimizden şalımız
Varlığından soyunup üryan olan anlar bizi
Varlığından soyunup üryan olan anlar bizi
Kahr u lütfu şey'-i vahid bilmeyen çekdi azab
Ol azabdan kurtulup sultan olan anlar bizi
Ol azabdan kurtulup sultan olan anlar bizi
Zahid'a ayık dururken anlamazsın sen bizi
Cür'a-yı safi içip mestan olan anlar bizi
Cür'a-yı safi içip mestan olan anlar bizi
Arifin her bir sözünü duymağa insan gerek
Bu cihanda sanmanız hayvan olan anlar bizi
Bu cihanda sanmanız hayvan olan anlar bizi
Ey Niyazi katremiz deryaye saldık biz bu gün
Katre nice anlasın umman olan anlar bizi
Katre nice anlasın umman olan anlar bizi
Halkı koyup LAMEKAN ilinde menzil tutalı
Mısri'ya şol canlara canan olan anlar bizi
Mısri'ya şol canlara canan olan anlar bizi
YAĞMA
Sevdim seni hep varım yağmadır alan alsın
Gördüm seni efkarım yağmadır alan alsın
Gördüm seni efkarım yağmadır alan alsın
Aldın çü beni benden geçdim bu can u tenden
Aklım dahi her varım yağmadır alan alsın
Aklım dahi her varım yağmadır alan alsın
Ben varlığımı atdım dost varlığına yetdim
Her uslu'ya bazarım yağmadır alan alsın
Her uslu'ya bazarım yağmadır alan alsın
Geçdim ben ad u san'dan çıkdım ben o dükkandan
Hep ırz ile vekarım yağmadır alan alsın
Hep ırz ile vekarım yağmadır alan alsın
Geldi dile dildarım buldum gül ü gülzarım
Şimdengeru hep varım yağmadır alan alsın
Şimdengeru hep varım yağmadır alan alsın
Sen gaib ü hazırsın her halime nazırsın
Ahval ile etvarım yağmadır alan alsın
Ahval ile etvarım yağmadır alan alsın
Çün buldu gönül yarim terk eyledim ağyarim
Iyman ile zünnarım yağmadır alan alsın
Iyman ile zünnarım yağmadır alan alsın
Mısri'ye vücub imkan bir oldu kamu a'yan
Taat ile ezkarım yağmadır alan alsın
Taat ile ezkarım yağmadır alan alsın
KESRET-VAHDET
Oldum çü mahv-ı mahz-ı zat,buldum vücudumdan necat
Ben içmişim ab-ı hayat,ermez bana herkiz memat
Ben içmişim ab-ı hayat,ermez bana herkiz memat
Ben dost yolunda varımı terk eyledim önden sonra
Küfrile iymandan geçüp a'yanda bulmuşam sebat
Küfrile iymandan geçüp a'yanda bulmuşam sebat
Her kande baksam görünür gözlerime sırr-ı ezel
Her şey ulaşıp aslına çıktı aradan kainat
Her şey ulaşıp aslına çıktı aradan kainat
Dost ile ben dost olalı,zevkiyle işret bulalı
Zayf-ı mükerremdir bu can hep yediğim kand ü nebat
Zayf-ı mükerremdir bu can hep yediğim kand ü nebat
Halvet'den ettim rıhleti,kesretde buldum vahdet'i
Bazar'da düzdüm halveti,ruz u şeb'im iyd ü berat
Bazar'da düzdüm halveti,ruz u şeb'im iyd ü berat
Gördüm bu alemler kamu benim vücudumla dolu
Bir olmuş "Uçmağ" u "Tamu",cümle bana olmuş sıfat
Bir olmuş "Uçmağ" u "Tamu",cümle bana olmuş sıfat
Her ne yana kim eğilem,ol yana her şey eğilir
Olmuş Niyazi hep senin sayelerin sitti cihat
Olmuş Niyazi hep senin sayelerin sitti cihat
GÖNLÜM SANA
Çün sana gönlüm mübtela düştü
Derd ü gam bana aşina düştü
Derd ü gam bana aşina düştü
Zühd ü takva'ya yar idim evvel
Aşk ile benden hep cüda düştü
Aşk ile benden hep cüda düştü
Vaiz eydür gel aşkı terk eyle
Bendeyim sabrım bi-vefa düştü
Bendeyim sabrım bi-vefa düştü
Nice terk etsin aşkı şol aşık
Ana karşı sen mehlika düştü
Ana karşı sen mehlika düştü
Vechini görsem dağılır aklım
Zülfün ana çün mukteda düştü
Zülfün ana çün mukteda düştü
Kim seni buldu,kendi yok oldu
Vaslına ey dost can baha düştü
Vaslına ey dost can baha düştü
Aşka uşşakın davet etmişsin
Can kulağına ol seda düştü
Can kulağına ol seda düştü
Bu Niyazi'nin hiç vücudunda
Zerre komadı hep yaka düştü
Zerre komadı hep yaka düştü
GARİB BÜLBÜL
Ey garib bülbül diyarın kandedir
Bir haber ver gül-izarın kandedir
Sen bu yolda kimseye yar olmadın
Var senin elbette yarin kandedir
Bir haber ver gül-izarın kandedir
Sen bu yolda kimseye yar olmadın
Var senin elbette yarin kandedir
Arttı günden güne feryadın senin
Ah u efgan oldu mu'tadın senin
Aşk içinde kimdir üstadın senin
Bu senin sabru kararın kandedir
Ah u efgan oldu mu'tadın senin
Aşk içinde kimdir üstadın senin
Bu senin sabru kararın kandedir
Bir enisin yok acep hayrettesin
Rahatı terk eyledin mihnetdesin
Gice gündüz bilmeyip hayretdesin
Ya senin leyl ü neharın kandedir
Rahatı terk eyledin mihnetdesin
Gice gündüz bilmeyip hayretdesin
Ya senin leyl ü neharın kandedir
Ne göründü güle karşı gözüne
Ne büründü baktığınca özüne
Kimse mahrem olmadı hiç razına
Bilmediler şehsuvar'ın kandedir
Ne büründü baktığınca özüne
Kimse mahrem olmadı hiç razına
Bilmediler şehsuvar'ın kandedir
Gökte uçarken seni indirdiler
Çâr unsur bendlerine urdular
Nûr iken adın Niyazi verdiler
Şol ezelki i'tibarın kandedir
Çâr unsur bendlerine urdular
Nûr iken adın Niyazi verdiler
Şol ezelki i'tibarın kandedir
ŞEYDA BÜLBÜL
Ey bülbül-i şeyda yine efgane mi geldin
Azm-i gül edip zar ile giryane mi geldin
Azm-i gül edip zar ile giryane mi geldin
Pervane gibi ateşe daim can atarsın
Evvelde bu aşk oduna sen yane mi geldin
Evvelde bu aşk oduna sen yane mi geldin
Yağmur gibi yağarsa bela sen baş açarsın
Can veremeye dost yoluna kurbane mi geldin
Can veremeye dost yoluna kurbane mi geldin
Her şey çalışır bir sıfatı eyleye ma'mur
Sen cümle sıfat ilini viyrane mi geldin
Sen cümle sıfat ilini viyrane mi geldin
Vech-i Ehadiyyet ki şu eşyada görünmüş
Bu kesrete ancak anı seyrane mi geldin
Bu kesrete ancak anı seyrane mi geldin
Bir kimse senin olmadı hiç raz'ına mahrem
Bilmem bu cihan içine yekdane mi geldin
Bilmem bu cihan içine yekdane mi geldin
Bu haste Niyazi'ye şifa remzin edersin
Derde düşen derdine dermane mi geldin
Derde düşen derdine dermane mi geldin
GÜL-BÜLBÜL
Gül müdür,bülbül müdür şol zar u efgan eyleyen?
Ten midir,ya dil midir, hem Arş'ı seyran eyleyen?
Ten midir,ya dil midir, hem Arş'ı seyran eyleyen?
Nar u bad u ab u hak'in gel haber ver aslını
Kim bunların her birini emre ferman eyleyen?
Kim bunların her birini emre ferman eyleyen?
Ateşin germiyyetinin sırrını duygur bize
Ki hılaf üzre anı kimdir gülistan eyleyen?
Ki hılaf üzre anı kimdir gülistan eyleyen?
Yelde kimdir geh nesim ü geh saba zevkin veren
Gahi hışmiyle nice büldan'ı viyran eyleyen?
Gahi hışmiyle nice büldan'ı viyran eyleyen?
Kimdir anı,bana göster,şol sularda durmayup
Ruz u şeb yüz üstüne aşkile cevlan eyleyen?
Ruz u şeb yüz üstüne aşkile cevlan eyleyen?
Hak ne ma'dendir,biter andan maadin,geh nebat
Kim dir anı gahi hayvan,gahi insan eyleyen?
Kim dir anı gahi hayvan,gahi insan eyleyen?
Ay u gün,yıldızları kim döndürür,ver gil haber
Hem ne sır için dönerler, bunca devran eyleyen?
Hem ne sır için dönerler, bunca devran eyleyen?
Bade birdir,saki bir,meclisdeki yaran da bir
Badenin keyfiyyetini kim dir elvan eyleyen?
Badenin keyfiyyetini kim dir elvan eyleyen?
Kiminin mescidde boynun eğdirip,Abid eden
Kimini meyhanede, serhoş u sekran eyleyen?
Kimini meyhanede, serhoş u sekran eyleyen?
Zahid'in benzin sarartıp,ağlatan kim, hem nedir
Kafirin küfrü, dahi fasık'da isyan eyleyen?
Kafirin küfrü, dahi fasık'da isyan eyleyen?
Halkdan ayırmış yüzünü,pünhana çekmiş özünü
Ne arar kendini halkdan böyle pünhan eyleyen?
Görse mecnunu gönül, bi-ihtiyar mail olur
Liyk görmez ol yüzü kesretde tuğyan eyleyen
Ne arar kendini halkdan böyle pünhan eyleyen?
Görse mecnunu gönül, bi-ihtiyar mail olur
Liyk görmez ol yüzü kesretde tuğyan eyleyen
Ehl-i derd uşşakı kimdir zar u giryan eyleyen?
Kim bu sırdan kimini mahrum edüp cahil eyleyen?
Kim bu sırdan kimini mahrum edüp cahil eyleyen?
Vahdet ehli cümlede bir yüzü seyran ettiler
Kimini mahrem edinip, ehl-i irfan eyleyen?
Ey Niyazi kim vücudun terkederse ol dürür
Cümle yüzler içre ol bir yüzü seyran eyleyen
İNSAN-I KAMİL
Hak yolunun rehberi nefesidir kamilin
Dil tahtının serveri mefesidir kamilin
Dil tahtının serveri mefesidir kamilin
Nefsini mat eyleyen,ref'i-memat eyleyen
Nefh-i hayat eyleyen nefesidir kamilin
Nefh-i hayat eyleyen nefesidir kamilin
İsteyu git ademi,ademde bul ademi
Sırr-ı nefahtü demi nefesidir kamilin
Sırr-ı nefahtü demi nefesidir kamilin
Sure-yi Necm'i oku anlagıl vahyi Hakk'ı
Bilesin o mantıkı nefesidir kamilin
Bilesin o mantıkı nefesidir kamilin
Ruhül-Kudüs demini,ademde iste anı
Ölmüş gönülün canı nefesidir kamilin
Ölmüş gönülün canı nefesidir kamilin
Maye-yi zat denilen,fayz-i necat denilen
Ab-ı hayat denilen nefesidir kamilin
Ab-ı hayat denilen nefesidir kamilin
Diri kılan tenleri,zinde eden canları
Kaldıran ölenleri nefesidir kamilin
Kaldıran ölenleri nefesidir kamilin
Mevtaya etse nefes,her yaneden gele ses
Haşreden ey hakşinas nefesidir kamilin
Haşreden ey hakşinas nefesidir kamilin
Niyazi'yi can eden zerresini kan eden
Katresin umman eden bir demidir kamilin
Katresin umman eden bir demidir kamilin
EY TARİKAT ERLERİ
Ey tarikat erleri,ey tarikat pirleri
Bir nişan verin bana, ol binişan kandedir?
Bir nişan verin bana, ol binişan kandedir?
Kandedir dostun yolu,kande açılır gülü
Dost bağçesi bülbülü, gül-i handan kandedir?
Dost bağçesi bülbülü, gül-i handan kandedir?
Aradım bahr ü berr'i bulmadım ben bu sırrı
Cism ü candan içeru gizli sultan kandedir?
Cism ü candan içeru gizli sultan kandedir?
Bildim ki can tendedir,ten can ile zindedir
Amma nidem bilmedim,cane canan kandedir?
Amma nidem bilmedim,cane canan kandedir?
Niyazi'ye can olan,sırrında sultan olan
Diyn ü hem iyman olan ol bimekan kandedir?
Diyn ü hem iyman olan ol bimekan kandedir?
Cevap:
Ey gönül gel ağlama,zari zari inleme
Pirden aldım haberi, o binişan sendedir
Ey gönül gel ağlama,zari zari inleme
Pirden aldım haberi, o binişan sendedir
Sendedir dostun ili,sende açılır gülü
Söyler bu can bülbülü, gül-i handan sendedir
Söyler bu can bülbülü, gül-i handan sendedir
Gezme gel bahr ü berr'i,kendinde işte sırrı
Cism ü cana hükmeden gizli sultan sendedir
Cism ü cana hükmeden gizli sultan sendedir
Anladınsa sen seni,bildinse can u teni
Gayri ne var ey gönül, cane canan sendedir
Gayri ne var ey gönül, cane canan sendedir
Ten tahtıdır bu canın,can tahtıdır cananın
Ey Niyazi şübhesiz, ol bimekan sendedir
Ey Niyazi şübhesiz, ol bimekan sendedir
EY ZAHİD
Zahida suret gözetme içeru can'e bak
Vechi üzre gör ne yazmış Defter-i Rahman'e bak
Vechi üzre gör ne yazmış Defter-i Rahman'e bak
Mushaf-ı hüsnünde yazılmış "Hüvallah" ayeti
Gel inanmazsan gir oku mekteb-i irfan'e bak
Gel inanmazsan gir oku mekteb-i irfan'e bak
Çeşmini gösterdiğince aşıkın canını alır
Leblerin açdıkça can nefheyleyen canan'e bak
Leblerin açdıkça can nefheyleyen canan'e bak
Zülfünün her bir telinde bağlı bin mecnunu gör
Hattı'nın leylindeki yüz-bin meh-i taban'a bak
Hattı'nın leylindeki yüz-bin meh-i taban'a bak
Ateş-i ruhsar ile yanmış kararmış çehresi
Harf libasından muarra nokta-yi üryan'e bak
Harf libasından muarra nokta-yi üryan'e bak
Hep mülazım kulluğunda bu cihanın şehleri
Kapusunda padişahlar kul olan sultan'e bak
Kapusunda padişahlar kul olan sultan'e bak
Alem anın hüsnünün şerhinde olmuş bir kitab
Metnin istersen Niyazi suret-i insan'e bak
Metnin istersen Niyazi suret-i insan'e bak
DERMAN ARARDIM
Derman arardım derdime derdim bana derman imiş
Burhan arardım aslıma aslım bana burhan imiş
Burhan arardım aslıma aslım bana burhan imiş
Sağ u solum gözler idim dost yüzünü görsem deyu
Ben taşrada arar idim ol can içinde can imiş
Ben taşrada arar idim ol can içinde can imiş
Öyle sanırdım ayriyem,dost gayridir ben gayriyem
Benden görüp işideni bildim ki ol canan imiş
Benden görüp işideni bildim ki ol canan imiş
Savm u salat u haccile sanma biter zahid işin
İnsan-ı Kamil olmağa lazım olan irfan imiş
İnsan-ı Kamil olmağa lazım olan irfan imiş
Kanden gelir yolun senin ya kande varır menzilin
Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvan imiş
Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvan imiş
Mürşid gerektir bildire Hakkı sana hakkel-yakin
Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş
Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş
Her mürşide dil verme kim yolunu sarpa oğratır
Mürşidi kamil olanın gayet yolu asan imiş
Mürşidi kamil olanın gayet yolu asan imiş
Anla heman bir söz dürür yokuş değildir düz dürür
Alem kamu bir yüz dürür gören anı hayran imiş
Alem kamu bir yüz dürür gören anı hayran imiş
İşit Niyazi'nin sözün bir nesne örtmez Hak yüzün
Hak'tan ayan bir nesne yok gözsüzlere pinhan imiş
Hak'tan ayan bir nesne yok gözsüzlere pinhan imiş
AĞYAR KALMADI
Ben sanurdum alem içre bana hiç yar kalmadı
Ben beni terk eyledim bildim ki ağyar kalmadı
Ben beni terk eyledim bildim ki ağyar kalmadı
Cümle eşyada göründüm har var gülzar yok
Hep gülistan oldu alem şimdi hiç har kalmadı
Hep gülistan oldu alem şimdi hiç har kalmadı
Gice gündüz zar u efgan eyleyüp inlerdi dil
Bilmezem noldu kesildi ah ile zar kalmadı
Bilmezem noldu kesildi ah ile zar kalmadı
Gitdi kesret geldi vahdet oldu halvet dost ile
Hep Hak oldu cümle alem şehr ü bazar kalmadı
Hep Hak oldu cümle alem şehr ü bazar kalmadı
Din, diyanet, adet ü şöhret kamu vardı yele
Ey Niyazi noldu sende kayd-ı dindar kalmadı
Ey Niyazi noldu sende kayd-ı dindar kalmadı
CANDAN GEÇMEK
Kim ki candan geçmez ise diyn bize yar olmasın
Ar u ırz ile gelip aşıklara bar olmasın
Ar u ırz ile gelip aşıklara bar olmasın
Gam yükün aşık olan daim çeke gelmişdürür
Duymayan dost derdini aşka giriftar olmasın
Duymayan dost derdini aşka giriftar olmasın
Derd uyutmaz,rahat etmez gice gündüz aşıkı
Şol ki bülbüldür güle karşı nice zar olmasın
Şol ki bülbüldür güle karşı nice zar olmasın
Zevk-i taatle kimesne hal-i aşkı anlamaz
Talib-i sadık ise belinde zünnar olmasın
Talib-i sadık ise belinde zünnar olmasın
Remz-i Hak'ka mahrem olmak değmenin karı değil
Kim dilerse aşk ile yar olsun ağyar olmasın
Kim dilerse aşk ile yar olsun ağyar olmasın
Zerrece aşk oldu kimde olsa yakar varlığın
Aşk odu ister ki Hak'dan gayrı hiç var olmasın
Aşk odu ister ki Hak'dan gayrı hiç var olmasın
Cümle efkarın hurufun cem'idüp tevhid ile
Nokta-yı vahdet'de haşrol gayrı efkar olmasın
Nokta-yı vahdet'de haşrol gayrı efkar olmasın
Ey Niyazi hal-i aşkı herkese faş eyleme
Sırr-ı Hak'dır ana bigane haberdar olmasın
Sırr-ı Hak'dır ana bigane haberdar olmasın
SOR
Rumuz-i enbiyayı vakıf-ı esrar olandan sor
Enel-Hak sırrını candan geçüp ber-dar olandan sor
Enel-Hak sırrını candan geçüp ber-dar olandan sor
Yürü var ehl-i tecrid'i alayık ehline sor
Anı can u cihanı terkedüp deyyar olandan sor
Anı can u cihanı terkedüp deyyar olandan sor
Gehi kahrın,gehi lütfun kemalin bilmek istersen
Fena ender fena'da yok olup hem var olandan sor
Fena ender fena'da yok olup hem var olandan sor
Dila bu Mantıkkuttayr'ı fesahat ehli anlamaz
Bunu ancak ya Attar u yahut tayyar olandan sor
Bunu ancak ya Attar u yahut tayyar olandan sor
Anadan doğma gözsüzler kemahi görmez eşyayı
Niyazi vech-i dildarı Ulül-ebsar olandan sor
Niyazi vech-i dildarı Ulül-ebsar olandan sor
AŞK
Ey gönül gel gayriden geç aşka eyle iktida
Zümre-yi ehl-i hakikat anı kılmış mukteda
Zümre-yi ehl-i hakikat anı kılmış mukteda
Cümle mevdudat u ma'lumat'a aşk akdem dürür
Ziyra aşkın evveline bulmadılar ibtida
Ziyra aşkın evveline bulmadılar ibtida
Hem dahi cümle fena buldukta aşk baki kalır
Bu sebebden didiler kim aşka yoktur intiha
Bu sebebden didiler kim aşka yoktur intiha
Dilerem senden Hüda'ya eyle tefikın refik
Bir nefes gönlüm senin aşkından etme-gel cüda
Bir nefes gönlüm senin aşkından etme-gel cüda
Masiva-yı aşkının sevdasını gönlümden al
Aşkını eyle iki alemde bana aşina
Aşkını eyle iki alemde bana aşina
Aşkile tamu'da olmak cennetidir aşıkın
Liyk cennetde olursa tamu'dur aşksız ana
Liyk cennetde olursa tamu'dur aşksız ana
Ey Niyazi mürşid istersen bu yolda aşka uy
Enbiya vü evliya'ya aşk oluptur rehnüma
Enbiya vü evliya'ya aşk oluptur rehnüma
DİVANE
Padişah'a aşkını humhane kıl
Masiva'yı aşkına bigane kıl
Zikr ü fikrinle beni pür nur idüp
Mest ü medhuş eyleyüp divane kıl
Masiva'yı aşkına bigane kıl
Zikr ü fikrinle beni pür nur idüp
Mest ü medhuş eyleyüp divane kıl
Benliğimdir senden ayıran beni
Varlığım şehrini yık virane kıl
Mürg-i ruhum meylini kes gayrıdan
Şol cemalin şem'ine pervane kıl
Varlığım şehrini yık virane kıl
Mürg-i ruhum meylini kes gayrıdan
Şol cemalin şem'ine pervane kıl
Gönlümü mir'at-ı vech-i zat idüp
Ol tecelli'le beni mestane kıl
Cezbe-yi feyz'in şerabın doldurup
Bu Niyazi bendeni meyhane kıl
Ol tecelli'le beni mestane kıl
Cezbe-yi feyz'in şerabın doldurup
Bu Niyazi bendeni meyhane kıl
MASİVA
Dönmek ister gönlüm cümle sivadan
Dönelüm aşıklar Mevla derdiyle
Dönelüm aşıklar Mevla derdiyle
Geçmek ister gönlüm mülk-i fenadan
Dönelüm aşıklar Mevla derdiyle
Dönelüm aşıklar Mevla derdiyle
Derde düşen aşık nitsin cihanı
Derd ehlinün daim yanmakta canı
Derd ehlinün daim yanmakta canı
Döner arzulayı vasl-ı cananı
Dönelüm aşıklar Mevla derdiyle
Dönelüm aşıklar Mevla derdiyle
Ay ü gün yıldızlar hem nuh felekler
Arşun etrafında saf saf melekler
Arşun etrafında saf saf melekler
Meydan-ı ışkunda cevlan iderler
Dönelüm aşıklar Mevla derdiyle
Dönelüm aşıklar Mevla derdiyle
Ta'n eyleme zahid benüm halim
Dahl eyleme hergiz bu devranum
Dahl eyleme hergiz bu devranum
Dermanı dönmede buldum canuma
Dönelüm aşıklar Mevla derdiyle
Dönelüm aşıklar Mevla derdiyle
Baş açup girdim ışk meydanına
Mansur olurum ene'l-Hak darına
Mansur olurum ene'l-Hak darına
Yanmakta Niyazi şevkun narına
Dönelüm aşıklar Mevla derdiyle
Dönelüm aşıklar Mevla derdiyle
YOL
Ya Rab,bize ihsan it vuslat yolını göster
Surette koma can it,uzlet yolını göster
Surette koma can it,uzlet yolını göster
Eyledi heva garet,oldı işümüz adad
Dergahın ulı gayet,kudret yolını göster
Dergahın ulı gayet,kudret yolını göster
Nefsümi hevadan kes,kalbümi riyadan kes
Meylümi sivadan kes,halvet yolını göster
Meylümi sivadan kes,halvet yolını göster
Talim idüp esmayı,bildür bize eşyayı
Duymağa "Ev edna" yı,hikmet yolını göster
Duymağa "Ev edna" yı,hikmet yolını göster
Candan sana talib kıl,her taate ragıb kıl
Bir pire müsahib kıl,hidmet yolını göster
Bir pire müsahib kıl,hidmet yolını göster
Har içre biter gülzar,tan içre doğar envar
Her şeyde tecellin var,ruyet yolını göster
Her şeyde tecellin var,ruyet yolını göster
Şol kim ola vuslatta,halvet ola celvette
Bu Mısri'ye kesrette,vahdet yolını göster
Bu Mısri'ye kesrette,vahdet yolını göster
Gerçi kullarda masiyyet çoktur
Rahmetin Mevla dahi artukdur
Rahmetin Mevla dahi artukdur
Gayriden bize hiç meded yoktur
Dertliyüz senden umarız derman
Dertliyüz senden umarız derman
Gel dimezisen bigünahkara
Bir adem kadir mi yol vara
Bir adem kadir mi yol vara
Çare yok senden olmasa çare
Dertliyüz Senden umarız derman
Dertliyüz Senden umarız derman
Şuna kim bir heda geldi
Feyz-i akdesten aşina geldi
Feyz-i akdesten aşina geldi
Bir cefasına bin safa geldi
Dertliyüz Senden umarız derman
Dertliyüz Senden umarız derman
Bu Niyazi çün zikrune düşdi
Dün ü gün gönli fikrine düşdi
Dün ü gün gönli fikrine düşdi
Zatuna iren şükrüne düşdi
Dertliyüz Senden umarız derman
Dertliyüz Senden umarız derman
GEL ALLAH'A DÖNELİM
Hevaya yiter gönül,gel Allah'a dönelüm gel
Siva ise yiter gönül,gel Allah'a dönelüm gel
Siva ise yiter gönül,gel Allah'a dönelüm gel
Nice bir sevelüm gayrı,nice bir olalım ayrı
Analum vuslat-ı yarı,gel Allah'a dönelüm gel
Analum vuslat-ı yarı,gel Allah'a dönelüm gel
Bize Hak'dan gel olmadın,ecel kösi çalmadın
Canun Azrail almadan,gel Allah'a dönelüm gel
Canun Azrail almadan,gel Allah'a dönelüm gel
Özenmez misün ol yara,ki aldanmışsın ağyara
Seni azdırmış emmare,gel Allah'a dönelüm gel
Seni azdırmış emmare,gel Allah'a dönelüm gel
Taleb kıl her seher gahı,yürekten eylegil ahı
Sevenler buldı Allah'ı,gel Allah'a dönelüm gel
Sevenler buldı Allah'ı,gel Allah'a dönelüm gel
Soralım gel bilenlere,külli boyun virenlere
Visaline irenlere,gel Allah'a dönelüm gel
Visaline irenlere,gel Allah'a dönelüm gel
Niyazi'ye olup haldaş,olursun gel yola yoldaş
Döküp gözlerümüzden yaş,gel Allah'a dönelüm gel
Döküp gözlerümüzden yaş,gel Allah'a dönelüm gel
DERMAN
İy kerim Allah iy gani sultan
Dertliyüz Senden umarız derman
Dertliyüz Senden umarız derman
Lütfuna had yok rahmetine payan
Dertliyüz Senden umarız derman
Dertliyüz Senden umarız derman
İNLEMEK
İnile ey dertli gönül inile
Ehl-i derdün inliyecek çağıdur
Ehl-i derdün inliyecek çağıdur
Gel tımar et yaranı sen ışk ile
Yaralarun onulacak çağıdur
Yaralarun onulacak çağıdur
Sen nedim idün evvel ol şah ile
İmtihan içün gelüpsin bu ile
İmtihan içün gelüpsin bu ile
Şol ki gafletle yatup itmez tareb
Gövdesinde yok mı ola can aceb
Gövdesinde yok mı ola can aceb
Uşda vahdet gülleri açıldı hep
Bülbülüm efgan idecek çağıdur
Bülbülüm efgan idecek çağıdur
İnlemek sana yaraşur dert ile
Hem gözin kan ağliyacak çağıdur
Hem gözin kan ağliyacak çağıdur
Yok kararı gönlümün bilmem neden
Kasd ider bin pare olur bu beden
Kasd ider bin pare olur bu beden
Var ise gitmek diler bu areden
Aslına azm eyleyecek çağıdur
Aslına azm eyleyecek çağıdur
Hakkı anunla itmeden bundan ubur
Mevtün elçisi gelicek çağıdur
Mevtün elçisi gelicek çağıdur
İy Niyazi dünyada itmez huzur
Şol kişi kim olmaya ehl-i gurur
Şol kişi kim olmaya ehl-i gurur
DERVİŞ
Derviş olan kişinün sözleri umman olur
Salik-i Hak olanun rahına bürhan olur
Salik-i Hak olanun rahına bürhan olur
İlm-i ledün dersini arif olan kişiler
Haste-dil olanların derdine Lokman olur
Haste-dil olanların derdine Lokman olur
Her seher efgan idüp bülbüli hayran ider
Dide-i giryan idüp sinesi büryan olur
Dide-i giryan idüp sinesi büryan olur
Beyt-i dili pak olur zikr-i Hakkı işiden
Sabr u kararı gider işleri devran olur
Sabr u kararı gider işleri devran olur
Şem-i cemali döner pervane-i aşıkun
Zan ider ol cahilun devr ile isyan olur
Zan ider ol cahilun devr ile isyan olur
Münkirleri dahi ider kime sözünüz dimez
Yine işi anlara lutf ile ihsan olur
Yine işi anlara lutf ile ihsan olur
Sanma Niyazi özün derviş oluptur senün
Derviş olan kişiler şöylece sultan olur
Derviş olan kişiler şöylece sultan olur
VAR OLMAK
Kim ki ışkun darına berdar olur
Cümle uşşak içre ol serdar olur
Cümle uşşak içre ol serdar olur
Bunda uşşakı yakan o akıbet
Nara İbrahim gibi gülzar olur
Nara İbrahim gibi gülzar olur
Korkma tamudan ger aşık isen
Bülbül olanın yiri gülzar olur
Bülbül olanın yiri gülzar olur
Cennet-i irfana dahil olanun
Kande baksa gördügi didar olur
Kande baksa gördügi didar olur
Gözsiz onalanlar ol yüzi göremezler
Anı gören hep ulu'l-ebsar olur
Anı gören hep ulu'l-ebsar olur
Dünyanun lezzatına aldanma kim
Bir gün ola cümle zehr-i mar olur
Bir gün ola cümle zehr-i mar olur
Tac u tahtı kulluğuna ol şehün
Virürsen devletin tekrar olur
Virürsen devletin tekrar olur
Ger kabul odunsa şah oldun ebed
Kande böyle assılı bazar olur
Kande böyle assılı bazar olur
İlla tac ü tahtunla olmaz vasl-ı yar
Adet oldur ana can isar olur
Adet oldur ana can isar olur
Kim ki kendün yoh iderse Mısri'ya
Yoklığun dağılmasında var olur
Yoklığun dağılmasında var olur
CAN GÖZÜ
Derviş olan aşık gerek, yolunda hem sadık gerek
Bağrı onun yanık gerek, can gözleri açık gerek
Bağrı onun yanık gerek, can gözleri açık gerek
Alçaktan alçak yürüye, toprak içinde çürüye
Işk ateşinde eriye, altun gibi zarmak gerek
Işk ateşinde eriye, altun gibi zarmak gerek
Zikr-i Hakka meşgul ola,yana yana ta kül ola
Her kim diler makbul ola, tevhide boyanmak gerek
Her kim diler makbul ola, tevhide boyanmak gerek
Eyven kişi yol alamaz, maksudunu tiz bulamaz
Yok olmayan var olamaz, varını dağıtmak gerek
Yok olmayan var olamaz, varını dağıtmak gerek
Dervişlerin en alçağı, buğday içinde burçağı
Bu Mısri gibi balçığı, her bir ayak basmak gerek
Bu Mısri gibi balçığı, her bir ayak basmak gerek
BİR ENİSİN YOK
Bir enisün yok aceb hayrettesün
Rahatı terk eyledün mihnettesün
Rahatı terk eyledün mihnettesün
Gice gündüz bilmeyüp hayrettesün
Ya senün leyl ü neharun kandedur
Ya senün leyl ü neharun kandedur
Ne görindi güle karşı gözüne
Ne yüründi bakduğunca özüne
Ne yüründi bakduğunca özüne
Kimse mahrem olmadı hiç razuna
Bilmediler şehsüvarın kandedir
Bilmediler şehsüvarın kandedir
Gökte uçarken seni indirdiler
Çar unsur bendlerine urdılar
Çar unsur bendlerine urdılar
Nur iken adun Niyazi virdiler
Şol ezelki itibarun kandedur
Şol ezelki itibarun kandedur
MANSUR
İşkun kime yar olur,daim işi zar olur
Dinmez gözünün yaşi,yanar içi nar olur
Dinmez gözünün yaşi,yanar içi nar olur
Sevda-yı zülfün kimün takıldı gerdanına
Mansur gibi akıbet yolında berdar olur
Mansur gibi akıbet yolında berdar olur
Leyla-yı ışkun senün,her kimi Mecnun ider
Firkat odına yakup,her gice bimar olur
Firkat odına yakup,her gice bimar olur
Varlık cibalun kesüp,dost iline yol ider
Ferhad'leyin gözinun,yaşları pınar olur
Ferhad'leyin gözinun,yaşları pınar olur
İbrahim Edhem'i derviş iden ışkundur
Derdüne düşen şahun tahtı tar mar olur
Derdüne düşen şahun tahtı tar mar olur
Ben de arı terk idüp girdüm bu dervişliğe
Her kim senün ışkına düşdi ise bi-ar olur
Her kim senün ışkına düşdi ise bi-ar olur
Bu yolda canun viren canan alur yirine
Işkı dükkanında anun canıyla bazar olur
Işkı dükkanında anun canıyla bazar olur
İy dilber-i ruhani al koma iş bu canı
Sevdana düşeliden dünya bana dar olur
Sevdana düşeliden dünya bana dar olur
Terk it Niyazi seni bu anda ol sultanı
Her kim canından geçer ol vasıl-ı yar olur
Her kim canından geçer ol vasıl-ı yar olur
HABERSİZ
Günde bir taş-ı bina-yı ömrümün düşdi yire
Can yatar gafil binası oldı viran bi-haber
Can yatar gafil binası oldı viran bi-haber
Dil bekası Hak fenası istedi mülk-i tenim
Bir devasız derde düştüm ah ki Lokman bi-haber
Bir devasız derde düştüm ah ki Lokman bi-haber
Bir ticaret kılamadım nakd-i ömür oldı heba
Yola geldum lakin göçmüş cümle karban bi-haber
Yola geldum lakin göçmüş cümle karban bi-haber
Kös-i rihlet çaldı mevt amma henüz can bi-haber
Asker-i azaya lerze düşdi sultan bi-haber
Asker-i azaya lerze düşdi sultan bi-haber
Ağlayıp nalan edip düştün yola tenha garib
Dide giryan sine püryan akıl hayran bi-haber
Dide giryan sine püryan akıl hayran bi-haber
Azığum yok yazığum çok,yolda dürlü korku var
Yolımu alursa n'ola ger div ü şeytan bi-haber
Yolımu alursa n'ola ger div ü şeytan bi-haber
Yol erü yolda gerekdür çağ-u çıplak aç-u tok
Mısri'ye gel didi sana çünkü canan bi-haber
Mısri'ye gel didi sana çünkü canan bi-haber
YA MUHAMMED
Yine dil natunı söyler Muhammed
Dil ü can mülkini toylar Muhammed
Dil ü can mülkini toylar Muhammed
Sen ol sultan-ı kevneynsin ki mahluk
Senün medhinde acizler Muhammed
Senün medhinde acizler Muhammed
Giyüp hil'at-i levlaki boyuna
Düşüptür saye serviler Muhammed
Düşüptür saye serviler Muhammed
Alur şems ü kamer nurı yüzünden
Saçun "velleyli" yeldalar Muhammed
Saçun "velleyli" yeldalar Muhammed
Kaşundur "Kabe Kavseyn ev-edna"
Teründür açılur güller Muhammed
Teründür açılur güller Muhammed
Boyun eğmiş dudur çeşmüne hayran
Çemen sahnında sünbüller Muhammed
Çemen sahnında sünbüller Muhammed
Lebün la'li dehanun madinüdür
Lisanun vahy-i Hak söyler Muhammed
Lisanun vahy-i Hak söyler Muhammed
Şu vaktin kim çıkup gezdün semayı
Bulup Hazrette rifatler Muhammed
Bulup Hazrette rifatler Muhammed
Kamu ervah-ı peygamber hem emlak
Seni iclale gelmişler Muhammed
Seni iclale gelmişler Muhammed
Seni şah-ı ilm kılup ol anda
Kamusı ümmet oldılar Muhammed
Kamusı ümmet oldılar Muhammed
Niçin olmayalar ümmet ki Hakkun
Rızasın sende buldular Muhammed
Rızasın sende buldular Muhammed
Ne noksan ire cahına kılursan
Niyazi'ye şefaatler Muhammed
Niyazi'ye şefaatler Muhammed
TEVHİD
Hakkı seven aşıklarun,eğlencesi tevhid olur
Işk oduna yanıklarun,eğlencesi tevhid olur
Işk oduna yanıklarun,eğlencesi tevhid olur
Durmaz isim sürer dili,sorar müdam doğrı yolı
Gerçek aradığın bile,eğlencesi tevhid olur
Gerçek aradığın bile,eğlencesi tevhid olur
İzinden ayırmaz gözüni,canla tutar sözüni
Görmeğe iver yüzini,eğlencesi tevhid olur
Görmeğe iver yüzini,eğlencesi tevhid olur
Halkun arasından çıkar,tevhidi görse can atar
Bülbül gibi daim öter,eğlencesi tevhid olur
Bülbül gibi daim öter,eğlencesi tevhid olur
Mal ü menalın terk ider,ehl ü iyalin terk ider
Halüyle kalün terk ider,eğlencesi tevhid olur
Halüyle kalün terk ider,eğlencesi tevhid olur
Dünya vü ahiret
perdesin,ardına atar cümlesin
Kor masiva eğlencesin,eğlencesi tevhid olur
Kor masiva eğlencesin,eğlencesi tevhid olur
Mırıya ayan kişinün gider çürüğü işinün
İçindeki can kuşunun eğlencesi tevhid olur
İçindeki can kuşunun eğlencesi tevhid olur
Mısri Divan 1
Ey gönül gel gayriden
geç aşka eyle iktida,
Zümre-i ehl-i hakikat
anı kılmış mukteda.
Cümle mevcudat-u
malumata aşk akdem dürür,
Zira aşkın evveline
bulmadılar ibtida.
Hem dahi cümle fena
buldukta aşk baki kalır,
Bu sebebdeb dediler
kim aşka yoktur intiha.
Dilerim senden Hüda’ya
eyle tevkifin refik,
Bir nefes gönlüm senin
aşkından etme gel cüda.
Masiva-yı aşkının
sevdasını gönlümden al,
Aşkını eyle iki alemde
bana aşina.
Aşk ile tamuda olmak
cennetidir aşıkın,
Lik cennette olursa
tamudur aşkın ana.
Ey Niyazi Mürşid
istersen bu yolda aşka uy,
Enbiya vü Evliyaye aşk
oluptur rehnüma.
Vezin : Mefailün
mefailün mefailün mefailün
Zehi kenz-i hafi
kandan gelür her var olur peyda,
Gehi zulmet zuhur
eder, gehi envar olur peyda.
Zehi derya-yi vahdet
kim kesilmez hergiz emvacı,
Bu kesret alemi andan
doğup naçar olur peyda.
Ne sihr-i bül acebdir
kim bu yüzden görünür ağyar,
O yüzden gayrı yok
tenha gelür dildar olur peyda.
O yüzden görüben ağyar
döner şem’-i cemalinden,
Felekler de görüp anı
döner edvar olur peyda.
Taşınur günde yüzbin
can adem iklimine her dem,
Gelür yüzbin dahi
andan bulur imar olur peyda.
Dışın içe hayalatı,
için dışa zuhuratı,
Birinden ol birine
tuhfeler her bar olur peyda.
O devriyle gelüptür Enbiya,
Mürsel meratibce,
Gehi mü’min zuhur eder
gehi küffar olur peyda.
Tecelli eyledikçe ol
sarayı sırr-ı ahfada,
Bu suret alemi içre
satu Pazar olur peyda.
Anın zatına gayet,
su’una hergiz nihayet yok,
Anınçün her bir
isminden gelür bir kar olur peyda.
Tecelli eyler ol daim
celal-ü gehi cemalinden,
Birinin hasılı cennet,
birinden nar olur peyda.
Cemali zahir olsa tiz
celali yakalar anı,
Görürsün bir gül
açılsa yanında har olur peyda.
Bu sırdandır ki bir
Kamil zuhur etse bu alemde,
Kimi ikrar eder anı,
kime inkar olur peyda.
Veli arif celal içre
cemalini görür daim,
Bu haristanın içinde
ana gülzar olur peyda.
Ne sırdır ki iki kimse
nazar eyler bu ekvane,
Biri ancak görür darı,
bire deyyar olur peyda.
İçi umman-ı vahdettir
yüzü sahra-yı kesrettir,
Yüzün gören görür
ağyar içinde yar olur peyda.
Alan lezzatı birlikten
halas olur ikilikten,
Niyazi kande baksa ol
heman didar olur peyda.
Görür ol kenz-i
mahfiden nice zahir olur eşya,
Bilür her nakş-ü
suretten nice esrar olur peyda.
Arabca şiirler :
“Merhaba ehlen ve
sehlen merhaba”
“Hamden ilahi ala ma
ente melce-una”
“Ve ba’di hamd-i illa
lehu alen-Nebiyyis-salat-i”
“Kad eşrakted-dünya
biş-şems-u Mevlana”
“Ya erham-el usat kün
rahiyma”
“Sekzani vech-i
mahbub-i şaraben”.
Vezin : Failatün
failatün failatün failün
İnn-e lir Rahman-i
tarfen kadr-i enfas-il vera,
Küllü mer’in salik-ün
necha kadimen bil-heva.
Men lehu akl-ün nech
yektedi bil-Mustafa,
Kad enarel-aşk-ı
lil-uşşak-ı munhac-il Hüda.
Salik-i rah-ı hakikat
aşka eyler iktida.
Cümle eşyaya birer
halet konulmuştur tamam,
Birbirinden bazı nakıs
bazın isti’datı tam.
Meşreb-i ala olan
neş’e nedir hasıl kelam,
Aşktır ol neş’e-i
kamil kim andandır müdam.
Meyde teşvir-i hararet
neyde te’sir-i sada.
Gülşen-i vahdet çü
kalb-i emr-i ram-ı aşktır,
Lezzet-i vuslat heman
ancak müdam-ı aşktır.
Terk-i kevneyn eyleyen
mest-i öüdam-ı aşktır,
Vadi-i hayret
hakikatta makam-ı aşktır.
Çün müşahhas olmaz ol
vadide sultan-ü geda.
Arifin aşk-ı İlahiden
yeğ olmaz hemdemi,
Nuş edip sahba-yi zatı
can olur her bir demi.
Mazhar ana ayn-i zahir
görünür gider gamı,
Eylemez halvet sarayi
sırr-ı vahdet mahremi.
Aşıkı ma’şuktan,
ma’şuku aşıktan cüda.
Ehl-i Hak olmak
dilersen zevk-ü taat terkin et,
İçini saf eyleyi gör
var kiyafet terkin et.
Pend-i guş eyle
basiretle sefahet terkin et,
Ey ki ahl-i aşka
söylersin melamet terkin et.
Söylekim mümkün müdür
tağyir takdir-i Hüda.
Varlığın mahvetmek
oldu ayin-i erkan sadıka,
Kalbini yakmak gerek
anın demadem barika.
Aşık oldur gitmeye her
dem başından saika,
Aşk gülünü çekti
hatt-i harf vücud-ü aşıka.
Kim ola sabit Hak
isbatında nefyi maada.
Ey Niyazi ibtidasız
zevk buldun aşktan,
Yarin isbatında (La)
sız zevk buldun aşktan.
Daim-ü baki fenasız
zevk buldun aşktan,
Ey Fuzuli intihasız
zevk buldun aşktan.
Böyledir her iş ki Hak
adıyla ola ibtida.
Vezin : Failatün
failatün failatün failün.
İki kaşın arasında
çekti hatt-ı istiva,
(Allemel esma) yı
ta’lim etti ol hattan Hüda.
Zat-ı ilme Mustafa,
esmaye Ademdir emin,
İkisinden zahir
olmuştur ulum-i Enbiya.
Şerh :
“İki kaşın arasında
çekti hatt-ı istiva”. Burada hatt-ı istivadan murad edilen nefs-i natıka
(konuşan nefis) ,yani “Hakikat-ı İnsaniyye” dir.Aynı zamanda “Nefs-i kül” de
tabir edilen nefs-i natıka için Nakşiyye ve sahir tarikat ehli insanın
vücudunda birer mahal tayin ederler ve bu mahal de iki kaşın arasıdır.Cenab-ı
Hüda ilm-i esmayi,yani isimlerin ilmini Nefs-i külden talim etti.İlm-i zatiyye
ye,yani Allahın zat ilmine Hz.Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz,ilm-i esmaya
da,yani isimlerinin ilmine de “Ve allem-e Adem-el esma-e külleha” ayeti mucibince
Adem aleyhisselam emindir.Diğer peygamberlerin ilimleri bu ikisinin ilminden
zahir olmuştur.
Zat-ü esma vü sıfat
ef’al-ü asar cümleten,
Her zamanda bir
Velinin vechine bunlar ziya.
Secde eyle Adem’e ta
kim Hak-ka kul olasın,
Eden Adem’den iba
Hak-tan dahi oldu cüda.
“Hazarat-ı hamse-i
İlahiyye” olan “zat, isimler, sıfatlar fiiller ve eserler” in cümlesi her
zamanda bir Velinin yüzüne ziya (nur) olur.
Adem’e secde etmeyen
Hak-ka kul olmaz.Ademe secdeden maksad Allaha secdedir.Adem (A.S.) zatın
mazharı olduğu için melekler kendisine secde ile Allah tarafından
emrolundular.Eski zamanlarda nakıs olanların kamil olan insana secde etmesi
adet idi.Hatta zamanı saadette Hazreti Peygamberden yeni müslüman olanlar bu
eski adetlerine uyarak kendisine secde etmeleri için müsaade istediler.O zaman
: “Eğer benim şeriatimde secde olsaydı kadının kocasına secde etmesini
emrederdim.Benim şeriatimde öyle şey yoktur” buyurdu.Velhasıl Hakkın gayrıya
secde etmek caiz değildir.Beytullaha (Kabeye) secde etmekliğimiz mazhar-ı zat
olduğu içindir, her ne kadar mukayyed ise de Allahın emriyle olduğundan mahzuru
yoktur.Nitekim Adem (A.S.) a melekler tarafından Allahın emriyle secde edildi.
Sureta gördüler Allah
diyeni olmuş fakir,
Sandılar Allah
fakirdir kendilerdir ağniya.
Kenz-i la yüfna yi
bilmez kandedir illa fakir,
Bahr-ı bipayanı bulmaz
etmeyen terk-i siva.
Hazreti Peygamberin
saadetli zamanında henüz vergi konmazken önce Resulullah (S.A.V.) Ebu
Bekir-issıddık (R.A.) hi Mekke-i Mükerreme çevresindeki Yahudilerin Hahamlarına
yolladı, teşekkül eden yeni idari işlerin yürütülmesi için katkıda
bulunmalarını istedi.Bunun üzerine Yahudiler,Muhammedin Rabbı fakir,biz
zenginiz diye gürültü ve şamata ettiler.Halbuki kenz-i mahfi olan Zat-ı İlahiyi
gerçek fakirden kimse bilmez.O sonsuz deryayı gayriyyetten geçmeyen, yani
ağyarı terk eylemeyen bulmaz.
Ravza-i hadrayı bilmez
Hızr’a yoldaş olmayan,
Ab-ı hayvan-ı bu zulmü
görmeyenler sandı ma.
Hızır (A.S.)
İskender-i Zülkarneyn ile ab-ı hayatı bulup içtiklerinden dolayı sürekli hayattadırlar
diye kitaplarda yazılıdır.Hızır (A.S.) İdris (A.S.) devrinde yaşamış ve aynı
zamanda onun sufli alemde tasarruf eden “Sahib-i şimali” idi.Zira İdris (A.S.)
Enbiyanın “Gavs” ıdır.Onun “Sahib-i yemini” de ulvi alemde tasarruf eden İsa
(A.S.) dır, hatta göğe kaldırıldığı da bu sebebdendir.Herbir nebi ölür,fekat bu
ikisi, yani Hızır ve İskender (A.S.) lar kıyamete kadar diridirler.İşte bu
ümmetten gelen Gavs’lar (Allahın ileri gelen velileri) keza İdris (A.S.) mın
vekili olduklarından bu sufli alemde tasarruf ederler.
Musâ (A.S.) mın Hızır
(A.S) ile yoldaş olmasına sebep; Bir kere Musânın kavmi : “Ya Musâ ,bu dünyâda
senden daha bilgili başka kimse varmıdır?” diye sorması idi. Kendisi Ululazim
Peygamberlerinden biri ol ması itibariyle cevaben : “Yoktur” dedi. Bunun
üzerine Mısır’ daki Reşid –iskelesinde ( Akdeniz ile Kızıldenizin birleştikleri
yerde ) buluşmaları Cenâb -ı Hak tarafından hazreti Musâya emrolundu. Hızırla
onun yoldaşlık etmeleri anlatıldığı gibi ledün ilminin tahsili için değildi,
çünkü hazreti Mûsâda esasen ledün ilmi mevcuttu. Hızır (A.S).mın gemiyi delipte
içine su dolmadığı hazreti Mûsâya, seni de Cenâb –ı Hak daha sen beşikte iken
bu gemi halkı gibi korudu demekti. Hızırın yolda bir çocuğu öldürmesiyle ;
hazreti Mûsâ : “ Ne için böyle haksız yere bu çoçuğu öldürdün?” sorması üzerine
Hızır: “Bu çocuk ileride büyüdüğü zaman âilesini küfre teşvik ettirecek idi,
bana gayreti İlâhiyye geldi ,anın için öldürdüm” cevabını verdi.
Cenâb-ı Hak ve
Resûllerinin şefkat ve merhametleri ,Melekler ve Velîlerin de gayretleri
gâliptir. Nitekim Hızır’ın çocuğu öldürmesi gayreti İlâhiyyeden dolayıdır ve
Fravunun boğulacağı sırada “ İnnî âmentü bi Rabb-i Musâ “, “ Mûsânın Tanrısına
inandım “ diyecekken Cebrâilin onun ağzını çamurla tıkaması , ömrü boyunca Allâhlık
iddiâsında bulunupta sonunda bu sözleri söylemekle İlâhi merhamete mazhar
olmaması için Cebrailin gayretinin galeyan edip Fravunun ağzını çamurla
kapayarak ona son nefesinde “ inandım” dedirtmemek istemesindendi.
Bil ki seddeyn iki kaş
İskender ortasındadır,
Cem’i cem-ül cem ile
feth oldu ebvâb-ı Hüdâ.
Seddeyn Çindedir
,oranın insanları kısa boyludurlar .Onlarda benî âdemdirler. Bunlara Ye’cüc ve
Me’cüc denildiği boylarının cüce olduğundandır. Hurûfîler indinde “ Seddeyn”
iki kaşa derler ve iki kaşın ortasına da “İskender “ denilir. Bazı kimselerde
iki kaş ortası olur.
İkinci beyitte geçen ”
Cem “ tevhîdde bekâ makamlarının birincisidir.Bu makâmda Hak zâhir ,halk
bâtındır. Bekâ makâmlarının ikincisi “ Hazret-il cem “ makâmında ise halk
zâhir, Hak bâtındır ki, bu makâm “ Şeriat makâmı “ dır. Her iki tevhid
makâmının toplamı olan “Cem-ül cem “ makâmı bekâ makamlarının üçüncüsüdür.
Kande bulur Hak-kı
inkâr eyleyen bu Mısrîyi,
Zâhir olmuşken yüzünde
nûr-i Zât-ı Kibriyâ.
Yüzünde Zât-ı
Kibriyânın nûru görünürken hazreti Mısrîyı inkâr edenler, nerede kaldıki Allâhı
bulurlar.Bulamazlar, çünkü o bir Kâmildir.Hak-kın kâmili ise ancak ikrâr ile
bulunur.
Vezin : Mef’ulü
mef’âilü mefâ’ilü feûlün.
Bir göz ki onun olmaya
ibret nazarında,
Ol düşmanıdır sâhibinin
baş üzerine
Kulak ki öğüt almaya
her dinlediğinden,
Akıt ana sen kurşunu
hemen deliğinden.
Sol el ki onun olmaya
hayr-ü hasenâtı
Verilmez ona Cennet
ilinin derecâtı.
Ayak ki ibâdet yolunu
bilmez onu kes,
Öğrensin onu mescid
önünde kapıda as.
İbret nedir ? İbret,
gözünle görüp bu mahlûkat mevcûdatın Hak-kın ef’âli olduğuna müşahededir.Ve her
şey İlâhi kudret ile meydana geldiğini ve her şeyde Hak-kın sıfât-ı
subûtiyesinin
bulunduğunu görmek ve ef’âlin sıfâta mazhar olduğunu anlamaktır. İşte bu
tevhîd-i ef’âl ve tevhîd-i sıfattır.
“Bir dil ki Hak-kın
zikri ile olmaya mu’tâd,
Urma sen ol et
pâresine dil deyu hiç ad.”
Nefsim deme şol dîve
ki ilter seni şerre,
Nefis odur anın fikri
vü meyli ola hayre.
Gönül müdür ol kim içi
vesvâs ile dolmuş,
Kibr ile hased askeri
her yânını almış.
Şol cân ki fekat cismi
diri tuta deme cân,
Hayvanda da vardır o
damarlarda dolan kan.
Çünkü dil Hak-kı
zikretmek içindir. Hak-kı zikretmeyen dile dil denilmez ( o yalnız bir et
parçasıdır.).
“Can ol ki nefaht-ü
dedi Kur’ânda ana Hak,
O nefha-i
Rahmâniyyedir bu sırr-ı mutlak.”
Can odur ki, Cenab-ı
Hak Kur’ânı Keriminde: “ Nefaht-ü “ dedi, yani “Fe izâ sevveytuhû ve nefaht-ü
fîni min rûhî ...”,” Onu tesviye ettiğim vakit ona rûhumdan nefhettim”. İşte
Âdemin yaradılışı tamamlanıp ona ruhdan üflendiğinde nefhedilen rûh mutlak olan
Hak-kın ruhûdur . Bu rûh insana nisbet olunduğu halde “İzâfî ruh” denir. Çünkü
asıl ruh mutlaktır. Meselâ, güneş sabahları doğunca her pencereden ışığı vurur,
şimdi güneşin mukayyet olması lâzım gelmez. Güneş yine mutlaktır. İşte bunun
gibi Hak-kın rûhu da mutlaktır. Bu âlemler işte bu nefha ile şenlendi.Nefhadan
murat Îlâhi hayattır.
“Ol rûh –i izâfiye kim
erdi odur insân,
Ol nokta-i kübradır
olan sûret-i Rahmân.”
Însanda denür ana dahi
hem Âdem-i ma’nâ,
Hem rûh-u musavverdir
o hem âkil-ü danâ.
Zirâ ki cihâna neye
geldiğini bil
Maksûd olunan matlab-i
a’lâsını buldu.
Ol nefha imiş diri
tutan cümle cihânı
Ol nefha imiş zîynet
eden bâğ-ı cinânı.
Ol nefha ile oldu
imâret bu avâlim,
Ol nefha ile oldu kamû
yedi ekâlim.
Yukarıdaki beyitte
geçen yedi ekâlim yedi iklim demektir. Yedi iklime ayrı ayrı yedi yıldız
nâzırdır, yani bu iklimlerin tali’lerine bu yedi yıldız nezaret eder.
Bu yıldızlardan biri
güneş, diğeri ay, ayrıca beş yıldız da bu yedi iklimin taliini gösterir.
Mesela, Arabistan ikliminin talii güneştir. Anın için halkı çok yaşar. Ay
Frengistan (Avrupa) ikliminin taliidir, halkı çok uzun ömürlü olmaz. Rum
ikliminin (Türkiye ve yakın Şark memleket halkının ) talii zühre (Venüs)
yıldızıdır. Tuna nehrinden ileriye (Asya Hindistan (Pakistan Çinhindi,
Avustralya) talii Zühal (Saturn), Afrika memleketlerinin talii Müşteri
(Jüpiter), sâir Amerika gibi uzak yerlerin Kutup ve Okyanusların talii Merih
(Mars) yıldızıdır. Velhasıl herbir iklimin talii birer yıldızdır.
Ol nefha ile gözü
açıklar görür ibret,
Ol nefha ile işidilir
ma’nâ-i hikmet.
Ol nefha imiş Âdem’e
bil meşreb-i a’lâ,
Ol nefha imiş kâf-ı
vücûdundaki Ankâ.
Birinci beyitte “Ol
nefha imiş Âdem’e bil meşreb-i a’lâ ” da geçen nefhadan maksad: Âdemin kalıbı
tamamlandığında kendisine İlâhi hayat tecelli olundu. Yani önce “ Nur-i
Muhammedî “ yaratılıp,sonra o nûr hazreti Âdemden tecelli olundu. Ten Âdemin,
ruh Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V) nındır. Bu âlemden başka isimler ve
sıfatlar âlemlerine “Meleküt âlemi “ tabir olunur.Ruh süfli olursa nefs, ruh
ulvî olursa işte ona ruh denilir.
Dil anın ile kıldı
özün zikrine mu’tâd,
Ol nefha ile dâim eder
yâr adını yâd.
El anın ile vermeğe
meyl eyledi mâli,
Ayak dahi doğrulttu bu
nefha ile yolu.
Nefs anın ile
râzıyye-vü marziyye oldu,
Emmâreliğin terk
edüben tezkiyye buldu.
Rûh anın ile etti
semâvâta urûcu,
Kıldı melekûta dahî
anınla vulûcu.
Ulvî olup ıtlâka
eriştirdi sülûku,
Mülki şu ki terk ede
bulur şâh -ı mülûku.
İniş dahi yokuş bir
olur cümle yanında,
Cismindeki can gibi
bulur dostu canında.
Gider ikilik birlik
olup her şey olur Hak,
Çün gide bulut âleme
gün doğa muhakkak.
Ol nafha ki Âdem
demidir Âdemi iste ,
Ol demde Niyâzi erilür
menzil-i dosta.
_________
Vezin : Fâilâtün
fâilâtün fâilâtün fâilün
Habs için geldi, gelüp
ıtlak için ferman bana,
Evvelki kahr , âhiri
ihsân eder Sultan bana.
Erbâin’im çün tamâm
oldu dahi on gün geçer,
Hatm olur menzil
merâtib can olur canân bana.
Kâb-e kavseyn-i
ev-ednâ üçyüzellidir bilin,
Doğdu gün mağribden
açtı zulmet-i Sübhân bana.
Hazreti Mısrî ile
hazreti Hüdâyî (K.S.E) ayni devirde, yani İkinci Sultan Ahmet zamanında
yaşamışlardı.Her ikisi de İstanbul'da Üsküdar'da şimdi Hüdâyî dergâhı bulunan
mahalle Mısrî efendinin evi yakın ve birbirlerine komşu idiler.Mısrî efendi
İmâm-ı Hasan ve İmâm-ı Hüseyn efendilerimiz hazretlerinin Nübüvvetlerine dâir
bir risâle yazmıştı.Bu risâle hakkında Hüdâyi efendi ; Fahrı âlem (S.A.V )
hâtemül Enbiyâdır, andan sonra nübüvvet yoktur diyerek gadap etti. Halbuki
burada Hazreti Resûlün nübüvveti teşriiyenin hâtemi olduğunu anlamadı ve
hazreti Mısrîyi İkinci Sultan Ahmed’e şikayet etti. Padişâh da Mısrî efendinin
evinde habsi için 3-4 tezkere gönderdi, hatta bunlardan birini fakirda
gördüm.İşte bu sebepten Mısrî efendi 50 günlük hapisliği kabul etti ve sonra
serbest bırakıldı.
Geldi Hak, bâtıl firar
etti dolaştı mağribe ,
Zâhir oldu gizli
sırlar verdi Hak bürhan bana.
Ol dem İsmâil gibi
teslim-i Hak etti hemin,
İkiyüz bin dahi
yetmişbeşte bir kurban bana.
Anladım zebh -i azîme
bir işârettir bu koç,
Hem beşârettir gele
Yahyâ ile mihmân bana.
Halkı âlem dediler
İsâ’ya Mısrî bir zaman,
Dahî bundan özge mâ
evhâ dedi Kur’an bana.
Mağrib mahalli
gaybtır. 1275 tarihinde bir Kâmil insan zuhur edip, anın mensuplarının İmâm-ı
Mehdi ye kadar yetişeceğine bir işârettir.
“ Halk-ı âlem dediler
İsâ’ya Mısrî bir zaman” .
Mısrî efendiye
zamanında İsâ meşrebinde bir adam demelerinin sebebi,İsâ gibi kendisine de
İlâhi vahî gelir demelerindendi.
____________
Vezin : Müstef’ilün
müstef’ilün
Ey derde dermân isteyen
Yetmezmi derd derman sana,
Ey râhat-ı cân isteyen
Kurbân olandır cân sana.
Yağma edersin varlığın
Gider gönlünden darlığın,
Mahveyle sen
ağyarlığın Yâr oliser mihman sana.
Sermâye bu yolda heman
Teslim olur buna inan,
Sıdk ile Allâha dayan
Etmezmi gör ihsân sana.
“ Ey aşkının derdine
tutulmuş derman isteyen”
Derdinin dermânı senin
aşkındır, zirâ maksada seni o ulaştırır, esasen maksat da budur, çünkü aşk,
insanın vücûdunun bütün organlarıyla, hatta herbir zerresiyle sevgilisine
teveccüh etmek manâsınadır. İşte maksad da budur.
“ Ey cânının rahatını
isteyen , cânındır kurban sana.”
Onu, yani canını feda
et. Senin huzursuzluğun vâriyetindir.Variyet dahi candan gelir,cânını kurban
edince rahat olursun.
“Yağma edersin
varlığın Gider gönülden darlığın “
Varlığın yağma edersen
, yani vâriyet Hakkın olduğuna ve senin olmadığına vâkıf olursan ve ağyarlığını
yok edersen huzursuzluğun gönülden gider, rahata erersin. O zaman kiseye dargın
olmazsın ve hakiki Yâr sana dâima yol gösterir.İşte bu gerçek Dost’a teslim ol
ve bu yolda sermâyen bu olduğuna inan. Allâha sıdk ile (doğrulukla) sarıl, o
zaman elbette sana pek çok şeyler ihsân olunur.
Tevhide tapşur özünü
Kimseye açma râzını,
Şeyh izine tut yüzünü
Şeyhin yeter bürhân sana.
Eyün kişi yol alamaz
Maksûdunu tiz bulamaz,
Bekle maârif kapusun
Yüz göstere irfân sana.
Dünyâ ile ukbâyı ko
Ûlâ ile uhrâyı ko,
Var ol kuru sevdâyı ko
Matleb yeter Sübhân sana.
“Tevhîde tapşur özünü
“ demek, rûhunu tevhîde uydur demektir. Tevhîdin manâsını daha küçük bir çocuk
iken ilm-i hal kitaplarında okursun. Hakk’ın sıfâtı selbiyesi altıdır.
Birincisi : Vücûd.
Yani vücûd -u Hak. Bu âlemi vücûdda Hakkın vücûdundan başka vücûd yoktur.
İkincisi : Kıdem. Yani
evveli yoktur.
Üçüncüsü : Bekâ. Yani
âhiri yoktur.
Dördüncüsü :
Muhâlifetilhavâdis. Yani yaratıklardan hiç birine benzemez.
Beşincisi : Kıyâm
binefsihi. Yani Allâh binefsihi kâimdir.
Altıncısı :
Vahdâniyet. Yani Allâhın ef’âlinde, sıfâtında ve zâtında eşi ve benzeri yoktur
demektir
Şimdi sen elinle iş
işlersin, gözün ile görür ve kulağın ile işitirsin ve ağzındaki dilin ile
söylersin. Bu ef’al ,yani işler ve sıfatlar kimindir? Fâil ve mevsuf Hak
değilmidir? Bu vücûd kimin zâtıdır? Hakk-ın zâtıdır, bizim zuhûrumuzda
gizlenmiştir. İşte bütün bunları henüz küçük bir çocuk iken öğreniyoruz.
“ Kimseye açma râzını
“, yani kimseye sırlarını söyleme, zirâ cahiller çoktur, bu gerçekleri
anlayamazlar veya anlamak onların işlerine gelmez.
“ Şeyh izine tut
yüzünü “ yani Şeyhin sana delil kâfidir.
“ Eyün kişi yol alamaz
Maksûdunu tiz bulamaz “
Büyük kişiler yol
alamazlar, Çünkü oraya buraya kolayca sokulamazlar ve isteklerini çabuk elde
edemezler.zirâ kibirleri buna engeldir.
“ Bekle maârif kapısın
Yüz göstere irfân sana “ Maârif kapısını bekle, Mürşid sana irfân gösterir.
“ Dünya ile ukbâyı ko
Ulâ ile uhrâyı ko “
Dünya ile ukbâyı, ulâ
ile uhrâyı ve var ise kuru sevdâyı terk et. Sübhân , yani Cenâb-ı Hak sana
matlup kâfidir. Çünkü dünyâ için ibâdet eden riyâ ehlidir. Bu adam namaz kılar
ve oruç tutar ve şöyle yapar, böyle yapar denilerek herkesden bir itibar ve
hüsnü zan görmek için yapılırsa bu riyâdır. Âhiret için olursa nefsini cehennem
azâbından kurtarmak ve cennette makâm bulmak için olursa, bunlarda kendi nefsin
için olduğundan her ikisi de malül yani sakat ibâdetlerdir. Yapılan ibâdetler
Allâhın rızâsı için olmalıdır.
İbâdet edenler üç
mezhep üzerindedir: Bunlardan birincisi “Avam”, ikincisi “Ebrâr “, üçüncüsüde
“Mukarrabîn” dir.
İbâdetin ednâsı : “ Lâ
havle velâ kuvvete illâ billâh” , yani “Yâ Rab, kuvvet ve kudretim yoktur,senin
kuvvet ve kudretinle namazı kıldım” demek, işte bu ibâdetin ednâ olanıdır.
İbâdetin alâsı âbid; mabûd, ibâdet sensin demektir.
Candan talep kıl
yârini
Ver canı bul didârını
Yok eyle kendi vârını
Kim var ola cânan
sana.
Çürüklerin hep sağ
olur
Zehrin kamû bal yağ
olur,
Dağlar yemişli bağ
olur
Cümle cihân bostân
sana
Güçtür katî Hak-kın
yolu
Dergâhı hem gâyet ulu,
Sıdk ile olmazsan kulu
İtmez yolu asân sana.
Kulluğa bel bağlar
isen
Şâm-ü seher ağlar
isen,
Sular gibi çağlar isen
Tiz bulunur ummân
sana.
Bülbül oluben öte gör
Gül gibi açıl tüte
gör,
Aşk ödüne can ata gör
Gülzâr olur nirân
sana.
Yüzün Niyâzi eyle Hâk
Derd ile bağrın eyle
çâk,
Kalbin saryâyın eyle
pâk
Şâyet gele Sultân
sana.
Candan yârini talep
et, ver cânını bul didârını. Kendi vâriyetini yok et ki, sana canân var olsun.
O vakit çürük ve zehir gibi olan itikadların sağlam ve bal gibi tatlı olurlar.
Dağlar yemişli birer bağ ve cümle cihân sana bostân olur ve sen de zengin
olursun.
“ Güçtür katî Hak ‘kın
yolu Dergâhı hem gâyet ulu”
Çünkü yolcu olan kimse
delili bulamazsa, Hak’ka nasıl ulaşır? Bulamazsa ulaşamaz. Delillik davâsında
bulunanlar pek çoktur, ancak yolu bilen delil güç bulunur. Yoksa Hak’kın yolu
pek kolaydır, yeter ki gerçek Kâmil insanı sen bulasın .
“ Sıdk ile olmazsan
kulu Etmez yolu asân sana”
Sıdk ile kul , yani
zelil olmazsan, Cenâb -ı Hak kendisine ulaştıran yolu sana kolay buldurmaz.
“ Bülbül oluben öte
gör Gül gibi açıl tüte gör”
Bülbül gibi dâim
figânda ol ve gül gibi açılıp zelil ol. Ve aşk ateşine cânını at, işte o zaman
herbir mihnet ve meşakkat sana rahatlık olur.
“Yüzün Niyâzi eyle hâk
Kalbin sarâyın eyle pak”
Ey Niyâzî yüzünü sen
toprak et ve derdinle de yakan çâk et. Kalbin evini de sen pâk et. İşte böyle
yaparsan, ancak o zaman Sultan gelir, yani o kalbin asıl sâhibi olan Allâh
gelir,gönlüne yerleşir.
____________
Vezin : Müstef’ilün
müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün__________
Ey çarh- ı dûn nittim
sana hiç vermedin râhat bana,
Güldürmedin önden sona
ah mihnetâ vah mihneta
Bendinden âzad
etmedin, feryâdıma dâd etmedin.
Bir dem beni şâd
etmedin ah veyletâ vah veyletâ.
Burada çarhtan murad
bahttır, yani ey baht-ı dûnum, bana hiç rahat vermedin,beni hiç güldürmedin
sıkıntıdayım vâh, vâh. Beni benden ayırmadın, benim feryâdıma erişmedin, beni
hiç sevindirmedin vâh, vâh.
“ Erişmedi dosta elim
Rahmâna varmadı yolum “
“ Çıkmadı başa
menzilim ah gurbetâ vah gurbetâ ”.
Dosta elim erişmedi,
Rahmâna yolum varmadı,menzilim başa çıkmadı ah gurbet, ah gurbet, yani dünya da
bile kalınacak bir yeri yok. Çünkü insân ruhlar âleminden “ Lakad halaknel
insân-e fî ahsen-i takvîm sümme redednâ-hü esfel-e sâfilîn “ fehvâsınca güzel
bir biçimde yaratılıp esfeli sâfilîn olan şahâdet âlemine, bu görünen âleme
gönderildi. O bu âlemde gurbettedir. Eğer o insân rûh yoluyla aslına
yükselemezse, yani ef’âlini, sıfâtını ve zâtını Hakta yok edip te yükselmeyi
başaramazsa, hayvan ve madenden bile aşağı kalır. Çünkü insânın yeri o takdirde
bunlardan daha aşağı olur.
Kârım dürür derd ile
gam gitmez başımdan hiç elem,
Gülden cüdâ bir
bülbülüm ah firkatâ vah firkatâ .
Mecnûn veş âh edeyim
Ferhâd veş vâh edeyim,
Bu virdi her-gâh
edeyim ah hasretâ vah hasretâ.
İkinci beyitte gülden
murad edilen rûhlar âlemidir. Demek istenir ki bu rûhlar âleminde uzak düşmüş
bir bülbülüm. Mısrî efendi şeyhi Sinân Ümmî Mehmet efendinin emriyle hakîkat
ilimlerini tahsil için Mısır’a gitmiş idi. Orada tahsilde iken Şeyhi vefat
ettiğinden seyri sülûk gösteremedi. İşte beyitler bunu terennüm eder.
“ Var mazsa yolum
Şeyhime, sarmazsa merhem yâreme,
Olmazsa çâre derdime
ah hayretâ vah hayretâ”.
Eğer benim yolum
Şeyhimin yoluna varmazsa ve Şeyhim yarama merhem sarmazsa veyahut derdime bir
çâre olmazsa vah hayretâ, vah hayretâ demiştir.
Niyâzî Mısri Üsküdarda
oturdukları sırada kendisine manâ âleminden bizzat Resûlüllah (S.A.V) seyr-i
sülûk ettirdi. Bazen İmâm-ı Hasan ve İmâm-ı Hüseyin efendilerimiz dahi gelip
tevhid makâmlarını gösterirler idi. Bir sâlik sıdkiyle sülûk ederse, cem-ül-
cemde Resûlüllah efendimiz ana gelir. Bilhassa “ Ahadiyet makâmı “ nı bizzat
Resûlüllah efendimiz telkin ederler. Zirâ bu makâmın sâhibi ancak odur,başka
kimse telkin edemez. İşte bir kimsenin meyl ve muhabbeti olduğu vakit son
nefeste olsun ana sülûk gösterilir, anı Cenâb-ı Hak kabul eder ve sâlik ise
makâm gösterilir.Bir sâlik tevhîd makâmlarından ilki olan “ Tevhid-i Ef’al “
görüp de Şeyhi vefat etse , gerek bu âlemde ve gerek âhiret âleminde, yani
kabirde, haşirde neşirde ana tekmil-i makâmat ettirilir.Bunu ya Şeyhi veyâ
diğer Veliler yaparlar. Hazret-i İbrahim (A.S) tevhîdin babası olması
itibariyle bu gibi sâliklere en önce kendisi makâmları gösterir, sonra diğer
Velileri tayin edip o sâlikin makâmını tamamlatır.
Yanar Niyâzî derd ile
hiç kimse yok hâlin bile,
Nâlân olup girdi yola
âh rihletâ vâh rihletâ.
_______________
Vezin : Mefâilün
mefâîlün mefâîlün mefâîlün
Uyan gafletten ey
gâfil seni aldatmasın dünyâ,
Yakanı al elinden kim
seni sonra kılar rüsvâ.
Ne sandın sen bu
gaddârı ki tâ böyle anı sevdin,
Anı her kim ki
sevdiyse dinini eylediği yağmâ.
Cenâb-ı Hak gâfiller
hakkında Kur’an-ı aziymüşşânında buyurur:
“ Velekad zere’nâ
li-cehenneme kesîren minel cinni vel insi...” (Araf suresi , âyet 179 ). “ Biz
cehennem için insan ve cinlerden pek çok kimseleri yarattık. Anların gözleri
var görürler, lâkin taş ve ağaç görürler, fekat gerçekleri göremezler. Anların
kulakları vardır, bu insan sesi, şu hayvan sesi diye işitirler, velâkin ses
kimindir, çağıran kimdir bilmezler. Anların kalbleri vardır, velâkin Hakkı
idrâk etmezler. İşte bunlar hayvan gibidirler, belki hayvandan da daha
aşağıdırlar”. Hayvan hiç değilse kendisine zararlı veya faydalı olan şeyleri
bilmeğe yaradılıştan itibaren istidatlıdırlar, bu gibi insanlar ise bu ilk
bilgilerini de kaybetmişlerdir. Çünkü her bir çocukta fıtrat ilmi vardır âkil
baliğ oldukça gaip olur. İşte gafiller hakkında Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı
Azimüşşan’da böyle buyurdu.
“Uyan gafletten ey
gâfil seni aldatmasın dünyâ”
Ey gâfil uyan, seni
aldatmasın dünyâ. Şimdi dünya nedir, malmıdır? Elbisemidir? Konakmıdır? Hayır.
Çok karun gibi zenginler var, halbuki dünyâ ehli değillerdir. Çok yoksul kalmış
insan var, hatta kapı kapı dolaşıp avuç açar,dünyâ ehlidirler. Dünyâ insanı
Hak’dan iğfal eden, Hak’dan gâfil kılan şeydir. Ne olursa olsun Hak’dan gâflet
veren herşey dünyâdır. İşte ey gâfil uyan, zirâ dünyâ aldatırsa, âhirette,
Allâhın huzurunda da seni rezil eder.
“ Adâvet kılma
kimseyle sana nefsin yeter düşmân,
Ki asla senden
ayrılmaz ömür âhir olunca tâ.”
Bir mü’minin diğer bir
mü’min kardeşine düşmanlık etmesi câiz olmaz. Cenâb-ı Hak Kur’ânı
aziymüşşânında bu gibilere lânet etmiştir. Kâfirin de zâtına düşmanlık olmaz,
zirâ sûret-i insâniyededir, ondan sâdır olan habis olan fiillerine adâvet
olunur. Velhasıl hiç kimseye düşmanlık besleme, sana nefsin düşman yeter ve o
nefis ömrün sona erinceye kadar senden ayrılmaz, seninle beraberdir.
Evliyâdan biri
rüyâsında kendisini Medine-i Münevverede İbni Abbas kubbesi altında oturur
görür. Mübâşir kılıklı biri gelir. “ Seni beldenin hâkimi istiyor “ der. Bu zat
:” Benim beldenin hâkimi ile işim yoktur.” diyerek geleni yanından kovar.
Sonradan düşünür, bu beldenin hâkimi Resûlüllah efendimizdir, hemen kalkıp
Harem-i şerifte Şebeke-i Resûle gider.Orada zayıf bir adam oturur görür.
Şebeke-i Resûlden nidâ gelir : “ Senin hakkında davâcı var.” Bu defa zayıf
adama : “Nedir davân söyle” buyururlar. “ Efendim, bu zat beni doyurmaz, su
vermez beni aç bırakıyor, beni öldürecek “ deyince o zat bu zayıf adamın kendi
nefsi olduğunu anladı.”Ya Resûlallah , sen buyurdun size nefsiniz yeteri kadar
düşmandır,ondan korunun, eğer ben bunu aşırı derecede beslersem, sonra bana
uymaz,beni tehlikeye kor”. Bunun üzerine Resûlüllah buyurdu: “ Aferin benim
hadisimle âmil olmuşsun “. Bu defa nefis : “Yâ Resûlüllah buyurdun nefis sizin
binek atınızdır, ona iyi bakın ,bu zat beni öldürecek”. Bunun üzerine
Resûlüllah efendimiz : “Haydi o bilir seni öldürmiyecek kadar bakar “
buyurdular.
“ İşittin Hak
Resûlünden nice âyât-ü ahbârı,
Veli nîdem ki kâr
etmez bu öğütler sana aslâ.”
Ayât, Kur’ânı
azîymüşşânın âyetleri, ahbâr ise Hazret-i Peygamber Efendimizin hadisleridir.
Sahâbeler Kur’ânın anlayamadıkları âyetlerini Hazret-i Resûlüllaha sorarlar,
kendileri de bunları hadislerle açıklardı.
“Bu zâhir gözünü örtüp
bana tut cân ile gönlün,
Ki her bir sözün
içinde duyasın cevher-i manâ”.
Zâhir gözünü ört, bu
sûretlere bakma, gönlünü bana çevir, o zaman her sözün içinde nice bintürlü
manâ cevherlerinin olduğunu duyarsın.
“Kelâm-ı Mustafâ
zevkin dimâğında bulan gör kim”
Muadil olmaz ol zevke
hezâran men ile selvâ.
Hazret-i Peygamberin
sözlerinin tadını dimâğında tut, zirâ ol zevke bin bıldırcın kebâbiyle helva
muâdil olamaz, çünkü onun sözleri rûhun gıdasıdır, diğerleri ise nefsin
gıdasıdır, rûhun gıdasına bedel olabilir mi, elbette olamaz.
“Kemâl-i devlet
istersen oku ayât-ı Kur’ânı
Ki her harfin içinde
var Niyâzî bin dürr-i yektâ”
Eğer kemâl-i devlet
istersen Kur’ânın âyetlerini oku, her ne kadar Allâhın âyetleri Arabça ise de
derin manâsını esasen Arab da anlamaz, yalnız sözlerini anlar. Kur’ân bize
mürşiddir. Zât, Mürşid-i Hak’tır. Nebî ve Velîler Allâhın tercümânıdırlar.
Cenâb-ı Hak kullarını bunların vasıtasıyla irşâd eder.
____________
Hatm-i cem-il
Mürselinin fahrıdır fahr-ü fenâ,
Hatm odur kim bir ola
yanında hem şâh-ü gedâ.
Devlet-i dünyâ seni
bir rütbeye muhtac eder,
Devlet oldur sana her
bir rütbeden vere gınâ.
Dersin aklından
alursun bil sana olmaz delil,
Dersini var Hak’dan al
kim ilmin ola rehnümâ.
Bütün Mürselînin
sonuncusunun fahri “ Elfakrü fahri” fehvâsınca fakrû fenâdır. Fenâ, fakrın
atf-ı tefsiridir, yani fakr bir insanın ef’âlini Hak-kın efâlinde, sıfâtını
Hak-kın sıfâtında, vücûdunu Hak-kın zâtında fenâ etmektir, yani fâil, mevsuf ve
mevcûd Hak-tır. Fiil, sıfat vücûd, benimdir diyen şirk ehlidir. Meselâ, şu
kitabı buradan kaldırıp şuraya koydun, bu fiili kim işledi dersen, şirk ehli,
ben işledim, ben gördüm, ben işitirim ve söylerim ve bu vücûd benimdir derse, o
zaman bu işlerin yaratıcısı da sen oluyorsun demektir. Hayır Hâlik Allahtır.
İşte cevap veremez. Görülüyor ki seni ve senin yaptığın her şeyi yaradan
Allahtan başkası değildir, o halde nasıl ben yaptım, ben ettim, ben iştirim
dersin?
Hatm ikidir: Biri
“Hatm-i Velâyet-i Muhammediyye”, ikincisi “Hatm-i Velâyet-i Amme” dir.
Bunlardan “Velâyet-i Muhammediyye” makâmı Allâhın en seçkin bir insanı olan
“Gavs”ın makâmıdır. “ Velâyet-i Amme “ ise insanları irşâda memur edilen
Velîlerin reislerinin makâmıdır. Çünkü Velâyetin çok mertebeleri vardır. Bu
sebepten Velîlerin herbiri aynı mertebede değildir, ayrı ayrı mertebelerin
sâhipleridir. Dünyâda insanlara bahşedilen devlet ve dünyâ mertebeleri de birer
ilâhî ihsandır. Her mertebeden gınâ veren devlet Gavsın rütbesidir. Hatta “
Errahmân-ı alel arş-İstivâ “ âyetinin tefsirinde Rahmandan murad (Gavs) tır
denilmiştir. Dünyâ ve âhiret, arş ve kürsi (Gavs) ın elinde bir hardal dânesi
kadardır, tasarruf eden odur. Şimdi onun bu devleti bir Hükümdârın devleti gibi
olur mu , hiç şüphesiz olmaz. Gerek Velî olsun, gerek Hükümdâr olsun hepsi
Cenab-ı Hak-kın mazharlarıdırlar, bir Velî Padişâha gitse ana itibar eder.
Dersini aklından
alırsan, akıl seni tehlikeye atar. Akıl insana delil olamaz, Dersini Allâh’tan
al ki , o zaman ilmin sana delil olsun.
Belki Mûsâ’yı telemmüz
eylese etmez kabûl,
Hızr ile hem-râh olan
kes eylemez çün-ü çerâ
Hazreti Musâ’nın
kalbinde çözemediği üç müşkülü vardı ki, halli kerâmet-i kevniyyeye muhtaç idi.
Bunun için Cenâb-ı Hak Musâ’ya hitaben: “Mecmail-Bahreynde benim Velî bir kulum
vardır, kalbindeki müşkülleri o hal edecektir, oraya git, onunla buluş” diye
emir verdi. Hazreti Mûsâ ile Hızır (A.S.) orada buluştular, birlikte bir gemiye
bindiler. Bir müddet sonra Hızır (A.S.) gemiyi deldi. Bunun üzerine Hazreti
Mûsâ (A.S.) gemiyi niçin deldin, gemi içinde bu kadar insan var; boğulacaklar.
Çünkü Nebî şefkatli olur. Gemiden dışarıya çıktılar, bu defa oyun oynamakta
olan çocuklardan birinin Hızır (A.S.) tutup başını kopardı ve kürek kemiğini
Hazreti Mûsâ’nın eline verdi. Hazreti Musâ bakıp gördü ki, çocuk büyüdüğünde
anasını ve babasını küfrettirecek. Sonra bir beldeye geldiler, orada
kendilerine ahaliden hiç kimse hüsnü kabul göstermedikleri halde eğilmiş, yıkılmak
üzere olan bir duvarı Hızır (A.S.) tutup düzeltti. Bütün bunlar ne demek
oluyordu? diye Hazreti Musâ sorunca, cevaben Hızır:
“Yâ Musâ, hani sen
doğduğun sıralarda Firavun, yeni doğan bütün erkek çocukların öldürülmesi için
emir vermişti. Bunu bilen anan seni, oğlumun öldürülmesi gözlerimin önünde
olmasın diyerek seni beşiğin içine koyup Nil nehrine bıraktı. Allâh seni
nehirde boğulmaktan korudu. Firavunun sarayına alındın, büyütüldün. İşte gemiyi
delmem de böyle oldu. Gemi sağlam kalsaydı, Firavunun adamları gelip gemiyi
ganîmet olarak alacaklardı, halbuki gemi senin korunduğun gibi, sen de vaktiyle
Peygamberliğinden önce Firavunun bir hizmetkârı ile kavga eden ve sana sığınan
adamı sen tutup öldürdün, zirâ o adam sağ kalsaydı, Beni İsrâilin bir çoğunun
kanını akıtacaktı. Benim öldürdüğüm çocuk da âilesini büyüyünce küfre dâvet
edecekti. Üçüncüsünün cevabını istersen, hani sen vaktiyle Şuayp (A.S.) mın
kızlarına su almak için kuyunun ağzındaki ağır taşı parasız olarak kaldırdığın
gibi. Bize hüsnü kabul göstermeyen belde halkının duvarını da parasız olarak
doğrulttuğum gibidir, çünkü bu duvarın içinde evvelce saklanmış bir hazine
vardı ve sâhibi ise henüz küçük bir yetim idi. Şâyet ben o duvarı doğrultmamış
olsaydım, duvar yıkılacak ve hazineyi de başkaları alacaktı” demiştir.
Bütün bu açıklamaları
dinleyen Hazreti Musâ:
“Senin gidişin başka,
benim gidişim başka” diyerek Hızır (A.S.) dan ayrıldı. Çünkü evvelce de beyân
ettiğimiz gibi Nebîler şefkât ve merhamet-i İlâhiyye ile, Velî ve Melekler ise
gayret-i İlâhiyye ile zâhir olurlar.
Lût (A.S.) , kavmini
mahvetmek üzere Allâh tarafından gönderilen Cebrâil ile Mikâil’i karşısında
görünce şefkatinden ağladı, çünkü mahvolacak kendi ümmeti idi. Peygamberler
mucize göstermek üzere emir olundukları zaman ellerini vurup, eyvâh şâyet
ümmetim göstereceğim bu mûcizeye inanmazlarsa halleri nice olur? Sonunda
kendilerine İlâhî gazap tecellî edecek ve mahvolacaklar diyerek mucize
göstermekten kaçınırlardı, zirâ onların merhametleri çok fazladır.
İzzet istersen yürü
var bekle zillet kapısın,
Teş-i a’dâ ile kayna
olunca kimya.
Kâb-e Kavseyni ev-ednâ
da ikâmet eyleme,
Zât-ı baht nûruna yan,
bul makâm-ı mütehâ.
Mısrîye hatm-il
makâmat oldu her şey ferâğ,
Zâhir-ü bâtında
kalmadı ebed illâ Hüdâ.
Düşmanlar yanar yanar
nihayet kimya olur, yani tevhide gelerek dost olurlar. Sen de kayna, eri kimyâ
ol.
Burada “Kaabe Kavseyn”
den murad edilen Tevhidin “ Cem-ül-cem makâmıdır. Bu makamda çok kalma ,En son
makâm olan “ Ahadiyyet “makâmına ise Hazret-i Resûlüllah (S.A.V) efendimiz ma’nen
telkin buyurursa geçilebilinir. Bu sebeple Beyâzıd-ı Bistâmî Hazretleri de bir
defasında : “ Ben bir deryâya daldım ,Enbiyâ kenarında kaldılar “ buyurduğu
deryâ işte bu “ Ahadiyyet Deryâsı “ dır.Bu Ümmetin Velileri de Beni İsrâilin
Nebileri gibidir, çünkü beni İsrâil Nebîlerinin ve sâir Nebîlerin makâmları
tevhidin “Cem-ül cem “ makâmıdır.
___________
Vezin : Fâilâtün
Fâilâtün fâilâtün fâilün
Bahr içinde katreyim
bahr oldu hayrân bana,
Ferş içinde zerreyim
arş oldu seyrân bana.
Dost göründü çün iyân
kalmadı bir şey nihân,
Tûfân olursa cihân bir
katre tufân bana.
Sûrette nem var benim
sîyrettedir ma’denim,
Kopsa kıyâmet bugün
gelmez perişân bana.
Kâf-ı dil Ankâsıyım
sırrın âşinâsıyım,
Endişeler hâsıyım ad
oldu insân bana.
Niyâzî’nin dilinden
Yûnus’dürür söyleyen,
Herkese çün can gerek
Yûnus’dürür cân bana.
“ Sîrettedir ma’denîm
“ demek, her şey o madenden zuhurâ gelir demektir. Şiirdeki bu beyti Niyâzinin
dilinden Yûnus (A.S). söylemiştir.Zirâ Yunus (A.S) mın Hazreti Resûlûllah
(S.A.V). gibi mirâcı vardır. Hazret-i Yunus balık karnında mirâc etti, Hazret-i
Resûl de (S.A.V) bilinen şekilde mirâcını yaptı, ikiside birdir ve hatta
Hazret-i Resûl (S.A.V) : “ Benim mirâcımı Hazret-i Yunusun mirâcı üzerine
tafdıl etmeyin, yani üstün tutmayın”buyurdu.İşte Hazret-i Yunus mirâcında Hak
ile Hak olduğu cihetle bu bahrı Niyâzî efendinin lisânından söyledi demektir.
_____________
Vezin : Mef’ûlü
mefâîlün mef’ûlü mefâîlün.
Uyan gözün aç durma
yalvar güzel Allâha,
Yolundan izin ayırma
yalvar güzel Allâha.
Her geceyi kâim ol her
gündüzün sâim ol,
Hem zikr ile dâim ol
yalvar güzel Allâha.
Bir gün bu gözün
görmez hem kulağın işitmez,
Bu fırsat ele girmez
yalvar güzel Allâha.
Sağlığı ganîmet bil
her saatı ni’met bil,
Gizlice ibâdet kıl
yalvar güzel Allâha.
Ömrünü hiçe satma kendini
yakma,
Her şâm-ü seher yatma
yalvar güzel Allâha.
Hey nice yatursun dûr
olma bu safâdan dûr,
Bahr-i keremi boldur
yalvar güzel Allâha.
Her vakt-i seherde bin
lûtfu gelür Allâhın,
Ol vakt uyanır kalbin
yalvar güzel Allâha.
Allâhın adın yâd et
can ile dili şâd et,
Bülbül gibi feryâd et
yalvar güzel Allâha.
Gel imdi Niyâzi’yle
Allâha niyaz et,
Hâcâtı dırâz eyle
yalvar güzel Allâha.
Zâhir üzere takrir
edilmiştir. (Hacı Maksut efendi).
___________
Vezin : Mefâîlün
mefâîlün mefâîlün mefâîlün.
Gönül tesbih çek
seccâdeden hiç ayağın ayırma,
Namaz ehlinden özünle
sakın sen durma oturma.
İbâdet ehli ol hem
özünü kaldırma topraktan,
Vuzu’dan el yuyup
râhat edüp şol nefsi yaturma.
Yüzün yerlere sür gel
bu riyânın mescid içinde,
Otur minber gibi dâim
kafeste kuş gibi durma.
Müezzin nâlesin dinle
dağılsın dilde teşvişin,
Sakın terk eyleyip
tamû kapısın sana açtırma.
Cemâatla namaz terk
edeni almış kedûretler,
Anın terkiyle lûtf et
bir kedûret hem artırma.
“Cemâatle namaz
kılmayı terk edip kederlenme”. Zirâ cemâati terk etmek kendine kederdir. Nerede
olursa olsun, yani cemâatle namaz kılmak camide olsun,evinde olsun dâima
mümkündür.Evinde çoluk çocuğuna imam olup namaz kıldırmalısın. Camide cemâat
olarak hazır bulunmakla, evinde çoluk çocuğuna imam olmak ikiside birdir,
fazilet yönünden arada hiçbir fark yoktur.
Hatibin sanma kim
mülhid anın fi’line uy dâim,
İmamdan gayriye aslâ
sakın özünü tapşurma.
Sen imamın fiiline
aldanma, yani onu mülhid sanma, isterse imam mülhid olsun (Haktan sapmış, bâtıl
bir mezhebe sâlik olan, haricî, rafızî). Hazreti Resûl buyurmuştur : “ Bir
cenâzenin namazında üç saf cemâat bulunursa, şâyet o cenâze sâlih bir kimsenin
ise, daha on kat salâh (Ahlak güzelliği ) verilir, eğer fâsık ise o cemâatın
hürmetine Cenâb-ı Hak onu affeder “. Kezâ Hazreti Resûl buyurmuştur : “ İmama
uyun ,ister sâlih olsun ister fâsık olsun .Eğer imam sâlih bir kimse ise sevâbı
artar,eğer fâsık ise,o cemâat hürmetine Cenab-ı hak anı sâlih eyler ve
affeder”.
“İmamdan gayriye özünü
tapşırma” demek , Ulülemir’den başkasına uyma demektir. Zirâ kişinin canı
,ırzı,malı Ulülemir’in muhafazası altındadır.
Niyâzi tâati terk
eylemek bil kim füzulluktur, Kerem kıl terk-i tâatle bu halkı başa üşürme.
___________
Vezin : Mefâilün
feûlün mefâilün feûlün
Dime kim Hak-kı sende
mevcûd ola ya bende,
Ne sendedir ne bende
sığmaz ol bir mekânda.
Bu bahrı nakletmezden
önce bir hikaye söyliyelim ki,iyi anlaşısın: Şeyhül Ekber (R.A). hazretleri “
Tecelliyât “ adlı eserinde buyururlarki ”Zinnûn-u Mısrî “ ile berzah âleminde
buluştum. Çünkü Zinnûn Üçyüz ricâlindendir. Hazreti Şeyh ise Altıyüz
ricâlindendir. Ehlullâh bu unsurî vücûddan münselih ( görünen bu vücûddan
soyunarak ) olarak berzah âleminde dilediği ile görüşürdü. İşte hazreti Şeyh
berzah âleminde “Zinnûn-i Mısrî “ ile görüştü, buyurduki ; “ yâ Zinnûn, yâ ahî,
sen kitâb-ı Risâlet”in başında demişsin : “ Mâ hatara fî bâlike vallâh-ı
bi-hilâf-ı zâlike “ , “ Hak , hatıra ne türlü düşünce gelirse, anın hilâfıdır,
yani anın gayrıdır Halbuki “yâ Zinûn,o hatıra gelenler Hak-kın gayrımıdır,Hak-tan
başka bir şey varmıdır? Anın,yani hatıra gelen şeylerin müstakil vücûdları
varmıdır, yoktur” demiştir. Bunun üzerine Zinnûn-i Mısrî : “Ben şimdiye kadar
bu tevhid meselesine vâkıf değildim, şimdi anladım” dedi.
İşte bu bahrın
açıklamasıda buna benzer.Hak sendedir,ya bendedir.Ne sendedir, ne bende ,
sığmaz ol bir mekândadır.
“Mekânı bi-mekândır
nişânı bi-nişândır,
Zuhûr eden yine ol
mekânda ol zamanda”.
Nişânı nişânsızdır
mekânda ve zamanda, canda ve tende. Sende ve bende zuhûr eden oldur, yani hep O
dur.
“Hem cân ve hem ten
oldur hem sen ve hem ben oldur,
Cümle görünen oldur
uzakta ve yakında.”
Uzakta ve yakında
görünen hep oldur.
“Sanır mısın kim oldur
istediğin ya budur,
O bu kamû bir Hû dur
gidende ve duranda.”
İstediğin oldur, yahut
budur. Sanırmısın O bu kamû bir (Hû) dur. Gidende,oturanda, yani yok olanda ve
var olanda hep O dur.Velhâsıl İbn-i Fâriz hazretlerinin buyurduğu gibi ; “
Rubûbiyetiyle hicab, izzetle zâhir oldu, mezâhirle (görünenlerle) muhtefî oldu.
(gizlendi ).
Hak mutlaktır Mezâhir-i
cüz’iyye ile zâhir olan Hak-kın vücûdudur. Hak iyândadır veya nihândadır, sanma
iyândır,hem nihândır. Yani “ Hadid “ suresinin üçüncü âyeti mucibince bu gerçek
öyle özetlenebilir : “ Hüvel evvel-ü vel-âhir-ü vez-zâhir-ü vel-bâtın-ü ve hüve
bikülli şeyin aliymün “, yani “ Evvel O dur, âhir O dur, zâhir O dur, bâtın O
dur ve O her şeyi kemâliyle bilir “.
Niyâzî gözün aç bak
her şey olup durur Hak,
Sanma ânı kim ola
nihanda ve iyanda.
________
Vezin : Fâilâtün
fâilâtün fâilâtün fâilün.
Zerreler zâhir mi
olurdu afitâbı olmasa,
Katreler kande yağardı
hiç sehâbı olmasa.
Bahr-ı zâtın mevcinin
hiç haddi vü payânı yok,
Zâhir olmazdı cihân
anın habâbı olmasa.
Herkes anlar hem
görürdü yüzünü ey dost senin,
Kibriyâ-yı len terâni
‘den nikâbı olmasa.
Kim bilürdü zülfün ile
kaşların ma’nâsını,
İki âlem gibi şerh
eyler kitâbı olmasa.
Ukalesin kim
halledeydi ol kitâbdan zülfünün,
Anın insan denilen
âhirki bâbı olmasa.
Haşri inkâr eyleyen
mülhidler ilzam mı olur,
Sâl be-sâl evrâk-ı
eşcâr inkılâbı olmasa.
Kabri vahdet kûşesi
haşri temâşâgâh idi,
Ey Niyâzi kimde kim
cehlin azâbı olmasa.
Zerreler zâhir olur
muydu, cemâl-i İlâhi olmasaydı.Çünkü bu âlem zerrelerle doludur derler,velâkin
güneş olmasa zerreler zâhir olur mu, yani görülür mü? Tabii görülmezler.
Böylece zerrelerin zuhûru güneşledir. Katrelerin aşağıya yeryüzüne yağmur
olarak inişi bulutladır.Su kabarcıkları su yüzünde görülür.
“ Bahr-ı zâtın
mevcinin hiç haddi vü payânı yok “
Eğer zat bahrının su
kabarcıkları olmasaydı, onun dalgalarının sonu olmaz ve böylece cihan da zâhir
olmazdı, herkes onu anlar ve yüzünü görürmüydü, çünkü Hak mutlak olarak
görünmez.
Haşri inkâr eyleyen
mülhidler ilzam mı olur
Haşir hakkında üç
inanış vardır : Biri mühendisler ve tabibler inanışıki, bir kimse vefat ettimi
cesedi dağılır,toprak olur, rûhu haşir olur. Bu inanış tamamen bâtıldır. Diğer
bir inanış da ağacın yaprakları gibi kışın dökülüp yazın tekrar yeşermesi gibi
. Şu halde bu inanıştan biri ayni iâde olur der, diğeride misli iâde olunur
der. Tabii ki ayni iâde olunur. Meselâ, bir kimse vefat eder, cesedi çürüyüp
dağılır, hatta madenlere çevrilir, demire dahi çevrilmiş olsa , Cenab-ı Hak anı
demirden, kömürden de olsa tekrar eski haline iâde eder, toplayıp cesedin
önceki haline iâde ederek haşir olunması en doğrusudur.
Yukarıdaki hususu
müeyyed olmak üzere “ Esrâ sûresi “ ndeki âyeti kerimede zikrolunduğu gibi
misli iâde olunur diye inanış ise, “Ağaçların yaprakları dökülür, yaz oldumu
iâde olunur, velâkin o kışın dökülen yapraklar iâde olunmaz, anların misilleri
iâde olunurlar. Kezâ insan vefat edip cesedi dağılıp çürür, sonra misli iâde ve
haşir olunur, fakat bu hususta en doğru söz ayni iâde olunur demektir.
“Kabri vahdet kûşesi
haşr-i temâşâgâh idi”
Marifetullâha erişen
kişinin haşri, tevhid ehli haşri olup bir nevi temâşâ yeri gibidir ve
makâmatladır. O tevhid ehli, “ Cem, Hazretül-cem, Cem-ül-cem, Ahadiyyet “
makâmlarını temâşâ ederek haşir olur. Eğer bir kimsenin cehaletle azâbı
olmazsa, yani Arif-i billâh olursa, çünkü azâp bütün cehaletten ileri gelirki ,
o ise Hak-kı burada iken ârif olmamaktan , yani bilmemekten dolayıdır.
_______________
Vezin : Mef’ûlü
mefâilün mef’ûlü mefâilün
Ey şeyh-i zen dünyânın
gel âline aldanma
Şem’i ruhi nârına
pervâne gibi yanma ,
Fânidir anın hüsnü var
rengine boyanma,
Ahdine ve vâdine gönül
verip aldanma.
Hak-dır bu sözüm
Hak-la inkârına dayanma,
Gerçeklere teslim ol,
her sözü yalan sanma.
Bu dünya yedi başlı
bin dişli ejderdir,
Her başta bin ağzı var
her lokması âdemdir,
Zehridir anın tiryâki,
tiryâki anın semdir,
Her şerbeti kim içsen,
şerbet değil ol demdir.
Hak-dır bu sözüm
Hak-la inkârına dayanma,
Gerçeklere teslim ol,
her sözü yalan sanma.
Mat oldu nice şeyhler
bu dünyânın âlinden,
Doymadı biri bunun
câhından ve mâlinden,
İbret alabilirsen al
mâh ile sâlinden,
Gör nice döner tiz tiz
herbirisi hâlinden.
Hak-dır bu sözüm
Hak-la inkârına dayanma,
Gerçeklere teslim ol ,
her sözü yalan sanma.
Akliyle bunun hergiz
bir hilesi bilinmez,
Şeytânı dahî gizli ilm
ile o bulunmaz.
Her ne kadar ana sen
şetm eylesen alınmaz,
Rıfk ile eder mekri
her yakaya çalınmaz.
Hak-dır bu sözüm
Hak-la inkârına dayanma,
Gerçeklere teslim ol ,
her sözü yalan sanma.
Mısrî sanadır bu söz
cehd et alagör ibret,
Fakr ile edip fahri
etme ana sen minnet,
Emrâz-ı cehilden sen
buldunsa eğer sıhhet,
Tutma sakın aslâ
hiçbir kimseye var küdret.
Hak-dır bu sözüm
Hak-la inkârına dayanma,
Gerçeklere teslim ol ,
her sözü yalan sanma.
Zahir üzere takrir
olunmuştur. (Hacı Maksud efendi ).
_____________
Vezin : Müstef’ilün
müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün
Gele Deccâl gele gele
gör kim bugün neler ola,
Cümleten il sana güle
gele Deccâl gele gele,
Gör kim senin hâlin
nola.
Devrin tamâm oldu
senin zevkin harâm oldu senin,
Yoldaşın lâm oldu
senin gele Deccâl gele gel
Gör kim senin hâlin
nola.
Melekler seni
tutsunlar kürsîni arştan atsınla
Tehtes-serâya
döksünler gele Deccâl gele gele,
Gör kim senin hâlin
nola.
Kaçar idin sen
Allâhtan Lâ-ilâhe İllâllahtan,
Gazab irdi sana Şahtan
gele Deccâl gele gele,
Gör kim senin hâlin
nola.
Azrâil’e bürhân idin
şer işde pehlivan idin,
Şeytânlara şeyân idin
gele deccâl gele gele,
Gör kim senin hâlin
nola.
Ehl-i fesâda köprüsün
can ib-ni cânın birisin,
Gösterirsin yol
eğrisin gele Deccâl gele gele,
Gör kim senin hâlin
nola.
İsâ nüzûl etti yere
Deccâl’i hem ehlin kıra,
Ana uyanları süre gele
Deccâl gele gele,
Gör kim senin hâlin
nola.
Ben ölem ve hem
dirilem sonunda seni ölürem,
Gözüne toprak dolduram
gele Deccâl gele gele,
Göre kim senin hâlin
nola.
Deccâl, zaman-ı
saadette dünyâya geldi, ismi ibn-i Sayyad Saddır. İsâ ve Muhammed dinini kabul
etmedi, fesada kalkdı. Bir yerde anı buldular. Hazreti Ömer (R.A.) anın
öldürülmesi için Resûlüllah Efendimizden izin istedi. Hazreti Resûl : “Bu âhir
zamanda imtihan için yaradılmıştır” buyurdu ve izin vermedi.
Gerçekte Deccâl üçtür
: Birinci Deccâl nefislerdeki Deccâl, ki nefs-i emmâredir. Afâktaki Deccâl,
kıyâmet devrine kadar insanlara musallat olacak Şeytandır. Bir de Mesih Deccâl
ki, âhir zamanda zuhûr edecektir. Şeytânın ilk oğlu Can, Âdemin ilk oğlu Kabil
idiler. Canın ilk oğlu ise İblis olup kâfir idi. İşte bu İblis Âdeme secde
etmediğinden kâfir oldu demek değildir. Meleklerden biri veya onların reisi
dedikleri de yalandır. Onun yaradılışı küfür üzerine olup, kâfir olduğundan
Âdeme secde etmedi. Ehlullâhın rûhları İmâm-ı Mehdînin askerleri olacak ve
Deccalı öldürüp, gözlerine toprak dolduracaklardır.
“Asâ-yı Mûsâ bendedir
hem yed-i beyzâ bendedir,
Mısrî bana bir
bendedir gele Deccâl gele gele,
Gör kim senin hâlin
nola.
Hazreti Mûsa on yıl
kadar Şuayb (A.S.) ın yanında kaldı. Küçük kızını alarak damadı oldu. Sonra
Şuayb (A.S.) ona : “Sen Resûlsün, Mısıra git, hatta ona Âdem (A.S.) ın asâsını
verdi. Zira Mûsa (A.S.) ın elindeki asâsı Âdemin asâsı idi. Nebiler anı mîras
yoluyla birbirlerinden alırlardı. Sonra Hazreti Mûsa, kardeşi Harûn ve kendi
eşiyle birlikte üçü yola koyuldular. Zaman kış mevsimi olduğundan karşı yönde
bir ateş gördüler.Harun Mûsaya: “Ben burada kalayım, sen ateşe bak, orada biri
olmalı. Hem bir ateş al, hem de yolu sor anla, yanılmayalım” dedi.
Hazreti Mûsâ ateşe
yaklaşınca, ateş sûretinden nidâ olundu : Tahâ sûresi âyet 17- 22 : “ Vemâ
tilke biyeminike yâ Mûsâ “, “ Ya Mûsâ , o elindeki nedir ? Kâle hiye asâ-ye
etevekkeû aleyhâ ve ehüşşü bihâ alâ ganemi “, “ Elimdeki asâmdır,ona dayanırım
ve onunla Hazretî Şuaybın koyunlarına yaprak düşürürüm “, Sonra Cenab-ı Hak : “
Fe-elkâhâ fe-izâ hiye hayyetün tes-â “, “ Yâ Mûsâ , onu yere bırak “. Asâ yere
bırakılınca koca bir ejder oldu. “ Yine al onu “ buyuruldu.Aldı ve tekrar asâ
oldu.” Elini Sol tarafına koy “ denildi, koydu ve “Elini çıkar” denilince ,
bakdı ki , eli beyazlaşmış halde. Bunun üzerine Hazreti Mûsâ, bu iki mucize
kifâyet eder diyerek Firavunu imâna dâvete gitti.
Zâhirde Mısrî görünür
İsâ atı çul bürünür,
Yüzü karadır içi nûr
Gele Deccâl gele gele,
Gör kim senin hâlin
nola
Yeter anı sen horladın
Köpek gibi çok
hırladın,
Çok çatıldın hem
gürledin
Gele zâlim gele gele,
Gör kim senin hâlin
nola.
Bilmiş ol Adem’dir
gelen
İsâya hemdemdir gelen,
Canlara merhemdir
gelen
Gele zâlim gele gele,
Gör kim senin hâlin
nola.
Kur’ân benim Fürkân
benim
Derdlilere derman
benim,
Bu zulmeti açan benim
Gele zâlim gele gele,
Gör kim senin hâlin
nola.
“Kur’ân benim”, burada
Kur’ândan maksat Zat, “Fürkân benim” Fürkandan murad da sıfattır, yani zât ve
sıfat benim demektir. Cehâlet hastalığına dermân benim. Bu bilgisizlik
karanlığını açan, gideren hep benim.
Kur’ân’ın esrârı
benim, göklerin envârı benim,
Mü’minin ikrârı benim
gele zâlim gele gele,
Gör kim senin hâlin
nola.
Kur’ân’ın sırları “
Fâtihâ-i şerifte “ dir. Fâtihânın sırları ise “ Bes-mele “ dedir. Çünkü Besmele
Hazarât-ı İlâhiyyeyi câmidir .
Hazarât-ı İlâhiyye
üçtür : 1 – Ulûhiyyet, 2- Rahmâniyyet, 3- Râhimiyyet dir. Bunlar sırasıyla “
Tevhîd-i ef’âl , Tevhîd-i Sıfat , Tevhîd-i Zattır.”
Ölüleri diriltirim
ağlayanı güldürürüm,
Deccâl’i ben öldürürüm
gele zâlim gele gele,
Gör kim senin hâlin
nola.
Ölüleri diriltmek bu
ümmetten üç kişide zuhûr etmiştir : Bunlardan Abdülkâdir-i Geylâni hazretleri
bir kedi diriltti. Diğeri Molla Câmî hazretleri önceden pişirilmiş bir tavuğu
diriltti.Üçüncüsüde Bayezd-i Bistâmî hazret-leridir’ki , bir karıncayı iki
parçaya bölmüş iken tekrar birleştirip diriltti. Bunlara İsevî meşrebli derler.
Çünkü Hazreti İsâ (A.S) yarasa kuşlarını çamurdan yapar, onlara üfleyerek
diriltir ve uçururdu. Hatta o bir ölüyüde diriltmişdi.
Sen beni çünkim
bilmedin imâna kâbil olmadın,
Hasma mukâbil olmadın
gele zâlim gele gele,
Gör kim senin hâlin
nola.
Deccâl aceb yorulmadın
inâdından ayrılmadın,
Bir ölüsün dirilmedin
gele zâlim gele gele,
Gör kim senin hâlin
nola.
Vücûdun Hak vücûdudur
Allâhın halka cûdudur,
Ma’dum iken mevcûdudur
gele Zâlim gele gele,
Gör kim senin hâlin
nola.
Mısrî’nin sözü dağıdır
kuyumcular toprağıdır,
Halka cevâhir dağıdır
gele zâlim gele gele,
Gör kim senin hâlin
nola.
_________
Vezin : Müstef’ilün
müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün.
Devrân odur kim
devrini Devr-i felek bilmez ola,
İnsân odur kim sırrını
ins-ü melek bilmez ola.
Merkep izinde su görüp
deryâyı gördüm sanma sen,
Deryâ odur kim ka’rını
aslâ semek bilmez ola.
Adem odur kim nârı ola
hem mâ-i hem zem’ân ola,
Hayvandan ol adaldürür
nân-ü nemek bilmez ola.
Kâmil odur kim aç
susuz çok çok emek çekmiş ola,
Nâkıs olardır bunda
kim nergiz emek bilmez ola.
Herbir Nebî, Herbir
Velî zilletle erdi menzile,
Mısrî’ye söğsün şol
ağız Allâh demek bilmez ol
İmân üç kısımdır :
Birincisi taklidî imândırki, bu imânın doğru olup olmadığında çok anlaşmazlık
vardır. Çünkü taklidî imân dil ile ikrârdan ibârettir. Taklit az zor ile
bozuluverir.Bu imânın doğru olması için ,o insanın başını koparsanız imânından
dönmezse , o zaman taklidî imân doğru olur ve fayda verir ve illâ hiçbir
faydası yoktur. İkincisi istidlâlî imândır ki, Kur’ân-ı Kerim’in Muhammed
suresinin 19. cu âyetinde : “ Fa’lem ennehû lâ ilâhe illallâh “, “ Bilki
Allâhtan başka ibâdete lâyık ilâh yoktur” buyurulan imândır. Üçüncüsü tahkikî
imândırki, bunun için Kur’ânı Kerim’in Ali-İmrân suresinin 18.ci âyetinde
“Şehidallah-ü ennehû lâ ilâhe illâ hüve vel melâiketi ve ulul ilmi kâimen
bilkıstı lâ ilâhe illâ hüvel aziz-ül-hakîm”, “Allah, kendinden başka tapacak
bir rab bulunmadığı, adaleti ayakta tutarak açıkladı, melekler bunu ikrâr
ettiler. Gerçek ilim sâhipleri ondan başka hiçbir Rab yoktur, O mutlak gâlibtir
, yegâne hikmet sâhibi O’dur. “buyurulmuştur. Yani kısaca Hak kendi kendine
şehâdet eder. İşte tahkîkî imân ve şuhûdî imân sâhibi olan Nebîler ve Resül ve
Velîlerin hepsi Melâmî târifesindendir.Melâmînin imânı İmân-ı şuhûdîdir, anın
için anlara melâmet olunur, zirâ imân-ı taklidî ve istidlâlî sâhibi olanlar,
anların imân-ı şuhûdilerine vâkıf olamazlar, onlar ehl-i noksandırlar. Bu
sebepten Melâmîlere dahl-ü taarruz ederler.
_____________
Vezin: Fâilâtün
fâilâtün fâilâtün fâilâtün
Devredüp geldim cihâna
yine bir devrân ola,
Ben gidem bu ten
sarâyı yıkıla virân ola.
Cûş edüp ummân-ı can
cismim gemisin dağıda,
Yerler altında tenim
toprak ile yeksân ola.
Devredüp cihana
geldiğimiz şudur : Önce Nûr-i Muhammedî, andan rûhlar âlemi, yani nefs-i kül,
andan tabiat, andan heyûlâ, andan cism-i kül, andan şekil, andan arş, andan
kürsî, andan felek-i atlas, andan felek-i menâzil, andan yedinci gök, andan
altıncı, andan beşinci, andan dördüncü, andan üçüncü, andan ikinci, andan
birinci gök yaratıldı. Andan yedi kat yer ,ki mevâlid-i selâse maden, bitki,
hayvan, ve insan yaratıldı.
Kalalallâh-i Taalâ :
“Lakad halaknel insân-e fî ahsen-i takvim sümme redednâhü esfele sâfilîn”, yani
“ Biz insanı güzel bir biçimde yarattık, sonra esfeli sâfilîn ki, bu âleme red
ettik”. O bu âlemde kalmayıp da “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn”, “Onlar
Allahtan geldiler ve yine Allaha dönerler” sırrına mazhar olup da, benim zâtıma
rucû edenlere (geri dönenlere) ecr-i azîym vardır. İşte Mısrî efendinin “
Devredip geldim cihanâ” dediği bu mertebelerden nüzûl ettim demek yine bir
devrân olam, seyr-i sülûk ile yine Hak-ka rucû etmek, Tevhîd-i Ef’âl, Tevhîd-i
sıfât, Tevhîd-i Zât ile yine madenlere rucû ederek döndüm demektir. Kemâl
mertebesi “ Tevhîd-i Zât” mertebesindedir, andan ileriye kemâl yoktur. Cem,
Hazret-ül-cem , Cem-ül-cem makâmları diğerlerine kemâl buldurmak içindir, yoksa
zâta mazhar olan kemâl bulur, lâkin başkalarını irşad edemez. Zirâ ef’âl,
sıfat, zâtı kendisi içindir bu sebepten Mürşidlik edemez.
Bu vücudum dağı kalka
atıla yünler gibi,
Şeş cihâtım açıla bir
haddi yok meydân ola.
Dört yanımdan nâr-ü
bâb-ü âb-u hâk ede hucûm,
Benliğim anlar alup bu
varlığım talân ola.
Bu vâriyetim dağı
hallaç pamuğu gibi atılıp altı cihetime atıla, yani sağım, solum, önüm, üstüm,
altım, ardım açılıp meydan ola, hiçbir engel kalmasın. “ Fe-eynemâ tuvellû
fesemme vech-ullâh “, yani “ Her nereye teveccüh ederseniz Hak görüle ”. Ahiret
âleminde Hak görülecek fakat kayıdsız görülecek , öyle kayıtlı olduğu halde
görülmez, cihetsiz görülecek. Yani altta veya üstte, ya sağda veya solda ve ön
ve artta görünmek, o kayıddır, kayıd gözü ile görünmez. Velhâsıl bütün azâ ve
cevârih ile (eller,-ayaklar gibi ) görülecek, Yani Hak-dan başka mevcûd
olmadığı görülecek demektir. Böylece vücûdun İlâhi vücûd olduğu görülecektir.
Esasen insan vücûdu dört unsurdan bir araya gelmiştir. Bu unsurların herbiri
ben dediği vakit sende ne kalır, bir rûh kalır, o da ilâhi tecellîden
ibârettir.
“Dağıla terkibim
otuziki harf ola tamâm,
Nokta-i sırrım kamûnun
cevherine kân ola”.
Cümle efkâr-ı havâsım
haşr ola bu arsada,
Kalkalar hep yeniden
sankim bahâristân ola.
Yevm-i Tüblâ’dır o gün
her mânâ bir sûret giyer,
Kimi nebat ve kimi
hayvan , kimisi insân ola.
Kabrime dostlar gelip
fikredeler ahvâlimi,
Her biri bilmekte âciz
vâlih-ü hayrân ola.
Her kim ister bu
Niyâzi derdimendi ol zaman,
Sözlerini okusun kim
sırrına mihmân ola.
Beyitte geçen otuziki
harften murad Merâtib-i halkiyye olup yirmisekizdir. Bunlar : Nûr-i Muhammedî,
Nefs-i kül, Tabiat, Heyülâ, Cism-i kül, Şekil, Arş, Kürsî, Felek-i atlas,
Felek-i Menâzil, yedi kat gök, yedi kat yer, maden, bitki, hayvan, cin ve
melektir. Bunlardan sonra Merâtib-i Hak-kiyye de dört ki, bunlar da “ Fatihâ”
suresinde zikredilmiştir. Bunlar Ulûhiyyet,Rahmâniyyet, Rahimiyyet, ve
Mâlikiyyet tir. Böylece toplam mertebeler otuziki olmuş olur. İşte bunlar tamam
olunca her cevher kân (kaynak) olur.
“Cümle efkâr-ı havâsım
haşr ola bu arsada”
Haşir hakkında evvelce
söyledik. Bunun hakkında “Esrâ” suresinde sarahât vardır. “Eğer bedenleriniz
dağılıp taş olsa veya başka madenlerden meselâ demir olsa, yine cemedip sizleri
haşredeceğim”. Görüldüğü gibi bedenler yok olmuyorlar dağılıyorlar.
“Yevm-i Tüblâdır o gün
her mânâ bir sûret giyer”
“Yevm-e tübles-serâir”
yani mahşerde herkesin ameli birer sûret giyer. O kimsenin amelleri hayır ise,
hûrî, gilman, ağaçlar, meyveler, kuşlar vesâir şekillerinde. O kimsenin amelleri
şer ise, maymun, yılan, akrep, domuz, köpek veya bunlara benzer sûretler giyip
dururlar ve bunlar tartılırlar. Çünkü ameller birer sûret giymeyince
tartılamazlar. Anın için Mirâç gecesi Resûlün dönüşünde İbrahim (A.S.) ile
görüştüğünde (yedinci katta): “Yâ, Muhammed benden ümmetine selâm söyle işte
cennet boştur. Cennetin her nimeti amellerin sûretleridir. Bu cennet
(Suphanallâh, Velhamdülillâh ve Lâilâhe illallâh vallâhü ekber) demekle dolar”
demişlerdir. Velhâsıl insanların dünyâdaki amelleri sûret giyip tartılırlar,
hasenâtı (iyilikleri yaptıkları güzel işleri) seyyiâtından (fenalıkları,
yaptıkları fena işleri) fazla olanlar cennete, seyyiâtı hasenâtından fazla
olanlar cehenneme girse gerektir.
__________________
Vezin: Fâilâtün
fâilâtün fâilâtün fâilün.
Esselâ her kim gelür
bazâr-ı aşka esselâ,
Esselâ her kim yanarsa
nâr-ı aşka esselâ.
Esselâ dâr-ı
Enel-Hak’da bugün Mansûr olup,
Can-ü bâşından geçen
berdâr-ı aşka esselâ.
İbn-i Edhem gibi tâc-ü
tahtını terk eyleyüp,
Soyunup abdâl olan
hünkâr-ı aşka esselâ.
Kendini ödlara atan
şol Halilullâh gibi,
Cân-ı dilden bülbül-i
gülzâr-ı aşka esselâ.
Varlığı dâğın delüp
Şîrin iline yol eder,
Ey Niyâzî söyle ol
mi’mâr-ı aşka esselâ.
Esselâ, yani namaz
demektir. Bu pazarda alan var, hem de veren var, yani hem Allâh salât eder ve
hem de kulları. Burada Allâh’ın salâtı İnsân-ı Kâmilin salâtıdır. Salât,
Mirâc-ı Nebi’de farz edildi. Mirâc Pazartesi gecesi idi. İlk kılınan namaz öğle
vaktinin namazı idi ve ilk zamanlarda namaz kılarken tükürmek ve dünya kelâmı
söylemek memnu değildi, fakat sonradan önce dünya kelâmı ve bunu takiben de
tükürmek men olundu. Çünkü Peygamber Efendimizin bir hadisinde: “İnnallâhe fî
kıbletel musallî”, yani “Allâh namaz kılanın kıblesi yönündedir” vârit
olmuştur. Bu halde namazın dışında bile kıbleye karşı tükürmek ve tebevvül
etmek memnudur.
“ Esselâ dâr-ı Enelhak
da bugün Mansûr olup”
Hallâc-ı Mansûr “Enel
Hak”, yani “Ben Hak-kım” sözlerini söylemesi üzerine Cüneyd-i Bağdadî şer’an ve
hakikaten katli lâzım geldiğine fetvâ verdi . Çünkü “Enel-Hak “ demesiyle
Mansûr Hak-kı kendi vücûdunda kaydetmiş oldu. Cenab-ı Hak gerek şeriat ve gerek
hakikatte kayıddan münezzehtir. Mansûr ise bu sözleri sarfetmesindeki
iddiasından geri dönmedi ve tövbe etmediğinden sonunda katlolundu.
“ İbni Edhem gibi
tâc-ü tahtını terk eyleyüp,
Soyunup abdâl olan
Hünkâr-ı aşka esselâ”.
İbrahim bin Edhem bir
zamanlar “ Belh “ de Hükümdâr olarak bulunuyordu, sarayı da nehir kenârında
idi. Bir gün pencere yanında otururlarken nehir kenârında elinde meşin keşkül
olduğu halde bir fakir gördü ve onu seyretmeye başladı. Fakir keşkülünde
bulunan kuru ekmek parçalarını biraz su ile ıslattıktan sonra âfiyetle yedi,
nehirden buz gibi suyu-nu içti ve sonra saray binâsının gölgesinde yatıp uyudu.
Bunları hayretle seyreden İbrahim Edhem uykusundan uyanan fakiri huzuruna
çağırttı ve ona “Ey fakir, karnın tokmu ?” Fakir cevap verdi : “Elhamdülillâh
“. “ Ya su içtinmi ?”, “Elhamdülillâh “, “ Ya uyku uyudunmu ? “ Yine fakirden
aldığı cevap : “ Elhamdülillâh “ oldu. O zaman İbrahim Edhem, bu ne büyük
rahatlık diyerek Hükümdârlık tâc ve tahtını terkedip seyahat için yollara
düştü.
Mısri Divan 2
Vezin : Mefâîlün
mefâîlün mefâîlün
Mevâlîdin sana her
fasl-ü babı,
Kitâbün fî kitâbün fî
kitâb.
Senin vaslında vardır
her birinde,
Cevâbün fî cevâbün fî
cevâb.
Dahî dareyn ile berzah
yüzünden,
Nikâbün fî nikâbün fî
nikâb.
Ulûm-ü sûret-ü ma’nâ
hakikat,
Şarâbün fî şarâbün fî
şarâb.
Üçünden sırrıma dâim
erişür,
Hitâbün fî hitâbün fî
hitâb.
Ki sen ben o dimekten
geçene yok,
Hisâbün fî hisâbün fî
hisâb .
Hemin zât-ü sıfât
esmânı bilmek,
İkâbün fî ikâbün fî
ikâb.
Sıfât-ü zât-ı ismin
cehli ey dost,
Sevâbün fî sevâbün fî
sevâb.
Bunlardan görünen
Hak-kın vücûdu,
Serâbün fî serâbün fî
serâb.
Niyâzî cism-ü kalb-ü
rûh ki denür,
Cenâbün fî cenâbün fî
cenâb.
Birinci beyitte geçen
mevâlid üçtür. Bunlar : Maden, bitki ve hayvanlardan ibaret cisimlerdir.
Bunlardan birincisi maden, Allâhın “Aziz” isminin mazharıdır. Yer ana, Tanrısal
kudret ise babadır. Bu ikisinin sevgisinden zümrüt, yakut, elmas ve diğerleri
gibi mücevherler zuhura gelir. İkincisi bitkiler âlemi (bunların yenilebilen ve
yenilmeyen) cinsleridir. Üç kitaptan murat edilen; İlâhi (Tanrısal) kudret
baba, yer ise ana olup, sen önce bitkiler âlemine geldin, bitkiyi hayvan yiyip,
oradan hayvanlar âlemine geldin ve hayvanı pederin yiyip meni oldun ve annenin
rahmine geldin ve vaktin tamam olunca doğdun. İşte üç kitaptan maksat budur.
“Senin vaslında vardır
her birinde,
Cevâbün fî cevâbün fî
cevâb”
Beyitte geçen senin
vaslında, yani buraya (dünyaya) varışında üç cevap vardır : Önce buraya nereden
geldin ? Birinci cevap, Hayvanlar âleminden. Ya oraya nereden geldin ? İkinci
cevap, bitkiler âleminden. Ya oraya nereden geldin ? Üçüncü cevap da
madenlerden. İşte beyitteki üç cevap budur.
“Dahî dareyn ile
berzah yüzünden,
Nikâbün fî nikâbün fî
nikâb”.
Dâreyn, dünya ve
âhirettir. Berzah ise bir âlemdir ki, dünyâ ile âhiret arasındadır, anın için
ona berzah âlemi denildi.
Halâik yani
yaratılanlar (insan dahil, tüm yaratıklar) işte üç yerde toplanırlar : Biri
Âdemin yaradılışındaki, Âdem (A.S.) mın zahrından latif suretler halinde çıkıp
dört saf teşkil etmiş olarak Allâhın huzurunda toplandığımız vakittir. Cenâbı
Hak-kın “Elest-ü bi-Rabbiküm”, “Rabbiniz değilmiyim” hitabıyle muhatap
olduğumuz olvakit ervâh-i süeda (Saidler) ve eşkiyâ (Şakîler) toplanmıştık. Bir
de berzah âleminde toplanırız. Bu dünyada hiç kimse kalmaz. Bu halde yüz yıl
kalınır, sonra kırk gün yağmur yağar, herkes tüm insanlar kabirlerinde
doğrulurlar. Üçüncüsü mahşerde toplanıldığı zamandır. İşte Cenâb-ı Hak-kın üç
nikâbı vardır. Biri dünyâ âlemindedir, ki bu nikâptan mahcup anı göremez. Biri
de âhiret âlemindeki nikâptan ki, bu dünyada anı göremiyen, gerek cehennemde,
gerekse cennette olsun görmezler. Her küfür ehli (gerçekleri örtenler) ve şirk
ehli (Allâha eş koşanlar) İlâh olarak edindikleri suretler ile cehenneme
girerler. Hicap ehli dahi (bunlar evvelce hayatlarında) Hak rezzaktır,
gafurdur, rahîmdir, şöyledir, böyledir diye inanmış olanlar yalnız cumadan
cumaya veyahut ayda bir kere inanışları vechîle görürler. Ancak Ârifler, yani
Tevhit ehli her yüzden gerek dünyâda gerek berzah âleminde ve gerekse âhiret
âleminde dâima Hak-kı müşâhede ederler.
“Ulûm-ü sûret-ü ma’nâ
hakîkat,
Şarâbün fî şarâbün fû
şarâb”.
Ulûm, yani ilimler
“İlmel-yakîn”e, sûretler “Aynel-yakîn”e ve ma’nâ-i hakîkat da “Hak-kal yakîn”e
işârettir.
İlmel-yakîn Tevhîd-i
ef-al, Aynel-yakîn Tevhîd-i sıfât, Hak-kal yakîn de Tevhîd-i zattır. Sâlik olan
kimse önce Tevhîd-i efalde bir şarap Tevhîd-i sıfatta bir şarap ve Tevhîd-i
zatta bir şarap içer, yani bu üç mertebede birer -- manevî -- şarap ile mahmur
ve mütelezziz olur. Sâlik ma’nen içtiği bu üç şarabtan dâima sırrına ilhâm
yoluyla gerek ef’al gerek sıfat ve gerekse zat mertebelerinde hitaba erişir.
Ki sen ben o demekten
geçene yok,
Hisâbün fî hisâbün fî
hisâb ”.
Bunlardan görünen
Hak-kın vücûdu,
Serâbün fî serâbün fî
serâb “.
Sen , ben o demekten
geçene hesap yok. Zat , sıfat ve esmâyı bilmek sevaptır; akâid ( i’tikad olunan
şeyler yani inanışlar ) dir. Sıfat, esmâ bilip de, zâtı bilmemek bu ikaptır.
Sıfat, esmâ, ef’al ile zat bilinmez, ama zat ile bunlar bilinir ve zâtı bilmek
sevaptır. Çünkü zat, sıfat, esmâdan görünen Hak vücûdu kemâl-i hararette
karşıdan su gibi görünür, ana serâp denir. Onun yakınına giderseniz bir şey
yoktur, serâbün fî serâbün fî serâptır. Biz o hali hararetin kemâlinden (
yüksekliğinden ) öyle görürüz. Ef’al aynasından görünen Hak-kın vücûdu işte
uzaktan görünen serâp gibidir. Ef’al aynasından zannedersin ki Hak-kın vücûdu
oradadır. Kezâ sıfat ve esmâda, halbuki bunlar birer tabirden ibarettir.
“Niyâzi cism-ü kalb-ü
rûh ki denür,
Cenâbün fî cenâbün fî
cenâb “.
Cisim bu cisimdir.
Kalb nefse şunu yap bunu yapma diyen şeydir. Ruh ise cismi yürüten şey ki,
Hak-kın mazharıdır. Cenâb taraf anlamındadır. Bunlar bir taraftır, cisim
kalbten gelir, kalb ruhtan gelir.
__________
İster isen ma’rifette
olasın âli-cenâb,
Ehl-i irfan eşiğinde
yüzünü eyle türâb.
Çok da verme kendini
dünyâya bir dem çek elin,
Döndüremezsin beğim
kati ağırdır bu dolâb.
Bu harâbi niceler
çalıştı ma’mur etmeğe,
Bir yanın ta’mir
ederken bir yanı oldu harâb.
Çok seğirtti gaflet
ehli bu serâbı su sanıp,
Bulmadılar hiç biri bu
sahrada bir katre âb.
Bir zaman yüz verme
dünyâ ehline uzlette ol,
Akl-ü fikrin bir yere
cem’et yüzüne çek nikâb.
Göz kulak dil
kapıların bağla muhkem bir zaman,
Ola kim Hak-dan yana
gönlünden ola feth-ü bâb.
Ger ölümden kurtulam
dersen yürü var âşık ol,
Döne döne aşk ödüyle
cism-ü cânı kıl kebâb.
Gir bu derd
meyhânesine koma elden kâseyi,
Hiç yürek kanından
özge âşığa yoktur şarâb.
Himmetin dâim bu olsun
kim Hak-kı anlayasın,
Hak-kı bilmekten yeğ
olmaz iki âlemde sevâb.
Ger azâb-ı âhiretten
bulmak istersen halâs,
Arif ol ki cehl
ödünden kopısar cümle azâb.
Bu Niyâzî kendinden
demez bu sözü ey püser,
Hep anı söyler
duyarsın gökten inen dört kitâb.
Altıncı beyitte “ Göz,
kulak, dil kapılarını bağla “ da geçen, göz, kulak ve gönül kapılarını bu
kesretten, yani bu sûretlerden kuvvetli ve sağlam olarak bağla ki, Hak senin
gönlünden kapı açsın demektir.
Sekizinci beyitte
Niyâzî hazretleri “ Gir bu derd meyhânesine” diyor. Derdden murad edilen aşk,
meyhâneden murad edilen ise Mürşid-i Kâmil’in huzûrudur. Kâseden murad da
âşıkın Mürşid-i Kâmilden istifadesidir. Aşık kendisini tamamen yok etmeden ona
lezzetli şarab yoktur.
“ Ger azâb-ı âhiretten
bulmak istersen halâs “ da geçen cümle azab, Hak-kı bilmemekten tevellüd eder,
yani doğar ,ileri gelir.
____________
Vezin : Fâilâtün
fâilâtün fâilâtün fâilün.
Aç gözün dildâra bak
ref oldu yüzünden nikâb,
Zulmeti sürdü çıkardı
ara yerden âfitâb.
“Aç gözün dildâra bak”
, dildârdan murat Hak-tır. Senin yüzünden örtü kalktı. Hak zulmeti sürdü,
çıkardı aradan, o zaman sen de herşeyde Hak-kı apaçık görürsün.
Şol sakâhüm Rabbühüm
hamrın lebinden içegör,
Katresin nûş eyleyen
uşşâk ebed görmez azâb.
Burada “Ve sakâhüm
Rabbühüm şarâben tahûrâ “âyet-i kerimesine işâret olunuyor. Çünkü cennet ehli
en önce cennette süt içecektir, zirâ süt ilmin sûretidir. Hattâ bir adam
rü’yâsında süt içse âlim olur, şarap içse fâsık, bal içse dâim bir kararda
durur, yani doğduğu gibi değişmeden vefat eder. İşte şarab-ı tahûr dan (temiz
şarap) murad aşkın şarabıdır. Aşkın ilk katresini içen dünyâ ve âhiret
azâbından berî, yani sâlim olur.
Otuziki harf bildin
dört kitâbın aslıdır,
Safha-i vechinde
yazılmış kamû bî-irtiyâb.
Eski türkçe harflerin
yirmidokuzu Arap harfleridir, üçü de yani“pe, çe, je” Farsca harfleridir. Bu
otuziki harf dört kitabın aslıdır. Bunlar : Zebûr, Tevrat, İncil ve Kur’andır.
Arap harflerinin herbiri Tanrısal mertebeleri bildirir. Meselâ “hemze” “Nûr-i
Muhammediyye” ye, “be” harfi “Nefs-i kül-e”, “te” harfi “Heyûla” ya vesâireye,
yani herbir harf Tanrısal mertebelerden bir mertebeyi beyân eder. Farsça
harflerden üçü de “Ulûhiyyet, Ahadiyyet, Vâhidiyyet “ mertebelerini bildirir.
Mekteb-i irfâna gir
oku bu ilmin aslını;
Gör ki nice derc
oluptur bu ilimde dört kitap.
Her ne okursan çün
otuzikiden taşra değil,
Yüzünün metnini şerh
eder okuyan fasl-ü bâb.
Her ne söz kim
söylenür âlemde Türk-i yâ Arab,
Tut kulağın kim
sanadır cümle dillerden hitâb.
Mektep (okul) üç kısımdır
: Sıbyan mektebi, medrese, irfan mektebi .İlmin aslını öğrenmek istiyorsan
irfan mektebine gir. Orada sana Mürşid-i Kâmil evvelce öğrendiklerinden meselâ,
“hemze” budur, “be” şudur diyerek ayrı ayrı beyân eder.
Her ne kim görür gözün
andan cemâl-i yâre bak,
Çünkü gitti ey Niyâzî
kalmadı asla hicâb.
Gözün her ne görürse,
andan hicâbı, yani perdeyi kaldır, Hak-ka bak, çünkü her ne şeye gözün
erişirse, o şey sana hitâb eder (şöyle der ) : “ Sakın bize aldanma, bizim
müstakil vücûdumuz var olduğunu zannetme. Bizim hakikatimiz olan Hak-ka bak.
Biz fitneyiz, seni aldatırız “ diyerek hep nidâ ederler.
_______________
Vezin : Fâilâtün
fâilâtün fâilâtün fâilün
Can bu ilden göçmeden
cânânı bulmazsa ne güç
Yârini terk etmeden
yârânı bulmazsa ne güç.
Sûreti insan içi
hayvan olursa kişinin,
Taşlar ile döğünüp
insânı bulmazsa ne güç.
Ademin gönlü evinde
bahr-ı ummân gizlidir,
Daimâ susuz gezüp
ummânı bulmazsa ne güç.
Can bu dünyâ ilinden
göçüp canânı, yani Hak-kı bulmazsa ne güç. İnsan Hak-kı bu âlemde bulursa
bulur, bulmazsa artık başka âlemde bulamaz ve ebedî azaptan kurtulamaz.
Bu gibi insanların
rûhları sureti insân velâkin içi hayvandır, belki hayvandan da aşağıdır,çünkü
hayvan da Hak-kı tanır.
Üçüncü beyitte geçen
Umman; Hind denizine en yakın olan şehrin (denizin ) adıdır, suyu tatlıdır ,
diğer altı denizin suları gibi tuzlu değildir, bu denizler; içinde yaşayan
balıkların renklerine göre isim alırlar.( Meselâ, Karadeniz, Akdeniz,
Kızıldeniz, Şapdenizi gibi ).
Şol fakîr olup
gezenlerde hazine dopdolu,
Say’edip ol kenz-i
bî-pâyânı bulmazsa ne güç.
Fakr-i fahrî devletine
erişen Sultân olur,
Fahr-i tâmme erişip
Sultânı bulmazsa ne güç.
Herkesin derdine
dermânı yine derdindedir,
Derdinin içindeki
dermânı bulmazsa ne güç.
Bunda gelmekten murâd
çün kim Hak-kın irfânıdır,
Ey Niyâzi kişi ol
irfânı bulmazsa ne güç.
Fakir, ef’âlini,
sıfâtını, ve vücûdunu Hak-ka verendir, yoksa parası, malı, olmayan demek
değildir. Hazineleri dolu olur da “ Fenâfillâh “ olduğundan fakirdir. Hazret-i
Muhammedin (S.A.V) yirmidört adet küheylân atı vardı, sâir şeyleri de ona göre
olup zamanın zenginleri onun malına haset ederlerdi. Öyle iken “ El-fak-ü fahrî
“, yani “ fakrımla iftihâr ederim “ buyurdu.Hani bazı kimselerin söyledikleri
gibi Hazreti Peygamber hasır üstünde yatmış da hasır mübârek vücûdlarına yara
açmış dedikleri tamamiyle bir isnattır ve Resûlüllah Efendimizi tahkirdir.
Hazret-i Hatîcetül- Kübrâ kızı Fâtıma ve kızı Zeynebi evlendirdikleri zaman
mücevherattan birer gerdanlık takdı ki, Kureyşin ileri gelenleri bunlara bir
türlü kıymet takdir edemediler. Halen atlarda aranan nişanlar vaktiyle Hazreti
Peygamberin sâhip bulundukları atlarının nişanlarıdır. Onun atları gibi
nişanları olan atları almak, bakmak iyi bir harakettir.
“ Herkesin derdine
dermânı yine derdindedir.”
Herkesin derdi
tevhîddir, dermânı da tevhîddir. Eğer tevhîdi olmazsa o insanın ne güç. Tevhîd
ise Tevhîd-i Ef’âl, Tevhîd-i Sıfat, Tevhîd-i Zat tır. Tevhîd-i Zat görülürse
ilim taalluk etmez, Tevhîd-i Sıfat görülmezse ilim taalluk eder. Bir insanın
irfan sahibi olması demek, o insanın “ Arif-i Billâh” olması demektir.
__________
Vezin : Fâilâtün
fâilâtün fâilâtün fâilün
Hep güzeller arasında
buldu hüsnün çün revâc,
Cem olup uşşak bir bir
sana eyler ihtiyâc.
Hüsn içinde bu ne
şehliktir ki şâhân-ı cihân,
Can verirler yoluna ya
kande kaldı taht-ü tâc.
Nice zahmetler çeküp
üftâdeler vaslın umup,
Akibet dermân yerine
derdini kıldını ilâç.
Ni’met-i vaslın atâ
kılsan nola âşıklara,
Hân-ı fazlından ne
gider duysalar ger cümle âç.
Ey Niyâzî iremessin
ölmeyince vuslata,
Adet oldur Yâr ilinde
cân alurlar hüsne bâc.
Derd, derman birdir.
Onun için derman yerine derdi ilâç olur. Üçüncü beyit “ Mutû kable en temutû “
hadisi şerifini beyân eder. Anlamı : “ İzdirari ölüm ile ölmezden önce ölün,
yani ihtiyâri ölüm ile ölün “ demektir. Çünkü Mürşid-i Kâmile vardığınız zaman
sendeki ef’alin; yaptığın (işlerin ) ve sâirlerinin ef’âli ne kadar var ise
Hak-kın olduğunu sana bildirir, sonra sıfatların ve sâirlerin sıfatlarının
Hak-kın olduğunu bildirir. Daha sonra vücûdun ve sâir mevcûdatın vücûdlarının
Hak-kın olduğunu bildirir. Esasen insanda ancak bunlar vardır. Bunlar Hak-kın
olup insan dahi Hak-kın’dır. Bunların Hak-kın olduğuna Mürşid-i Kâmilin
himmetiyle vâkıf olununca ihtiyârî ölüm tahakkuk eder. O zaman ef’âl, sıfat,
Zat sende kalmaz. Kezâlik mecburî ölüm ile ölenlerde ef’âl, sıfat ve zat kalır
mı, kalmaz. O rûhunu Hak-ka teslim etmiş bir kalıptan başka birşey değildir.
Ona itibar olunması ölümden önce, rûhun meskeni olduğundan dolayıdır. Bu
sebeple onu yıkarlar, kefenlerler, omuzlarda taşıyarak kabre götürüp toprağa
verirler ve rûhuna besledikleri saygı sebebiyle gerekli ağırlamayı yaparlar.
Mısri Divan 3
Vezin : Fâilâtün
fâilâtün fâilâtün fâilün.
Zûlmet-i hicrinde
bîdâr olmuşum Yâ Rab meded,
İntizâr-ı subh-ı didâr
olmuşum Yâ Rab meded.
Gülşen-i vaslın
nesîmin irgörüp bâd-ı sabâ,
Andelîb-i bâğ-ı gülzâr
olmuşum Yâ Rab meded.
Kalmışam zındân-ı cism
içre bugün tenhâ garb,
Bu kafeste rûz-u şeb-i
zâr olmuşum Yâ Rab meded.
Şol şarâbı kim anı
sundun bana rûz-i Elest,
Ol zamandan mest-i
hûşyâr olmuşum Yâ Rab meded.
Rûz-ı Elest (elest
günü) Kâbede Arafatta hazreti Âdeme melekler secde ettikten sonra zürriyeti
(gelecek nesilleri) latif bir surette zahrından (sırt tarafından) çıkarılıp
dört saf oldu.
Birici safta Enbiyâ
(cümle peygamberler) durdu. İkinci safta Evliyâ (Veliler, yani Allâhın seçkin
kulları)durdu. Üçüncü safta Mü’minin (Allâh ve Resûlüne imân edenler) durdu.
Dördüncü safta Eşkiyâ (şakîler, imansızlar) durdu. Birinci saftan “Elestü
bi-Rabbiküm”, yani “Ben Rabbınız değil miyim ?” nidâsı Sultânül-Enbiyâdan
(Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V.) zuhûr etti. İkinci safta bulunan Veliler
arasında bulunan “Gavs” tarafından dahi “Elestü bi-Rabbiküm” hitabı irâd
edildi. Mü’minler işitip, eşkiyâ Hak-kı işitmedi. Bu kitaplara üç saf birden
“Belî ” yani “Evet” dediler. Yalnız eşkiyâ safı ise mü’minleri taklid ederek
evet dediler.Bayazid-i Bistâmî hazretleri “O hitap hala kulağımdadır” demiştir.
Ehlullâhtan da bazıları bugün bile aynı hitap olmaktadır. Çünkü hitap ile ahid
altı defa oldu. İkisi ef’âlde zâhir ve bâtın, ikisi sıfatta zâhir ve bâtın
ikiside zatta zâhir ve bâtın olarak yapılır. Böylece ef’âl-i zâhire ef’âli
bâtına, sıfât-ı zâhire, sıfât-ı bâtına ve zât-ı zâhire zât-ı bâtına olmak üzere
ahid altı defa yapılmış olur.
Her ne varsam yakar bu
cânımı aşk âteşi,
Yana yana külli pür
nâr olmuşum Yâ Rab meded.
Vahdet ilinde seninle
yâr idim noldu bana,
Kesret içre bend-i
ağyâr olmuşum Yâ Rab meded.
Bu Niyâzî düştü varlık
câhına Yûsuf gibi,
Al elim kurtar ki
nâçâr olmuşum Yâ Rab meded.
Son beyitte geçen
Yûsuf’un varlığından murat edilen onun güzelliğidir, çünkü onun güzelliğine
karışık veya benzer bu dünyâda olmadı ve olmıyacaktır. Velâkin Hak-kın
güzelliği bütün mahlûkâta bölünse ve Yusuf (A.S.) da bunlardan birini görse bu
güzelliğe gıbta ederdi, yani Yusuf’un güzlliği Hak-kın güzelliği yanında bir
hiç olarak kalırdı.
____________
Vezin: Mefâilün
mefâilün feûlün
Yine dil na’atını
söyler Muhammed,
Dil-ü can mülkünü
toylar Muhammed.
Vücûd-u Muhammedî üç
kısma bölünür: Biri Vücû-u Nûrânî, biri Vücud-u Misâlî, biri de Vücûd-u Unsurî
dir.
Vücûd-u Nurânî,
“Evvele ma Halakallâh-i Nûri ve Evvele ma Halakallah-ı Rûhî “ ki, Evvele mâ
Halakallâhtır. Her şeyin ve her âlemin yaradılışı Nûr-i Muhammeddendir. Vücûdu
misâli : Rüyada görülenler Vücûd-u Misâlîdir. Diğerleri de Vücûd-u Unsurî dir
ki, bu âlemde kendileri sağ iken görülen aziz vücûdlarıdır. Kalp ve can mülkü
Hazreti Muhammedin Vücûd-u Nûrânîsinden yaradılmıştır.
Ne kâdirim seni meth
etmeye ben,
Kemâhi methi Hak
söyler Muhammed
Sen ol sultân-ı
kevneynsin ki mahlûk
Senin medhinde âcizler
Muhammed.
“Ne kâdirim seni meth
etmeğe ben”
“Kemâhî medhi Hak
söyler Muhammed”.
Benim seni meth etmeğe
gücüm yoktur. Gerçek olarak seni Yâ Resûlallâh Hak metheder. Çünkü Hazreti
Muhammedin vechi saadetlerine hiç kimsenin gücü yok idi. Hatta Hazreti Ali
(K.V) efendimiz : “Kim Hazreti Muhammedin gözü şöyle, kaşı böyle derse yalan
söyler. Ben damadı olduğum halde hiç yüzüne bakamamaşımdır “ buyurmuşlardır.
Kitaplarda yazılı olan “şemâil-i Nebî “ Ebû Revvâhanın rivâyet ettikleridir. Bu
zat Hazreti Peygamberin üvey oğlu idi. Daha küçük yaşlarında iken Hazreti
Peygamberin kucağında dikkat edip yazarlardı. İşte eldeki “ Hilye-i Saadet “
onun rivâyeti ile yazılmıştır.
Boyuna hil’at-ı
levlâkı giyip
Düşüptür sâye serviler
Muhammed,
Alır şems-ü kamer nûru
yüzünden,
Saçın velleyl-i
yeldalar Muhammed.
Kaşındır Kâb-e
kavseyn-i ev-ednâ,
Dürründen açılır
güller Muhammed.
“ Levlâke levlâke lemâ
halaktül eflâk”. Öyleya eflâk Nûr-i Muhammedî den yaradılmadımı? Nûr-i
Muhammedî olmasaydı eflâk olurmuydu, olmazdı. Güneş ve ayın nûru dahi Nûr-i
Muhammedîdendir.
“Saçın Velleyl-i
Yeldâlar Muhammed”
Hazreti Peygamberin
saçı gayet siyah idi. Hani saçları beyazlaşmış dedikleri yalandır. Hazreti
Resûl altmışüç yaşında âhiret âlemine teşrif etti. Saçlarında, sakallarında hiç
ak yok idi. Yalnız dudak kısmında olan sakallarının telleri biraz sararmıştı,
ayni bir adam güneşte gezerse saçı biraz sararır öyle olduğu gibi.
“Kaşındır Kâbe
kavseyni ev ednâ”
Kaşları kâbe kavseyn
idi demek ,iki kaşın arasında pek aralık yok idi, yalnız bir çizgi ayırır idi.
“Dürründen açılır
güller Muhammed”
“Dürründen gül hasıl
oldu. Çünkü gül dürrüne âşık oldu. Cenâb-ı Hak dürrü Muhammedinin kokusuyla
güle tecellî etti . Anın için gülün kokusu çok güzeldir ve koklamak sünnet-i
seniyyedir.
Boyu eğmiş dürür
çeşmine hayrân,
Çemen sahnında
sünbüller Muhammed.
Lebin la’l-ü dehânın
ma’denidir,
Lisânın vahyi Hak
söyler Muhammed.
Boynunu aşağı
eğerlerdi, güya yüksekten aşağıya iner gibi. Bundan dolayı kimse mübârek yüzlerini
göremez ve bakamazdı. Dudakları kırmızı idi.
Şu vaktin kim çıkıp
gezdin semâyı,
Bulup Hazrette
rif’atler Muhammed.
Kamû ervâh-ı Peygamber
hem melâk,
Seni iclâle geldiler
Muhammed.
Mirâc-ı Nebî hakkında
üç söz söylenmiştir. Bunlardan biri İbn-i Abbas Hazreti Resûl Hak-kı baş
gözüyle gördü der. Başkaları basîretle,yani kalb gözüyle gördü der. Hazreti
Aişe-tül-kübrâ : “ Her kim Resûlüllâh Hak-kı baş gözüyle veya kalb gözüyle
gördü derse yalan söyler.” Müfessirin, yani açıklamacılar baş gözüyle gören
kalb gözüyle de görür ve kalb gözüyle gören baş gözüylede görür ve Hazreti
Aişenin sözlerine de, kendi ictihadı ile söylemiştir.deyip bahsi keserler.
Halbuki Hak-kı ancak Hak görür, başkası göremez Bu sebepten Hazreti
Aişe-tül-Kübrânın sözü tercih olunur, çünkü Rubûbiyetiyle Rubûbiyetini görür.
Hatta âhiret âleminde Hak görülecek denildiği işte budur. Mümin olanlar
kalbleriyle tasdik ettikleri şekilde ayda bir kere göreceklerdir.
Hazreti Aişe bizzat
Resûlüllâhtan seyr-i sülük görmüştür. Hüneyn gazâsında kendisine yapılan
isnadların aslı olmadığı hakkında dört âyet-i kerime vârid oldu. Sonra Hazreti
Resûl Aişe-tül-kübrânın babası Ebû Bekir-is-Sıddık hazretlerini çağırıp bu dört
âyeti verdi.Ebû Bekir de harem-i saadete girip kızı Aişeye verdi. Okuduktan sonra
gidip Resûlüllâha teşekkür et dedi. Hazreti Aişe : “ Vallah ben Allâhtan
başkasına şükretmem “. Sonra hazreti Ebû Bekir dönüp keyfiyeti Resûlüllâh
Efendimize arzetti. Resûlüllâh buyurduki “ Onun makâmı makâm-ı cemdir “ ve
devamla. “ Men lem yeşkürünnâs lem yeşkürüllâh “, yani “ Nasa teşekkür Allâha
teşekkürdür “. Ebû Bekir Sıddık gelip hazreti Aişeye bu hadis-i şerîfi okudu ve
ona “ Hazret-ül Cem’i “ telkin etti. Hazreti Aişede gelip Hazreti Resûle
şükretti. Şimdi Aişe-tül-Kübrâ’nın sözü ictihadına haml olunurmu, olunmaz, zirâ
nâsa şükretmek Hak-ka şükretmek olduğundan nâs mezâhir-i Hak değilmidir.
Seni Şâhı âlem kılıp
ol anda,
Kamûsu ümmet oldular
Muhammed.
Niçün olmayalar ümmet
ki Hak-kın,
Rızâsın sende buldular
Muhammed.
Ne noksan ire câhına
kılursan,
Niyâzî’ye şefâatler
Muhammed.
Meleklerin de ona
ümmet olması mahzâ teşrif içindir.Melek mükellef değildir. Hazreti Cibril’in
önceleri namaz farz olunduğu zaman Resûllüllâha imamlık yaptığı yalandır, çünkü
mükellef olmayanın mükellefe imam olması doğru değildir. O yalnız kendilerine
namazın rüküunu ve secdelerini ve vakitlerini bildirirdi.
__________
Vezin : Fâilâtün
fâilâtün fâilâtün fâilün
Müşkülüm var size ey
Hak dostları eylen reşâd,
Kim sevâbın vere olsun
Hak katında bermurâd.
Ol ne kesrettir ki
anın haddi yok pâyânı yok,
Kesret içinde ne
vahdettir ki ana yok idâd.
Nihayetsiz olan kesret
içinde sayısız vahdet nedir? Vahdet, Hak-kın vücûdu, kesret ise Hak-kın şuûnat
ve ahvâlidir. Ahvâli, ilimde olan, yani (Zatın ilminde olan ) malûmatın
(bilgilerin ) sûretleridir. Yani tüm suretler İlâhi ilimlerin sûretleridir.
Cenâb-ı Hak Kur’ânı Keriminde : “ Küllü yevmin hüve fî şe’n “ yani “ Cenab-ı
Hak her an bir şe’n ve tecellîledir “ buyurmuştur. Bir tecellîsi iki anda
olmaz, hasıl-ı tahsil lâzım gelir, bir anda da iki tecelî olmaz, zirâ kayd
lâzım gelir.
Velâkin yalnız insanda
değil, zerreden kıla kadar her birine bir anda bir tecellîsi vardır.Çünkü her
zerrede Hazreti Hak kemâli üzere mevcûddur. Bazı şeyde zûhuru daha ziyâde, bazı
şeyde butûnu daha ziyade olup, her şeyin vücûdu Hak-kın vücûdudur. İşte
sayılamaz vahdet bu demektir. Eğer insan, bitki, hayvan gibi sayılabilirse, o
zaman kesret olur ve ona “halk “ denir.
Çoktur envâr bu halkın
biri insân üç bölük,
Biri ehl-i hayme,
birisi kurâ, biri bilâd.
Üç bölükten üç bölük
dâhi bölünmüş ey hoca,
Biri kâfir, biri
mü’min biri ehl-i inkıyâd.
Kangısı Hak-dan irağ
olmuş bunların söyle gel,
Kangısı kâdir ki Hak
emrine eyleye inâd.
Hak-kın iken her
tasarruf bu abes sözler nedir,
Nefs-ü şeytân dediğin
kimlerdir eylerler fesâd.
Dünyâ-vü ukbâ dahi hem
haşr-ü neşr olmak nedir,
Bunları bildir bana
hem ne dürür mebde-i meâd.
Ahirette cennet-i
nirân-ü berzâh kim denür,
Bunların aslı nedendir
oliser yevm-ittenâd.
Kahr-ü lûtfun illeti
bir demenin aslı nedir,
Bu ikinin vahdeti midir
acep râh-ı sedâd.
Yani râhat ayni
mihnet, mihneti râhat mıdır,
Cümleden râzı mıdır
Hak ber târik-i ıttırâd.
İnsanlar üç bölük,
yani üç kısım halinde bulunurlar :
İnsanlardan bir kısmı
çadırlarda yaşarlar, meselâ, bunlardan bazısı âşiret halinde göçebe hayatı
yaşarlar. Diğer bir kısmı ilçe köylerde yaşarlar. Üçüncü kısım ise küçük büyük
şehirlerde yaşarlar. Bunlarda üç çeşit insan bulunur. Biri Kâfir, biri Mü’min,
diğerleride inkiyâd ehli ki ( emirlere uyanlar) Enbiyâ ve Velîlerdir. Bunlardan
hangisi Hak-kın emirlerine karşı gelebilir ? Hiçbiri karşı gelmeğe kâdir
değildir, çünkü ef’âl, sıfat, zat Hak-kındır. İnat etmeğe kalkışmak demek,
bunların kendinin olması icabeder. Meselâ, köle efendisiyle inat edebilirmi,
edemez. Böyle olduğu halde mademki her tasarruf Hak-kındır, bu boş sözler
nedir? Nefs ve şeytan dediğin kimlerdir? Bir adamki kaderde şakîdir, Şeytan ana
musallat olur. Bir adam ki saîddir, şeytan ona ne yapabilir, bir şey
yapamaz.Kimse anı ifsad edemez ve ana kimse mani olamaz ve Hak-ka giden yolundan
alıkoyamaz . Burada derseki Kâfir, beni niçin Kâfir yarattın ? Cevap olarak :
“Dileseydin Mü’min yaratırdık, bu senin elindedir”. Bu ne gibidir, meselâ : Bir
adamın kendi malı olan bir ormanı var, tutar ormanından bir ağacı keser, O
ağacın bazı dallarından mertek ( kazık ) yapar, kalınca olanlarından kiriş ve
dikme yapar. Sonra o mertek derki : Niçin beni de kiriş yapmadın? Buna cevap
olarak ; sen incesin,senin kiriş olmaklığa kâbiliyet ve istidadın yoktur. Birde
şu misâl vardır : Kayısı veya zerdali derki : niçin beni de elma gibi
yaratmadın da böyle toparlak ve sarı renkte yarattın? Cevap olarak denir ki;
sen zerdalisin, zerdali böyle toparlak ve sarı olur, o ise elmadır.
Dünyâ vü ukbâ dahi
haşr-ü neşr olmak nedir”
Haşir ve neşir şudur :
Biz insanlar üç yerde toplanırız : Biri ahdü misâk için Arafat vâdisinde
toplandık. Biri berzah âleminde toplanırız, diğeride Ahiret âleminde
toplanırız. Arif olanlar haşir ve neşri daha bu âlemde görürler. “ Mutû kable
en temutû “, “ Ölmezden önce ölünüz “, hükmünce o Tevhîd-i ef’âlde ef’âli
Hak-ka verir, Tevhîd-i sıfatta sıfâtı Hak-ka verirler, Tevhîd-i Zatta zâtı
Hak-ka verir. Cem makâmında zâtı giyer, Hazretül cemde sıfâtı giyer, ve Cemül
–cem makâmında ef’âli giyer . Haktan Geldiğimiz cihetle başlangıcımız Haktır.Hak-ka
gideceğimizden dönüşümüz de yine Haktır.
“Ahirette cennet-i
niyrân-ü berzah kim denür”
Ahirette İlâhî adalet
icra olunacağından Kâfir cehenneme, Mü’min ile İnkiyâd ehli cennete
konulacaktır. Çünkü dünyâda iken bunlar üç çeşit meskende yaşarlardı, kezâ
âhirette de meskenleri başka başka olacaktır.
“Kahr-ü lütfun illeti
bir demenin aslı nedir”
Doğru yol kahır ve
lütfu bir bilmektir, çünkü kahır ve lütuf insanların tabiatına göredir. Bir
kimsenin tabiatına kahır olan, ötekinin tabiatına göre bir lütuftur. Meselâ :
Şehirlerde oturanlara göre ıssız bir köyde oturmak kahırdır, halbuki oranın
halkı için bir lütuftur. Anın kahrı şehirde oturmaktır ki , bu halde şehirlerde
oturanlar için bir lütuftur. Diğer bir misâl : Çalışmak bir zahmettir, ancak
çalışmağa alışmış bir işçiyi işinden çeksen aylaklık ona azap verir, ancak o
kimse çalışırsa rahat bulur. İşte rahatı mihnet, mihnetide rahat bilmek bu
demektir.
“İnnallâhe lâ yerdâ
li-ibâdihil – küfür “.
Anlamı :
“ Hak Taâlâ küfrün
kazâsına râzıdır, Hüküm ve kazâ eder, velâkin icrâsına, yani küfür edilmesine
râzı değildir “.
Bunu bir misâlle
açıklayalım : Meselâ , Bir Hâkimin oğlu bir şey çalar, yani hırsızlık yapar,
onun bu hali şer’en isbât edilir.Karşısına getirilen oğluna Hâkim elinin
kesilmesini hükmeder.Halbuki Hâkim oğlunun elinin kesilmesine râzı olmaz, yani
Hâkim hüküm ve kazâya râzıdır, lâkin hükmün icrâsına râzı değildir. Kezâlik Hak
Taâlâ da küfrün kazâsına râzıdır, hüküm ve kazâ eder, velâkin icrâsına,yani
(insanların) küfür icrâ etmesine râzı değildir.
Hak tealâdan yakın
insâna bir şey yok denür,
Lik bildir kim dürür
Allâh ya kimdir ibâd.
Men aref le mâ
remeyt-e iz remeyt-e remzini,
Fark ede gör mümkün
ise ber sebîl-i infirâd.
Müşkülü çoktur
Niyâzî’nin veli biri de bu,
Zâhid anlasa Hak-kı
zühdü neden olur kesâd.
Haktan yakın insâna
bir şey yoktur,yani O sana boynunun damarlarından daha yakındır, çünkü vücûd
Hak-kındır.
“Lik bildir kim dürür
Allâh ya kimdir ibâd”
Şu halde Allâh
kimdir.kullar kimdir ? İşte mutlak olan Allâhtır, mukayyed olan kuldur.
“Men aref le Mâ
remeyte iz remeyte” remzini”
“Men aref-e nefsehû
fekad aref-e Rabbehû” , “Nefsini bilen Rabbisini bilir” hadis-i şerîfini
tefsirciler telakki etmediler, çünkü bu hadis-i şerif Hazreti Resûlün
vefatından sonra nakledilmiş olup, râvisi Hazreti Ömer (R.A.) dır.
Bir defasında
Resûlüllâh Efendimiz Hazreti Ömer ile görüştüklerinde bu hadisi söylemişlerdir.
Bu hadisin doğruluğuna Kur’ânda bir âyet var mıdır? Evet vardır.
Esteîzü-billah: “Vemen yargab-ü an millet-i ;İbrâhîm-e illâ men sefihe nefsehû velekad
istefeynâhu fid-dünyâ ve innehû fil-âhiret-i lemines-sâlihîyn”âyet-i
kerimesidir. Yani “Millet-i İbrahimden olan kimse tevhîdden iyrâz eylemez (yüz
çevirmez, muhalefet etmez). Âyetteki, “Men sefihe nefsehû” demek “men cehile
nefsehû” yani “Nefsini bilmeyen tevhidden iyrâz eyledi”. İşte yukadıdaki âyet
bu hadisin doğruluğuna delildir. (Bakara suresi, âyet 130).
“Mâ rameyte iz
rameyte” âyetine gelince; Bir defasında Hazreti Resûlüllâh Efendimiz (S.A.V.)
Kur’ânı azîymin sûreleri sayısınca, yani az sayıda Sahâbe ile muharebeye gitti.
Harp âletlerinden yanlarında az miktarda ok ve kılınç ile onüç deve vardı.
Düşman ise onyedibin kişilik bir ordu ile belirdi. O vakit Cebrâil (A.S.) nâzil
olup “Yâ Muhammed yerden bir avuç toprak al, Kâfirlerin gözlerine saç”. Hazreti
Resûl de yerden bir avuç toprak alıp düşman tarafına saçtı, toprak kâfirlerin
gözlerine girdi. Onlar gözleriyle uğraşırlarken, Sahâbe hücum edip pek çoğunu
katletti. Muharebeden sonra gazîler Hazreti Resûlün çevresinde toplandılar.
Bunlardan Hazreti Ali (K.V.): Ben düşmanın yüzotuzunu katlettim. Hazreti
Ebubekir (R.A.) ben de şu kadarını katlettim. Bu sırada Cebrâil (A.S.) nâzil
olup şu âyeti kerimeyi getirdi: “Felem taktulûhüm ve lâkin-nallah-e katelehüm”,
yani “O Kâfirleri siz katletmediniz, ancak anları Âllâh katletti”. Sahâbe-i
Kirâm Cem-makâmında oldukları için, Hazreti Peygambere de “İz rameyte”
denildiği gibi “iz kateltumûhüm “ denilmedi. Hazreti Resûl-ü Ekremin makâmı
“Âhadiyyet” olduğundan “Vemâ rameyte iz rameyte velâkin-nallâhe ramâ”, yani
“Yâ, Muhammed sen Kâfirlere toprak attığın vakit, sen atmadın ancak Allâh attı”
buyuruldu.
“Zâhid Hak-kı anlasa
zühdü neden olur kesâd”
Zâhid Hak-kı anlasa
Ârif olur. O vakit namaz kıl, Kur’ân oku, hayır işle diye zühde dâir şeyleri
durmadan teklif etmez, çünkü zühtü zaten kalmazki. O bilirki fâil, mevsuf ve
mevcûd olan ancak Hak-tır.
--------------------
Arabca şiir :
Vücûdun kad bedâ fî
külli mevcûd
Nukûşun kad bedet min
ayni meşhûd
Feküllin bi i’tibâri
aynin halk
Ve fittahkiki zâtu
aynin ma’bûd
Ve mâ filkevni gayrül
Hakk-i aslâ
Ve mâ fizâhiri illâ
aslı maksûd
Yurâ bahrün lehu alâfu
mevcin
Hüvel mevcûdu vel
emvâcu mefkud
Feyâ insânu vemâ
insânu Hakk-un
Lefî küllil avâlimi
ente Mahmûd
Şerhi : Hakk-ın vücûdu
her bir mevcudda zâhir oldu. Bu nukûş ( nakışlar) yani bu görünen sûretler ayni
meşhuddan zâhir oldu. Daha açıkçası parmağını şöyle kaldırsan Hak-ka vâki olur.
(vüsul bulur ).
“ Ve fittahkîki zâtu
aynin halk “
Hak-kın vücûdundan
başka vücûd yoktur. Velâkin her biri Ahmed, Mehmed, Hasan, Hüseyin, Bitki,
hayvan itibariyle halktır. Halk denilir tahkikte ise ayni Ma’buddur.
“ Ve mâ filkevni
gayrül Hakk-i aslâ “
Kevinde, yani
mükevvenatta ( yaratılmış bütün mevcudatta ), Haktan gayri aslâ yoktur.
“Ve mâ fizzâhiri illâ
aslı maksud “
Zâhirde (görüntülerde,
görünenlerde ) Haktan gayri yoktur, illâ oldur, asıl maksuddur, yani istenen “
O “ dur.
“Yurâ bahrün lehu
alâfu mevcin
Hüvel mevcûdu vel
emvâcu mefkûd”
Denizden görülür nice
bin dalga olur, halbuki hava sâkin olunca dalgalardan eser kalmaz,geriye deniz
kalır,dalgalar kaybolur, Çünkü dalgalar denizden başka bir şey değillerdi. Sen
tuttun onlara vücûd verdin.
“Feyâ insânu vemâ
insânu Hakk-un
Lefî küllil avâlimi
ente Mahmûd”
Ey insan, insan Hak
değildir. Çünkü insan mukayyeddir (insan olarak ona isim verilmiş kayıdlandırılmıştır.)
Mukayyed olana Hak demek küfürdür. Velâkin âlemlerde mahmud Haktır.Zirâ Hak ve
Rab manâları itibariyle sabit, yani değişmez demektir.
“Lifânûsil mezâhiri
ente şemün
Liküllil vâridâtı ente
mevrûd
Lekel kâfu lekel ankâ
camîâ
Lekel kahru lekel
lütfu lekel cûd
Vefî da’vâke ma’rûzul
emâneti
Vefî ma’nâke ma’rufun
ve mescû
Bu mazharların
fenerlerinin mumu sensin.
Her bir halin ile bu
âleme gelirsin,gelen sensin. Kâf senindir, Ankâ senindir, kahır senindir, lütûf
senindir, cûd (cömertlik ) senindir, Yani tek kelime ile herşey senindir. Kâf,
bahr-ı muhitten (dış deniz,büyük deniz) öteye zebercedden bir dağdır (
zeberced, zümrüt dediğimiz değerli yeşil bir taş ).Yüksekliği yedibin yıllık
yoldur. Birinci kat gök onun üstünde kuruludur.
Hatta göğün böyle mavi
renkte olması güneş vurup o dağın yansımış olmasıdır. Oraya kimse gitmez,
Yalnız Ehlullâh gider. Hatta Ehlullâhtan iki zat oraya gitti. Orada gezerlerken
Hayye diye bir yaratığa rastladılar,bunlara:
“ Ebû Medyen-i Mgribî
yi gördünüzmü ? “ Bu iki zat : “ Sen onu nereden biliyorsun “diye cevap
verdiler. “ Niçin bilmeyeyim ,sen ve sen,filan filan değilmisiniz. Bir adam
Hak-kı sevdiği vakit göklerin meleklerine ve bize de tenbih edilirki, filan
adam Allâhı sevdi, Allâh dahi anı sevdi,siz dahi anı sevin. İşte bu sebeple anı
biliyoruz ve anı seviyoruz”.
“Felil esmâi leyset
ayn-ün aslâ,
Müsemmel küll-i ayni
gayr-i ma’dûd.”
İsimler için ayn
yoktur. Yani Ahmet, Mehmed, Hasan,Hüseyin, Bitki Hayvan, ağaç, taş gibi şeyler
için ayn (bir şeyin cevheri,aslı )yoktur. Bunların aksinin müsemmâsı ayn’dır,
yalnız sayısız olarak,zirâ sayılırsa o zaman halk olur. Çünkü “ Cem “ makâmında
çoğalma yoktur, zirâ çoğalırsa o zaman halk olur. Velâkin “Hazretil cem “
makâmında’ki şerîat makâmıdır,orada teaddüd, yani çoğalma vardır. Velhasıl
çoğalma görülmediği halde, yani insan, hayvan veya bitki görülmediği vakit
Hak-tır.İnsan,Hayvan,bitki görüldüğü vakit’de Halk’tır. Aksi halde onlara Hak
demek küfürdür. Yani daha açık bir ifâde ile insan veyahut sâir şeye Hak diyen
kimse kâfir olur.
Ve mel-Mısrî illâ
bi-i’tibâr-i
Ve innî küll-i
mevcûd-i ve ma’hûd.
Arabca şiir :
“Künnâ zevât –el
rüşd-elnâ hayât-il ebed,
Lemâ yedâ min Ahmed-i
envâri sırassamed.
Resûluna Muhammed
habîbinâ Muhammed,
Şefiinâ Muhammed kad
câenâ bil-meded.
Şehri-is-sıyâmı kad
etâ bilcûd-i min bahr-il atâ,
Ehlen ve Sehlen
merhabâ envârı sırras-semâ
Resûlüna Muhammed
Nebiyyinâ Muhammed,
Şefiinâ Muhammed kad
câe bil-meded.”
Arabca olan bu şiirin
şerhinde Muhammed Nûrul-Arabî hazretleri : Hazreti Cibril,hazreti Mikâil,
hazreti İsrâfil, hazreti Azrâil, ve Enbiyâ ve Veresenin cümlesi, Hazreti
Resûlüllâh (S.A.V) dâiresindedir, zirâ bu dâire asâleten Resûlüllâha mahsustur.
Sırrı samed nûrları, yani Hak sırrının nûrları Hazreti Resûlden zâir olduğu
vakit, yani Hazreti Resûlun nûru yaratıldığı vakit, biz ebedî hayata nâil
olduk. Mısrî Efendi diyorki bu şiirinde: Resûllüllâhın nûru yaratıldığı zaman
ben de o dâirede rüşd sâhibi idim ( rüşd sâhibi demek hakikat yolunda
yürüyenlerdendim ).Ben de o dâirede bulundum.
Şehrüs-sıyâm demek,
yani Ramazan bahr-ı atâdan geldi. O da sırrı samed nûrlarıdır.Bu esmâ-i Hüsnâ
da da vardır. Şehr-i Ramazan Şehrullâh demektir.
Mısri Divan 4
Vezin : Mefâîlün
mefâilün mefâîlün mefâilün
Ezelden nârına aşkın
yana geldim nihân içre,
Akıttım nîce dem
yaşlar gözümden dolu kan içre.
Hak ile bînişân iken
kamû canlara cân iken,
Düşürdü bî-mekân iken
beni kevn-ü mekân içre.
Nice geldim, nice
gittim nice doğdum,nice öldüm,
Nice açtım, nice
soldum, şol gül gibi cihân içre.
Bulut olup göğe ağdım,
matar olup yere yağdım,
Güneş olup gehi doğdum
zemîn-ü âsümân içre.
Herkes ezelde ne ise
burada da odur, hiçbir değişme veya değişiklik olmaz, yani burada kâmil olan
ezelde ruhlar âleminde iken de kâmil idi. Ârif olan burada da Ârif olur, mü’min
olan mü’min, kâfir olan kâfir, âsi olan âsi, fâsık olan fâsık olur. Velhâsıl
ezelde her ne ise burada da odur.
“Bulut olup göğe ağdım
matar olup yere yağdım “
Bulutlar, yağmur
olarak dört rüzgârın yardımıyla vücûda gelir. Önce poyraz eser, yeri ve suları
serinlendirir, sonra güneşin hararetinden dört mil yukarıya kadar buharlar
yükselir. Sonra batı rüzgârları esip o buharları yürütür,doğu rüzgârları eserek
onları bir araya toplar, sularının tadını değiştirir, en sonunda güney, yani
kible rüzgârları bulutları yağmura çevirerek yağdırır.
“Güneş olup gehi
doğdum zemîn-ü âsümân içre “
Güneş yeryüzüne arka
yüzüyledir. Önyüzü Arş-ı alâya doğrudur, yerleri ve gök yüzünü nûrlandırır.
Birici kat gökten ikinci kat gök büyüktür. İkinci kat gökten üçüncü, üçüncüden
dördüncü, dördüncüden beşinci, beşinciden altıncı, altıcıdan da yedinci gök
daha büyüktür.
“Nebat olup nice
devrân nice demde olup hayvân”
Geyürdü sûret-i insân
bana devr-i zamân içre.
Niyâzî Hazretleri bu
şiirlerinde insanın bir çok devirlerden geçtikten sonra nasıl insân sûretiyle
bu âleme geldiğini açıklar. İlâhi mertebeler yirmisekizdir:
Birinci mertebe Nûr-i
Muhammed (S.A.V.) dir. Sonra sırasıyla Nefs-i kül gelir, bu ruhlar âlemidir.
Nefs-i külden tabiat, tabiattan heyûlâ, heyûlâdan cism-i kül, cism-i külden
şekil, şekilden arş, arşdan kürsî, kürsîden yedi kat gök, göklerden ateş
küresine, ateş küresinden hava küresine, andan su küresine, andan toprak
küresine, andan madenlere, andan bitkilere, andan sonra da İNSÂN’a gelir. Bu
devir şer’îdir, yani âyet ve hadisle sabittir.
Ahadiyyetüsseyir olan
Kâmiller hiçbir mertebede gecikmeyere ezelde oldukları gibi, burada da İnsân
suretinde Kâmil olarak gelirler, yani onlar Kâmil olarak doğarlar. Anların
dâvete ve mürşide ihtiyaçları yoktur.Ancak bu mertebelerde gecikene Tevhîd biraz
güç gelir, ne kadar gecikme olursa, o kimsenin Tevhîde istidâdı uzak olur. Bu
husus şer-i devirde yenilmeyen bitkiye gelmişse ve o bitkiyi de bir hayvan
yerse, önce madene verir ve böylece insanın Kâmil insân olması gecikir. Bu
sebebten bu gibilere halvet ve riyâzet verilir.
Çü insân sûretin
buldum Hak-ka hamd-ü senâ kıldım,
Fenâ ender fenâ oldum
bekâ-i câvidân içre.
Erişti ma’rifet nûru
gönül oldu Hak-kın Tûru,
Niyâzi duydu çün sırrı
gümân etti iyân içre.
Bu şer-î devirden
başka bâtıl olan devirler vardır, dört adettir : Biri Temâsuh devridir, diğeri
tenâsuh devri, diğeri tefasuh devri, dördüncüsü de terasuh devridir. Bunlardan
biri insan kemâl mertebesini bulmadan ölürse, yine insan olarak gelir, bu devir
kemâl buluncaya kadar devam eder. Diğeri o bir hayvan olarak gelir, bunların
dördüde bâtıl inanışlardır. Hiç insan suretinde gelen tekrar hayvan ,bitki ve
maden olarak gelirmi? Gelmez.Temâsuh devrine inananlar ( ruhun bir cisimden
diğerine,insandan hayvana ve hayvandan tekrar insana geçmesi ) Yahudilerdir,
Bir kısım Bektaşilerde onlara uyarlar. Tenâsuh devrine inananlarda
Hristiyanlardır. Hak mezhebi üzere olanlar şer’î devre inanmış olanlardır.
“Çü insân sûretin
buldum Hak-ka hamd-ü senâ kıldım”
Mısrî efendi bu
beytinde ; İnsân sûretinde geldiğime hamd ve senâlar kıldım.Hak-kın ef’âl,
sıfat ve vücûdun Hak-kın olduğuna vâkıf oldum, yani Fenâfillah olup Bekâbillâhı
buldum demek isterler.
Uyan gafletten en nâim
Hak-ka yalvar seherlerde,
Döküp acı yaşı dâim
Hak-ka yalvar seherlerde.
Kapusunda durup her
bâr yüzün dergâhına tut var,
Yürekten kıl demâdem
zâr Hak-ka yalvar seherlerde
Seherlerde açılır gül
anınçün zâr eder bülbül,
Uyanıp derd ile ey dil
Hak-ka yalvar seherlerde.
Gel ey miskin biçâre
dolaşma gezme âvâre,
Dilersen derdine çâre
Hak-ka yalvar seherlerde.
Açılır bâb-ı Sübhânî
çekilür hân-i sultânî,
Dökülür feyz-i Rabbâni
Hak-ka yalvar seherlerde
Seherde kalkuben her
gâh yüzün yere sürüp kıl âh,
İre lütfu sana nagâh
Hak-ka yalvar seherlerde.
Seherde uykudan uyan
Niyâzî durma derde yan,
Ola kim erişe dermân
Hak-ka yalvar seherlerde.
Zâhir üzere takrir
olunmuştur. ( Hacı Maksut efendi ).
-------------------
Vezin : Fâilâtün
fâilâtün fâilâtün fâilün
Kalbini bâğ-ı cinân et
ravza-i tevhid ile,
Can dimâğın kıl
muattar nefha-i tevhîd ile.
Kâbe-i nûr-i siyâhın
bî-nihâyet yolların,
Kat’eder erbâb-ı aşk
bir lemha-i tevhîd ile.
Allâha giden yollar
sonsuzdur. Zirâ “ Etturuk-u illallâh bi-aded-i enfâs-ül-halâik “, yani “ Allâha
giden yollar yaradılmış olan nefsler sayısıncadır “. İnsan olsun, cin olsun,
hayvan olsun ve diğer yaradılmışlar olsun ,ne kadar nefisler varsa, Allâha
giden o kadar yol vardır.
“Her ne denlü rû siyâh
ettiyse isyânın seni,
Ağarır bî-şek yüzün bu
garra-i tevhîd ile “.
Mısrî efendi burada
isyânı kendisine nisbet etmiştir. Çünkü şer’i hüküm böyle icabettirir.
Kalallâh-i Taâlâ : “ Mâ esâbe-ke min hasenetin feminallâh vemâ esâbeke min
seyyietin femin nefsike...” yani “ Sana isâbet eden güzel şeyleri Allâhtan ve
sana isâbet eden fena şeyleri de kendi nefsinizden bilmelisiniz “.
Peygamber Efendimiz
zamanında Medine yahudileri bir hayır olsa, bu hayır Allâhtandır derlerdi. Bir
şer olsa, burada Muhammed bulundu da bu şer isâbet etti ve bu şer Muhammedin
yüzündendir diye gürültü ederlerdi.O zaman şu âyeti –kerîme nâzil oldu : “ Kul
küllü min indallâh “,yani “ Söyle ey Habibim herşey Allâhtandır “, yani “Hayır
ve şerrin yaratıcısı ve mûcidi Hak Subhânehû ve Taâlâdır “. Bazı zümreler hayrı
Allâh şerri de Şeytan yaratır derler, yukarıdaki âyet-i kerime onların bu
iddialarını kesinlikle reddeder. Bunlardan Süneviye tâifesi hayır Allâh,şerri
de Şeytan yaratır, Kaderiye tâifesi de mecbûrî fiilleri Allâh,ihtiyârî
fiilleride kul yaratır derler. Bunların hepsi küfürdür, şiktir ve
bâtıldır.Çünkü o zaman Hâlik iki olur, Biri Hak, biri de Şeytan. Hayır ve şerrin
yaratıcısı Allâhtır.Lâkin şer’an hayır Hak-ka nisbet olunur. Zuhûr ettiği
mazhar da böylece ameline göre sevâp ve mükâfat görmüş olur.Şer kula,yani
nefsine nisbet olunur ve şer’î hüküm ile kısas icra edilir ;yoksa hayır ve
şerrin yaratıcısı Allâhtır,fakat şer’î hüküm buna göredir,ve bu hususu böyle
bilmek iktizâ eder.
“ Mâverâ-i ins-ü cinni
seyredip arşa çıkar,
Kim ki mi’râç
eylediyse cezbe-i tevhîd ile.
İns ve cin mi’râç
edemez. Âdem (A.S) dan önce bu dünyâda cinler vardı, bunlar birinci kat göğün altına
kadar çıkıp meleklerin sözlerini duyarlardı.Hazreti Resûl dünyâyı teşrif edince
bunlara bu husus yasaklandı ve bir daha yukarı çıkamadılar. İns de mi’râç
edemez. Mi’râç-ı cismâni Resûllüllâha mahsustur. Mi’râç-ı ruhâni ise her bir
Nebî ve Velî ve Verese ( Vâris-i ulûm-u Nebî olanlar ) yapar. Meselâ, burada
otururken onlar kendisinden geçerler veyahut rüyâda arş ve kürsî ve feleklere
yükselirler ve orada feleklerin ilmini öğrenirler.
“Ey Niyâzî Ârif-i
billâh gönülden selb eder,
Onsekizbin perdeyi bir
lem’a i tevhîd ile.”
Lem’a i Ârif’i Billâh
olanlar onsekizbin âlem perdesini kaldırırlar, yani bir tevhîd parıltısı ile
kendi gözünde olan bütün âlemlerin perdelerini kaldırıp yükselirler,esasen Hak
gizli değildir,gizlilik kuladır.
_______________
Vezin : Mef’ûlü
mefâilün mef’ûlü mefâîlün
Ahvâl-i serencâmım bu
saate erince,
Demem sana icmâlin tâ
gâyete erince.
Biz beş er idik çıktık
bir demde yola girdik,
Kırk yılda Pîr’e erdik
bu sohbete erince.
Her yaneye çalındık
çok adları takındık,
Dört tekbiri bir
kıldık ta kâmete erince.
“Biz beş er idik
çıktık bir demde yola girdik “
Beşerden murad edilen
burada nefis, rûh, kalb, hafî ve sırdır. Nefis kesret sever, rûh ise vahdet
sever,yani ruh makâm-ı Cem, nefis ise makâm-ı Hazret-ül-cemdir. Cemde Vahdet
zâhir, Hazret-ül-cem de kesret zâhirdir. Kalb ise makâmı Cem-ül cem, ki dâimâ
takallüpte, yani değişikliktedir.Sır makâm-ı Ahadiyyet, hafî de zattır. İşte bu
beş er nefiste yola çıktık.
“Kırk yılda pîre erdik
bu sohbete erince”
Kırk yılda Pîr’e
erdik.Çünkü tevhid ehlinin buluğ çağı, yani kemâle erme çağı kırk yaşındadır.
Nasıl bir çocuk onbeş yaşında buluğa ererse, kezâ tevhîd ehli de kırk yaşında
buluğa erer, hatta Nebîler bile kırk yaşın-dan önce Peygamberliklerini
bildirmediler. Hazreti Peygamber efendimiz :“ Küntü Nebiyyen ve Âdeme beynel
mâe vettîn “, “ Ben Nebî iken Âdem su ile çamur arasındaydı.” Böyle olduğu
halde kendileri kırk yaşından önce izhâr-ı Nubüvvet (Peygamberliklerini ortaya
koymaları) etmediler.Böylece tevhîd ehli de kırk yaşından sonra tevhîdin
kemâline erer.
“Dört tekbiri bir
kıldık tâ kâmete erince”
Dört tekbirden murad
edilen cenâze namazıdır. Bizim daha önceden cenâze namazımız kılındı ve “ Mutû
kable en temutû “, “Ölmezden önce kendi ihtiyârınızla ölünüz” sırrına mazhar
olduk demektir.
Çün kâmet alıp durduk
divânına el bağlu,
Veçhini iyân gördük bu
hayrete erince.
Tâat bu imiş
ancak,râhat bu imiş ancak,
İzzet bu imiş ancak bu
hizmete erince.
Kesret idi bir oldu,
sûret idi sır oldu,
Zulmet idi nûr oldu bu
âyete erince.
Çün cân ile bir idik
ebdân ile dağıldık,
Âhir ki deme erdik bu
vahdete erince.
Bindörtyüz kanat açtım
altıyüz dahi koştum,
Tâ onbeşe dek uçtum bu
hâlete erince.
Dünyâyı nider âşık ,
ukbâyı nider sâdık,
Mısrî ola gör ayık sen
vuslata erince.
“Vechini iyân gördük
bu hayrete erince”
Burada hayretten murad
ise Hayret-i İlmiyyedir. Hazret-i Resûl duâsında : “Allahümme zıdnî fîke
tahayyüren “.anlamı : “Allâhım hayretimi arttır” buyurdu.
“Çün cân ile bir idik
ebdân ile dağıldık”
Can kimdir? Nûr-i
Muhammed (S.A.V) dir. İşte o can ile bir idik, ,bedenlerle dağıldık.Meselâ,
güneş birdir,lâkin ışığı heryerde dağılmıştır.Her-
kesin evlerinin
pencerelerinden girer,ışık bir iken heryere dağılmakla çoğalır.Bu âlemlerin
hepsi Nûr-i Muhammedînin tafsîli değilmi? İcmal kimdir? Nûr-i Muhammed (S.A.V)
dir.
“Bindörtyüz kanat
açtım altıyüz dahi koştum”
Bindörtyüz kanattan
murad edilen, Mısrî efendi Halvetiye tarikatındandır. Halvetiye yedi esmâya
devam ederler ; yani onlar makâmları yedi esmâ ile telkin ederler : Lâ ilâhe
illallâh, Allâh, Hû, Hak,
Hayy, Kayyûm, Kahhâr
.” Şimdi Esmâ-i Hüsnâ Doksandokuz, bir de zat yüz eder. Allâh ismi,ism-i
câmidir, yani bütün isimleri ifade eder.Yediyüz isimden Yediyüzü zâhir,
Yediyüzüde bâtın olmak üzere toplam Bindörtyüz eder.Çünkü onlar herbir ismin
nûrunu görürler. Kiminin nûru yeşil, kiminin
de sarı ve sâiredir.
İşte Bindörtyüzde kanat açtımın anlamı budur. Altıyüz dahi koştum, bundan da
murad, Halvetiye tarikatinde hilâfet verdikleri vakit, hilâfet sırrı olarak
daha üç isim tâlim ederler. Bu isimlerden biri,” Vedûd”, biri “Gaffâr”,
diğeride “ Rezzâh “ dır.
Vedûd ismiyle
muhabbeti İlâhiyye (Allâh sevgisi ) hâsıl olur. Gaffâr ismiyle mağfiret
istenir. Rezzâk ismiyle de rızık talep edilir. İşte bu üç isim yüzerden üçyüz
eder. Bunun üçyüzü zâhir, Üçyüzüde bâtın olmak üzere toplam Altıyüz eder.
Bindörtyüz de önceki isimlerden, tüm toplam İkibin eder,böylece onlar ikibinin
ismini dâima zikrederler.
“Tâ onbeşe dek uçtum
bu hâlete erince “
Onbeşe dek uçtum
demek, işte buluğ yaşına kadar demektir. Tevhîd ehlinin kemâlce buluğa eriş
yaşı kırk yaşındadır.
_______________
Vezin : Mefâilün
mefâilün feûlün
Dönmek ister gönlüm
cümle sivâdan,
Dönelim âşıklar Mevlâ
derdiyle.
Geçmek ister gönlüm
mülk-i fenâdan,
Geçelim âşıklar Mevlâ
derdiyle.
Derde düşen âşık
nitsün cihânı,
Derd ehlinin dâim
yanmakta cânı,
Döner arzulayıp vasl-ı
canânı,
Dönelim âşıklar Mevlâ
derdiyle.
Ay-ü gün yıldıztar hem
nüh felekler,
Arşın etrafında saf
saf melekler,
Meydân-ı aşkta cevlân
ederler,
Dönelim âşıklar Mevlâ
derdiyle.
Ta’n eyleme zâhid
benim hâlime,
Dahleyleme hergiz bu
devrânıma,
Dermânı devrânda
buldum cânıma,
Dönelim âşıklar Mevlâ
derdiyle.
Baş açıp girelim aşk
meydânına,
Mansûr olurum Enel-Hak
meydânına,
Yanmakta Niyâzî şevkin
nârına,
Yanalım âşıklar Mevlâ
derdiyle.
Zâhir üzre takrir
olunmuştur. ( Hacı Maksut Efendi)
________________
Vezin : Mef’ûlü
mefâilün mef’ûlü mefâilün
Bilmem nitsem neylesem
bu halvetin şerbetine,
Bu cânı teslim eylesem
bu halvetin şerbetine,
Hep bu gökleri
indirseler şerbet ile doldursalar,
Biricik bizi
kandırsalar bu halvetin şerbetine.
Şerbeti gönderdikte
Hak öğünce gün olsa çerak,
Yıldızlar olsa hep
çanak bu halvetin şerbetine,
Duysa bunu şâh-ı cihân
katresine verirdi can,
Olmaz bahâ kevn-ü
mekân bu halvetin şerbetine.
Bu bir aceb ilden
gelir ancak bunu içen bilir,
Kim tatsa hayrette
kalır bu halvetin şerbetine,
Her kime olsa feth-i
bâb içer anı görmez azab ,
Cism-ü cânı eyler
kebâb bu halvetin şerbetine.
Şerbetimiz tükenmedi
içenleri usanmadı,
Niyâzî hergiz kanmadı
bu halvetin şerbetine.
Tevhîdde iki vecih
vardır: Biri celvet, diğeri de halvettir. Celvet, cem makâmı olup Hak zâhir,
Halk bâtındır. Halvette ise Hazret-il-cem ki , şeriat makâmıdır, halk zâhir,
Hak bâtındır. Halvet ehli sıfâta kadar makâm gösterir, onlara “Sıfâtiyyûn”
tâbir olunur. İşte onların makâmları şerîat makâmıdır ki, hicap makâmıdır.
Celvet ehli zat makâmına kadar makâm gösterir, onlara da “Zâtiyyûn” tâbi
olunur. Cem makâmı Hakikat makâmıdır. Hakikat makâmında ise Hak zâhirdir.
----------------
Vezin: Mef’ûlü
Fâilâtün mef’lü fâilâtün
Ey bî-misâl vâhid-i
hüsnün misâl içinde,
Âyînenin göründü bir
hub cemâl içinde.
Düştü kamû heyâkil
kâmetine mukâbit,
Cünbüşü gösteren sen
şekl-ü hayâl içinde.
Bu san’atı kim bilür,
bu kudreti kim görür,
Bu vuslatı kim bulur
ceng-ü cidâl içinde.
Kande bulur isteyen
lütfunu ey dost senin,
Çünkim anı gizledin
kahr-ü celâl içinde.
Kur’ânı Kerîmin Şûrâ
sûresinin 11. Âyetinde Cenab-ı Hak :
“Leyse kemislihi
şey-ün ve hüves-semî-ül-basîr”, “Onun misli hiçbir şey yoktur ve O her şeyi
işiten ve görendir” buyurulmuştur.Yani Hak Subhânehû ve teâlâ Hazretlerinin
misli gibi bir şey olmadı. Hak-kın misli Âdem. “Halak-alâhü âdem-e âlâ
sûretini”, yani “Cenab-ı Hak Âdemi kendi sûreti üzere halketti”. Çünkü âyeti
kerîmede Hak-kın misli isbat olundu. Âdem ise Hak-kın isim ve sıfatlarını câmidir,
hakikatta aynı Haktır. Zirâ, hakikatta Hak-kın misli yoktur, Âdem yanlızca bir
mazhardır. Âdemden, yani Âdemle zuhûr Hak-tır. Bütün sûretler onun kâmetine
mukâbildir. Hayâl içinde alan, veren, giden, gelen Hak-tır.
Mushaf-ı hüsnüne çün
tefe’ül eyledim ben,
Burc-u belâda gördüm
kendimi fâl içinde.”.
Taliimi yokladım
mihnet evinde buldum,
Anın için yürürüm
herdem melâl içinde.
Kismet-i rûz-i ezel
aldı kâmû nasîbîn,
Kimisi buldu râhat
kimi nükâl içinde.
Sahabeden Sa’d ibn-i
Zübeyr (R.A) hazretleri önce Enbiyâya üç ihlâs okur, sonra Kur’ân-ı Kerimin bir
sahifesini açarak sonuna kadar okur, behemehal isâbetli bir âyet bulurdu.Mısrî
efendide kendisini belâ burcunda gördü,Mûsa hadisesi isâbet etmişti. Onun
hayatı hep mücadele ile geçmiştir
Firavun ile muharebe
etti, Firavun boğuldu, sonra kavmi buzağı yapıp ona taptı vesâire gibi. Hazreti
Mısrînin zamanında da Mûsa zamanı gibi birçok tarikat ehliyle Ehlullâhı inkâr
edenler vardı. Onlar durmadan tevhîd ehliyle uğraşırlar ve onlara rahat
vermezlerdi.
“ Kimisi buldu rahat
kimi nükâl içinde “
Dünyâ ile rahat
bulupta kendisinde İlâhi aşk bulunmayan ve gam sâhibi olmayan Âdemi sen adam
sayma, o hayvandan daha aşağıdadır,yani o delâlet içindedir.
Bizim de mihnet imiş
kısmetimiz ezelde,
Kaldı başım anın çün
fitne vebâl içinde.
Gamsız olan adamı
sanma anı âdemi,
Hayvandan ol edaldir
kaldı dalâl içinde.
Şadlık ehl-i aşka,
aşkın gamıdır veli,
Şol ayrılık güzeldir
ola visal içinde.
Haddin tecellîsine
müştak olur bu cânım,
Görmedi çoktan anı şol
zülf-ü hâl içinde.
Mescide varmak ile
zevke ereydi zâhid,
Kılmazdı da’vâyı ol bu
kîl-ü kâl içinde.
Meyhânede bir kadeh
nûş etmeği vermezem,
Bin şuğluna Sofinin
tekyede şâl içinde.
“ Meyhânede bir kadeh
nûş etmeği, Sofinin tekyede şal içinde bin şuğlüne vermem “ beyitlerini anlamak
için önce şu hikayeyi anlatalım : Hazreti Resûl bir defasında hazreti Ömerin
hanesini teşrif etti ve onu “Tevrat”okurken gördü.O zaman Resûl-ü Ekrem
(S.A.V.) “ Lev kân-el Musâ litebaanî “yani “ Hazreti Musâ (A.S) şimdi
yaşasaydı, bana tâbi olurdu”. Bu şu demektirki, o da bana ümmet olur ve tâbi
olurdu. Bundan anlaşılıyorki, gerek Tevrat, ve gerek İncil ve Zebûrun hükümleri
nesh (kaldırıldı ) olundu. Onlar ile amel etmek küfürdür. Ancak onlar da
Allâhın birer kitabı olduklarından Kur’ân gibi hürmet ve tâziym eylemek
vâciptir. Kezâlik Hıristiyânların kiliselerine ve Yahûdîlerin Havralarına,
İslâmın Mescid ve Camileri gibi riâyet ve saygı göstermek lâzımdır. Çünkü eski
mabedlerdir. Anların duvarlarına pislemek ve pislik atmak câiz değildir, aynı
camilere yapılmış gibi olur: Özetle söylemek icâbederse tâziym ve saygıda
Tevrat, İncil ve Zebûr ile Kur’ânın hiçbir ayrılığı olmadığı gibi Cami, kilise
ve havraların birbirlerinin arasında hiçbir fark yoktur,yalnız o kitaplarla
âmil olmak ve bu gibi mâbedlere girmek haramdır.
Mescid-ü meyhâneyi
fark eylemem zâhidâ,
“Göründüm ise ne var
hâ ile dâl içinde.”
Mescid ile meyhânenin
şerîat ve tarikatta farkı vardır. Çünkü şerîat ta mescid ibâdet yeri, meyhâne
ise isyân ve günâh yeridir. Tarikatta ise mescid mazhar-ı cemâldir, yani
Hak-kın cemâl yüzüdür. Meyhâne ise Hak-kın celâl yüzüdür, velâkin hakikatta
hiçbir farkı yoktur. Mısrî efendi de bir hakikat ehli olduğundan mescid ile
meyhâneyi ayırt etmediği yukarıdaki beytinde söylüyor. Çünkü; “Fe-eynemâ
tüvellû fesemme vechullâh”, yani “Her nereye teveccüh edersen Hak-kın yüzüdür”
buyurulmuştur. Gerek mescid, gerek meyhâne olsun ey Niyâzi.
“Ver serini Niyâzî
sırrını verme yâde
Nadâna sırrın veren
kalur vebâl içinde”
Başını ver, ama
sırrını verme yabancı olanlara, yani câhillere. Bu ilâhi sırları ortalığa
yayanlar vebal içinde kalırlar. Kur’ânı Kerîmde Cenâb-ı Hak: “İnn-allâhe
ye’müruküm en tüeddül-emanât-ı ilâ ehlihâ”, yani “Emânetleri ehline veriniz,
ehil olmayanlara vermeyiniz”. Özetle söylemek icâbederse; emânetleri (burada tevhîd
emâneti) ehline vermekten kaçınma yalnız ehil olmayanlara vermeyiniz demektir.
Mısri Divan 5
Vezin: Mefâilün
Mefâilün feûlün.
Gel ey sofî çıkar sofu
kıl insâf,
Ko sûret düzmeği kıl
içini sâf.
Riyâ ile bu ömr-ü
nâzenini,
Nice bir sarf edüp
edersin isrâf.
Burada sofî, softan
müştaktır, ondan hırka ve taç yaparlar. İnsâf et, bu sûret düzmeği bırak. Riyâ
ile ömrünü sarfederek isrâf ettin.
“Kuru davâmı sandın
sen bu ilmi,
Bu yola böylemi
gittiler eşraf.”
Bu Tevhid ilmini sen
kuru bir davâmı zannedersin. Eşraf bu yola böylemi gittiler? Kâmilliğin nişânı
bumudur? Sana Şeyh denilsin, etraf, eknaf sana derviş olsun diye mi ? Eyvâh,
böyle mürşidlik gösteriş ile olmaz. Bu sıfatlar kemâl ehline yakışmaz, kalbini
pâk ve hâlis eyle ve şunu iyi bil ki Sarrâf, yani Hak celle şânuhû saf olmayan
kalbi beyenmez.
Dahî kâmilliğin bumu
nişânı,
Sana derviş ola
etrâf-ü eknâf.
Değil vallâhi
Mürşidlik bu resme,
Kemâl ehline yakışmaz
bu evsâf.
Arıt pâk eyle kalbin
eyle hâlis,
Beğenmez böyle kalbi
anla sarrâf.
Hakîkat kârbânına
uyagör,
Kati rûşen yola gider
ol esnâf.
Fenâ Kâfından aşır
yolları hep,
Bekâ Ankâsına olurlar
ezyâf.
Bu yolu cümleden âlâ
tutarlar,
Sarây-ı vahdete erişen
eslâf.
Hakikat kervânına uy.
O esnaf, yani hakikat ehli ancak açık yola giderler. Onların gizlilikleri
yoktur, her halleri açıktır, onlar gösteriş filan gibi şeyleri bilmezler.
“Fenâ Kâfından aşır
yolları hep “
Burada “Fenâ Kâfından
“ murad “Fenâ-fillâh “ olmaktır. Çünkü fenâ bulmak zordur.anın için onu yüksek
olan Kaf dağıyla teşbih ederler. “Bekâ Ankâsı “ ki “ Fenâ-fillâh ” olan “
Bekâ-billâh “ da misafir olur.
Hurûfa bakma andan
içeru bak,
Nefstir can değildir
nûn ile kâf.
Nefs bahrında lâl
olmuş Niyâzi,
Seda vü harf içinde
olan urur lâf.
Hurufâ bakma, yani bu
görünen sûretlere ve mevcûdata bakma demektir. Çünkü bu görünen mevcûdat birer
hurûf-u sûveriyye dir. İçeri bak’ki gerçeklere bakmış olasın ve gerçekleri
görmüş olasın. Bu mevcûdat şuna benzer ki,sanki birkaç kişi birden söylemiş
gibi sanırsın,halbuki söyleyen birdir.
-------------------
Vezin : Mefâilün
mefâilün fâûlün.
Bulan cemiyyet-i kübrâ
olur sâf,
Vücûdu olur anın ha
ile kâf.
Diliyle eylemez
da’vâyı merdî,
Gönülde himmetidir nûn
ile kâf.
Olur zâtı bu
mevcûdâtın ol Zât,
Oluptur kevn ana âzâ
vü evsâf.
Nitekim can olur mahfî
bedenden,
Gerektir ola mahfî
kutb-ı etrâf.
Fenâ meydânının merdi
olan er,
Niyâzi gibi etmez ol
kuru lâf.
Cemiyyeli Kübrâyı
bulan saf olup onun vücûdu Hak olur. Lisan ile merdlik davâsında bulunmaz. O
her ne dilerse gönülden o şeye “ kün “ yani “ ol “ der, o şey olur. Kâmil, bir
memlekette olupta o memlekete celâl ile muamele etse halkını perişân eder.
Kâmilin himmeti “ kün “ dedimi, her ne dilerse olur. Onun zâtı bu mevcûdatın
zâtıdır. Ekvân da azâ ve sıfâtı dır,ve o zat,yani “ Kutub “ dan murad “ Gavs
“dır.
“Nitekim can olur
mahfî bedenden”
Can bedenden gizli
olduğu gibi gizlidir. Velilerden Yediler, Kırklar, Üçyüzler, vardır. Yedilerden
biri “ Gavs “dır, ki bütün âlem anın avucunda bir hardal dânesi kadardır.
Yedilerden biri Gavsın sâhib-i yemîni, ki ulvîde tasarruf eder. Bu felekler ve
yıldızlar anın emriyle devrederler, gökler anın emriyle durur. Sâhib-i yemîn
olmasa gökler bir an durmaz, bozulur, Diğeri Sâhib-i Şimâli,ki süflîde tsarruf
eder. Rızıklar vesâire anın elinden verilir. Dördüde Evtaddır bunlara “ Evtâd-ı
erbaa “ denilir.
Bu âlemin dört
tarafını korumaya memurdurlar. Velâkin bunların hiçbiri “Gavs “’ın kim olduğunu
bilmez, Gavs bunların herbirinden gizlenmiştir. Yalnız bunlardan onu bilen
Sâhib-i Şimâl dir. Çünkü “ Gavs “ ın ölümünde Yerine o geçer, onun yerine de “
Evtad “ dan biri, onun yerine de “Kırklar dan”, onun yerine de “ Üçyüz “lerden,
biri Kırklar’a alınır.Üçyüzlerden boşalan yere de tevhîd ehlinden biri istidadı
nisbetinde yakîn bulunur.
Mısri Divan 6
Vezin : Fâilâtün
fâilâtün fâilâtün fâilün
Her kimin kim derd-i
Hak-tan yüreğinde olsa dâğ,
Âkibet dermânına erüp
can gönlü ola sâğ.
Lik derdi olmayanın
derdine çâre yok,
Gönlü olmuştur anın
yanından ol dâim irağ.
Habsedip şehbâz-ı rûhu
zâğ-ı nefsin besler ol,
Nefs elinden kurtulana
cennet olmuştur durağ.
Şol esir-i nefs olan
dâim muazzeb Tamûda,
Cifeden gayri ne sayd
eder havâya ağsa zâğ.
Nefs odur kim cehli
karagûsu kaplar gönlünü,
Rûh odur kim ilm nûru
gönlüne yakar çerağ.
Tûtiyâ-yi ma’rifetle
rûşen et cânın gözün,
Göresin cânını her
yüzden ola dâğ üstü dâğ.
Cân-ü gönlüm şâd olup
her gussâdan âzâd ola,
Bir ola dâim Niyâzî
gözüne yakın irağ.
Zâhir üzre takrir
olunmuştur . (Hacı Maksud efendi) .
Mısri Divan 7
Vezin: Fâilâtün
fâilâtün fâilün
Ey karındaş bir sözüm
var tut sımâh,
Zikre meşgul ol sakın
olma irâh.
Kim ki zikre gice
gündüz sa’y eder,
Nûr-i gönlünde ediser
irtisâh.
Şol gönülde kim devama
ire ol,
İrmez anın sîretine
intisâh.
Âşka düşüp râhat-ı
mihnet olur,
Derd-i yâr ile eder
dâim surâh.
Ey Niyâzî âkibet ol
yâr ile,
Vahdet eder darlık
olur insilâh.
Zikir kurulmuş saat
gibidir, bir kere kurdunmu dünyâ ve âhiret artık durmaz ve bir daha da
kurulması gerektirmez. Bu zikir de acaba nasıl bir zikirdir: Zikr-i hafî
(gönülden zikir) Allâh, Allâh, Allâh dır. Çünkü zikr-i cehri (sesli zikretme)
devamlı olmaz. Hazreti Peygamber: “Cenâb-ı Hak-kın iki ni’meti vardır, verdimi,
bir daha geri almaz. O ni’metlerin biri zikirdir. Bir adam bir kere zikri
kurdumu bir daha durmaz. Diğer ni’meti de gözündeki perdeyi kaldırmasıdır. Bir
adamın gözünden perdeyi kaldırdımı bir daha gözüne perde koymaz” buyurmuştur.
Halbuki Cenab-ı Hak-kın diğer ni’metleri böyle değildir, meselâ mal verir,
şükrünü bilmezsen yine geri alır, seni mahrum eder.
--------------------
Vezin: Fâilâtün
fâilâtün fâilün
İster isen olasın
ehl-i felâh,
Kulluk eyle bir gadatü
verrivâh.
Dünya ile bağlanıp
kalmak neden,
İstemez misin ki
bulasın necâh..
Nefs-ü şeytandan emin
ola müdâm,
Âdetin olsun gece
gündüz salâh.
Yola gidersen sana
rehber gerek,
Hem yanında düşmene
lâzım silâh.
Zikirle tevhide ererse
gönül,
Ma’rifetle bula sadrın
inşirâh.
Ehli felâh demek, her
şeyden korunmuş ve âhirette de zararlı çıkmayan kârlı olan kimselerdir. Gudve
ise sabah namâzıyla öğle namâzının ara vakti, rivah ise, ikindi, akşam ve yatsı
namâzlarının vakitleridir. Âyette “Bükreten ve aşiyyâ” mânâsına gelir.
“Yola gidersen sana
rehber gerek,
Hem yanında düşmene
lâzım silâh.”
Burada silâhtan murad
edilen “El-vüzü-ü silâh-il-mü’min” gereğince yani “mü’minin silâhı abdestli
olmasıdır” anlamına gelen, onun dâimâ abdestli bulunmasını gerektirmektedir.
Açılup gönlü gözünün
perdesi,
Hayretinde eyleyesin
çok siyah.
Göresin doğmaz
dolanmaz bir güneş,
Gicesi yok dâimâ olmuş
sabah.
Kamû müşkiller yanında
hal ola,
Cümle yanlış işlerin
ola sahâh.
Ey Niyâzî dost iline
uçmağa,
Her kelâmın oldu
nûrdan bir cenâh.
“ Açılır gönlü gözünün
perdesi “
Cenab-ı Hak zâhir ve
bâhirdir ( görünmekte ve belli olarak dâimâ nûr saçmaktadır ). Velâkin gözünde
perde bulundurman dolaysıyla o nûru göremezsin İster ki bir göz doktoru
gözünden o perdeyi kaldırsın , Bu göz doktoru Mürşid-i Kâmildir. Ancak
gözündeki manevi perdeyi o kaldırır.
“ Göresin doğmaz
dolanmaz bir güneş”
O zaman doğmaz ve
batmaz dâimî bir güneş görürsün.Burada güneşden murad Hak-kın zâtıdır. O güneş
doğmaz evveli yok, dolanmaz âhiri yok.
“ Kamû müşküller
yanında hal ola “
İşte o zaman bütün
müşkül ve yanlış inanışların hepsi hal olur ve hatta başkalarının da sen o
zaman müşküllerini halledersin.o kıvâma gelirsin, yeter ki sen gerçek Mürşid-i
Kâmili bul.
-----------------
Vezin : Mefâîlün
mefâîlün feûlün
Hüdâ davet eder
Elhamdülillâh,
Bu can dosta gider
Elhamdülillâh.
Hakikat şehrine çün
rihlet oldu,
Gönül durmaz uyur
Elhamdülillâh.
Duyaldan cân-ü dil
vasl-ı Habîbi,
Hem okur , hem yazar
Elhamdülillâh.
Yakın geldi tulûa
şems-i rûhum,
Bugün kevnim doğar
Elhamdülillâh.
Ölüm dedikleridir
halvet-i yâr,
Kamû ağyâr gider
Elhamdülillâh .
İşte ihtiyâri ölümle
ölü olan bir kimse, yani yâr ile olunca,o kimse Hak-la halvet bulur. Onun
nazarında artık ağyâr (yabancılar ve haktan gayrı olanlar) kalmaz,o dâimâ yâr
ile tenhadadır.
Şehâdet mansıbıdır âli
mansıb,
Bize veriliser
Elhamdülillâh.
Muharebede şehid
olanın rütbesi yüksek rütbedir, velâkin tevhid şehidinin rütbesi andan daha
yüksektir.
Hazreti Resûl-ü ekrem
efendimiz gazvelerinden birinden (Hüneyn) dönüşte şu hadisi şerîfi : “ Rece’nâ
min cihâd-il asgar ilâ cihâd-il ekber “, anlamı : “ Küffâr ile muharebe küçük
bir cihaddır, biz şimdi andan büyük olan nefslerimizle muharebeye geri döndük
“buyurdular.
Göründü manâ yüzünden
cemâli,
Bozuldu hep suver
Elhamdülillâh.
Biliştik bunda hem
ihsanlar etti,
Nasîbimiz kadar
Elhamdülillâh.
Ne gam giderse
dünyâdan Niyâzî,
Visâline erer
Elhamdülillâh.
----------------
Vezin : Mefâîlün
mefâilün mefâilün mefâilün
Zuhûr-u kâinâtın
ma’denîsin yâ Resûlallâh,
Rumûz-u Künt-ü kenz’in
mahzenîsin yâ Resûlallâh.
Beşer denen bu âlemde
senin sûretle şahsındır,
Hakîkatta hüviyette
değilsin yâ Resûlallâh.
Vücûdun cümle
mevcûdâtı nice câmi olduysa,
Dahî ilmin muhît oldu
kamûsun yâ Resûlallâh.
Dehânın menba-i esrâr
ilm-i men ledünnîdir,
Hakâyık ilminin sen
mahremîsin yâ Resûlallâh.
Ne kim geldi cihâna
hem dahî her kim geliserdir,
İçinde cümlenin
ser-askerîsin yâ Resûlallâh.
Cihân bağında insân
bir şecerdir gayriler yaprak,
Nebîler meyvedir, sen
zübdesisin yâ Resûlallâh.
Şefâat kılmasan varlık
Niyâzî’yi yoğ ederdi,
Vücûdu zahmının sen
merhemîsin yâ Resûlallâh.
---------------
Hazreti Resûl : “
Evvele mâ halak-allâh-i nûrî” ve “ Eve mâ halak-al-lâh-i rûhî “ ve “ Evvele mâ
halak-allâh-il kalem” ve Evvele mâ halak-Allâh-i aklî “, yani “ Allâh önce
benim nûrumu, rûhumu,kalemi ve aklı yarattı”, buyurulmuştur.Bu dördüde birdir.
Bütün mevcûdat ve yaratıklar,bilgiler ve dünyâ ve âhiret “ Nûr-i Muhammedî “ de
toplandı. Nûr-i Muhammedî bir kere nefs-i küle tecellî etti ,Levh-i Mahfuz
yaratıldı, yani bu kâinat nefs’i külde manevî sûrette tafsîl olundu. Nefs’i
külden tabiat,Heyûla, cism-i kül, şekil,arş, ki bu âlem andan vücûda
geldi.Çünkü arşdan evvel olan altı mertebe mâneviyedir. Arşdan sonra sırasıyla
kürsî, felek-i atlas, felek-il burç, felek-i mükevkep, felek-i menâzil, yedi
kat gök, yer, mevâlîd-i selâse, ki maden,bitki,ve hayvan vücûda geldi. En
sonunda “İnsan “,mertebesi vücûda geldi. İşte bu âlemin madeni hep “Nûr-i
Muhammedî (S.A.V.) “ dir. Çünkü hepsi o nûrun tafsîlidir.
“ Beşer denen bu âlem
ki senin sûretle şahsındır”
Beşer denen bu âlemde
Resûllüllâhın sûret ve şahsıdır, yoksa hakikatte ayni Hak-tır.
“Cihân bağında insan
bir şecerdir gayriler yaprak,
Nebîler meyvedir sen
zübdesisin yâ Resüllüllâh.”
Bu cihân bağında insan
bir ağaçtır.diğerleri ,yani hayvanlar vesâire gibi insandan hariç olanlar o
ağacın yapraklarıdır, Peygamberler ise meyveleri, Resûllüllâh efendimiz de o
meyvelerin zübdesi (hülasası) yani evvel ve ahir odur.Bir çekirdeği ekersen
ağaç olur,sonra meyve verir,yine sonu çekirdek olur.Velhasıl evvel ve âhir
Resûlüllâh tır.
------------------
Arabca Şiir :
Leyse fiddünyâ bekâün
fihi ruhun ve irtiyâh
Innehâ sicnün elâ
ehli-salâhi lâ berâh
Külli aklin sâlikin
bizzühdi anhâ yehtedî
Külli kâlbin sâlimin
bil-bu’di anhâ yesterâh
Tafrahül eşrâru
lil-elvâni min lezzâtihâ
Tecalül eyyâme leylen
vâhiden hattessabâh.
Tahzenül ahyâru mimmâ
yesterihü zül hevâ
Tecalül efrâhu gammen
bir-riyâzeti vesselâh.
Dünyânın bekâsı
yoktur,yani dünyâ kalıcı değildir ve anda rahat yoktur.Zirâ mü’minlere dünya
bir hapishanedir.” Ed-dünyâ sicn-ül-mü’min ve cennet-ül kâfir “, yani “ Dünyâ
mü’minler için bir hapishane ve kâfirler için de bir cennettir”, buyuruldu.
Çünkü mü’min bu dünyâda mahpus ise de gerek berzah âleminde,gerek âhiret âleminde
rahat edecektir, kâfir ise o âlemlerde azab görecektir.Anın için dünyâ
mü’minlere hapishâne, kâfirlere de cennettir.
“Küll-ü aklin sâlikin
biz-zühdi anhâ yehtedî”
Akıllı olan dünyâya
kendini kaptırmazsa hidâyet bulur. Sâlim kalb ancak dünyâdan uzaklaşmakla
istirahat bulur.
“Tefrahül eşrârü lil
elvâni min lezzâtihâ”
Şerirler ise, yani
sarhoşlar dünyânın lezzet ve türlü hususlarıyla ferahlarlar zevk alırlar. İçki
içerek dünyânın tadını bir gecede çıkarmak isterler. Bunları gören hayır
sâhipleri de o şerirlerin bu hallerinden mahzun olurlar. Vay nice, nasıl bu
şerirler böyle vakitlerini boş yere geçirirler diye hayıflanırlar. Halbuki
hayır sâhiplerinin ferahı ancak riyâzet ve salâh ile olur.
Yâ enîsel zülle lâ
te’nes bi ehlil i’tirâzi
Kul ilâhî bia’d ehlel
izze anhâ bis-sıyâh
Lâ yesihhul aklu illâ
bittahayyüri beynehüm
Lem yahlis kalbü
mer’in minhüm illâ bilcenâh
Mâ recâî minke yâ
Rahmân illâ hazretik
Yâ visâlallâh lil
Mısrıyyi yâ hayrelfelâh
“ Yâ enîsel zülle lâ
te’nes bi ehlil i’tiraz,”
Zelil olan,yani “enis-el
zül “ bulunan nefsini aziz tutan ve nefsini büyük tutan (kendini
beğenen,kibirli,azamet taslayan) kimselerle görüşme arkadaşlık etme sana zarar
verir onlar. Ve duâ et, “Yâ İlâhî nefsini büyük tutanları bizden uzak tut “
diye çağır. Onların arasında aklın sahih olmaz,hayrette kalır ve kimsenin kalbi
bu gibilerden kaçmadıkça kurtuluş bulamaz.
“Mâ recâî minke yâ
Rahmân illâ hazretik”
Benim ricam senden, yâ
Rahmân ancak hazretindir.Hazarât-ı İlâhiyye üçtür: Ef’âl, Sıfat, Zat ki,
”Bismillâhirrahmânirrahîm “ in de sırrı esasen budur.
Mısri Divan 8
Vezin : Fâilâtün
fâilâtün fâilâtün fâilün
Zât-ı Hak-ta mahrem-i
irfân olan anlar bizi,
İlm-i sırda bahr-ı
bî-pâyân olan anlar bizi.
Bu fenâ gülzârına
bülbül olanlar anlamaz,
Vech-i bâkî hüsnüne
hayrân olan anlar bizi.
Dünyâ vü ukbâyı ta’mir
eylemekten geçmişiz,
Her taraftan yıkılıp
vîrân olan anlar bizi.
Biz şol abdalız
bıraktık eğnimizden şâlımız,
Varlığından soyunup
üryân olan anlar bizi.
Kahr-ü lûtfü şey’i
vâhid bilmeyen çekti azab,
Ol azabdan kurtulup
sultân olan anlar bizi.
Zâhidâ ayık dururken
anlamazsın sen bizi,
Cür’ayı sâfî içüp
mestân olan anlar bizi.
Ârifin herbir sözünü
duymaya insân gerek,
Bu cihânda sanmanız
hayvân olan anlar bizi.
Ey Niyâzî katremiz
deryâya saldık biz bugün,
Katre nice anlasın ummân
olan anlar bizi.
Halkı koyup lâ mekân
ilinde menzil tutalı,
Mısrıyâ şol canlara
canân olan anlar bizi.
“Dünye vü ukbâyı
ta’mir eylemekten geçmişiz.”
Ehlullâh dünyâ ve
ukbâyı tâmir etmez. Hazreti Resûl buyurmuştur: “Ed-dünyâ harâm-i alâ ehlil
âhira vel-âhirati harâm-i alâ ehlüd-dünyâ ve hüma haramân-ı alâ ehlüllâh”, yani
“Dünyâ âhirat ehline haramdır, dünyâya meyletmez, âhiret de dünyâ ehline
haramdır, âhirette cennet ni’metlerini göremez ve bu ikisi de Ehlüllâha
haramdır”, çünkü dünyâya meyletmek nefis içindir, âhirete meyletmek yine
nefsini azaptan kurtarmak ve cennet ni’metlerine nâil olmak içindir. Ehlüllâh
ise Allâhın rızâsından başka bir şeye bakmaz, ne dünyâya meyleder ne de âhirete
râğbet eyler.
“Kahr-u lûtfü şeyi
vâhid bilmeyen çekti azab”
Onlar için kahır ve
lûtfun yaradıcısı birdir, başka yaradıcı yoktur.Nice lûtuf anın ihsânı ise,
kahır da onun hediyesidir. Hayır ve şer, Allâhındır. Bunu bilmeyen, şuna buna
isnad eyleyen azab çeker, müazzeb olur.
“Ârifin her bir sözünü
duymağa insân gerek”
Ârifin herbir sözünü
duymağa insân gerektir, hayvan anlamaz, çünkü tevhîde yüzünü çevirmeyen insan
olamaz. Şeyhül Ekber (R.A.) hazretleri Mısırda otururken bazan kendisini cıvar
köylere dâvet ederlerdi.Bir defasında yolu bir köye düşmüştü. Bir camiinin önünde
toplanan köy halkı birinin başına üşüşmüşler, gülüşüyorlardı. Hazreti Şeyh de
onların yanına gitti, bakdı ki, bir zat bir şeyler söylemekte ve
çevresindekileri güldürmekte, meselâ, o : “Bu camiin direkleri insandır” ve
hazreti Şeyhi görünce, gel bakalımsen söyle “Bu camiin direkleri insan
değilmidir? Hazreti Şeyh de cevaben : “Evet bu camiin direkleri insandır”
deyince.
“Katre nice anlasın
ummân olan anlar bizi”
İşte benim gibi bir
dîvâne daha... Çünkü insan olmasa cami dururm birlikte camiye girdiler. Bu
Behlül denilen zat namaza durdu, yatıp kalktı,yatıp kalktı, Hazreti Şeyh : “
Yahu böyle namaz olurmu?”. “ Ne yapayım beni yatırır kaldırır, yatırır
kaldırır, o böyle yaptırır” dedi.
-------------------
Vezin : Fâilâtün
fâilâtün fâilâtün fâilün
“Dilberâ gamzen oku
içim dolu kan eyledi,
Şol siyeh zülfün teli
aklım perişân eyledi.
Her kimin şehrine
uğradıysa aşkın askeri,
Hep imârâtın anın bir
demde virân eyledi.
Dürlü dürlü fitneler
saçından oldu âşikâr,
Halk-ı âlem sandılar
kim anı şeytân eyledi.
Hatt-ü hâlin iki böldü
bu cihânın halkını,
Birini kâfir,birini
ehl-i îmân eyledi.
Gizli sırrından haber
verdikçe uşşâkın dili,
Âbid ve zâhidlerin
aklını hayrân eyledi.
Gör ne gayrettir ki
sırr-ı vahdeti seyretmeğe,
Cem-ü tafsîli o gayret
kul ve sultân eyledi.
Kudretin insanı mazhar
kıldığıçün zâtına,
Yüzünün nakşını hep
âyât-ı Kur’ân eyledi.
Örttü bu bâzâr-ı
kesret gözlerin halkın veli,
Ârif olan cümle yüzden
seni seyrân eyledi.
Bu ne kudret, bu ne
san’at, bu ne hikmettir görün,
Zerreyi kevn, katreyi
deryâ-i ummân eyledi.
“Şol siyeh zülfün teli
aklım perîşân eyledi”
Burada “ Siyah
zülüften “ murad İlâhi cemâldir. “ Aklım Perişân eyledi “ işte, akl-ı kâmil
sahibi olan kimse dâimâ İlâhi cemâli müşâhade
eder.Kâlallâh-i Taâlâ
: “İnne fî halk-issemavât-i vel-ard-i vahtilâ-fülleyli vennehâr-i li-âyât-i
li-ulil-elbâb”,yani ,” Biz yeri ve gökleri yarattık ve gece gündüzün
değişikliğini de akl-i kâmil sahiplerine alâmet olsun diye yarattık.” Kimdir o
kâmil akıl sâhipleri ? “Elleziyne yeskürûn-allâhe kiyâmen ve kuûden ve âlâ cunûbihim
ve yetefekkerûne fî halk-is-semavât-ı Rabbenâ mâ halakte hazâ bâtılâ...”,
Yani Akl-ı kâmil
sâhipleri şol kimselerdir ki ayakta iken,otururken ,yatarken dâimâ Hak-kı
anarlar,velâkin zik-i kalbî ile anarlar.” Zirâ zikr-i cehrî, yani açıktan yüsek
sesle zikr-i dâimî mümkün olmaz ve kalb zâkir olmaz.Bazı kimseler derlerki,
yüksek sesle açıktan zikir ede,ede kalb uyanır, bunun aslı yoktur,Zikr-i kalbî
ile olur.Zaten vücûd, Allâhı anan bir kimsede saat gibi kuruldumu, bir daha
durmaz . Hazreti Resûl : “Cenab-ı Hak iki nimeti bir kere verdimi bir daha geri
almaz.Biri zikr-i dâimî olup Cenab-ı Hak anı durdurmaz, diğeri hicaptır.Cenab-ı
Hak bir insandan hicâbı (perdeyi) kaldırdımı bir daha o insan muhtecib
olmaz,yani onun nazarından hiçbir şey gizli kalmaz.” buyurmuşlardır.
“Her kimin şehrine
uğradıysa aşkın askeri “
Bir âşık bir memlekete
geldimi, o şehir ahalisinde olan vâriyeti kaldırır, yani onlara “Vâriyet” in
Hak-kın olduğunu bildirip kendi varlıklarının olmadığını beyan eder. Hazreti
Mûsâ da Firavuna gönderildi. Anınla bu kadar uğraştı, sonunda Firavun boğuldu.
O sırada Hazreti Mûsâ Tûr da iken kavmi Samirînin eliyle yaptığı ve boğuk bir
ses çıkaran buzağa taptı. Hazreti Mûsâ kavminin Allâhı bırakıp buzağıya
taptıklarını görünce “İn hiye illâ fitnetik-e” yani “Bu fitneyi kim yaptı”.
Şeytan yapmıştı, çünkü şeytan da kuldur, ne yaparsa ancak Hak-kın kudretiyle
yapar.
“Hatt-ü hâlin iki
böldü bu cihânın halkını”
Cemâlin cihân halkını
ikiye böldü. Bunlardan biri mü’min, diğeri kâfir. Bu daha ezeldenberi böyledir,
yani Cenâb-ı Hak feyz-i akdesten tecellî etti, herkese istidat verdi, ki ona
“kazâ” tabir olunur. Çünkü Cenâb-ı Hak malûmatı bilirdi, daha ilimde kimine
cennet ve kimine de cehennem istidatı veridi. Sonra bu âlem vücûda geldi.
Kaderle istidadı her ne iktizâ ettiyse o zuhûra geldi. Zirâ kâfire küfür
istidadı verildi. Mü’mine îmân istidadı verildi, daha Cenâb-ı Hak-kın feyz-i
akdesle tecellîsinde bu istidadlar verilmiştir. Sonra onlardan istidadlarının
iktizâsı olan fiiller zuhûr etti. Şimdi bu durumda bir soru akla gelebilir; ya
azap ne içindir ? Kalallâh-ü Taâlâ : “Vemâ zalemûnâ velâkin kânû enfüsehüm
yazlimûn” yani “onlar bize zulmü isnad etmedi, velâkin onları nefsleri
zulmeder”.Çünkü Allâh âdildir, herhalde adâletle muamele eder, zirâ bir iğne
deliği kadar yerden cennet kokusu cehennemin içine girse, bütün cehennem ehlini
yok eder. Bunun aksi de vardır, şimdi böylesi cennete konurmu? Bir pislikten
hoşlanan böceği gül yağının içine koyarsanız derhal ölür.Onların yaradılışları
bunu icâbettirir.
Kim ki bu sırdan
haberdâr oldu âriftir özü,
Kurtulup hayvân
adından kendin insân eyledi.
Cümle esmâ ve
sıfâtındır görünen gayri yok,
Her birin bir vechile
hûb zâtın ilân eyledi.
La’l-i cânân olalıdan
ey Niyâzî meşrebin,
Sözlerin uşşâk içinde
âb-ı hayvân eyledi.
Cem makâmı-cem tafsîl,
Hazret-il cem, Kur’ândan murad da zattır, yani kudretin insânı zâtına mazhar
kıldığı için, insan yüzünün nakşını zâtının alâmeti eylediği içindir. Çünkü
kulak Hak-kın seminin, yani işitmesinin sûreti ve alâmeti, göz Hak-kın basarının,
yani görmesinin sûreti ve alâmeti ve keza ve keza hepsi bunun gibidir.
“Örttü bu bazâr-ı
kesret gözlerin halkın velî”
Bu kesret, yani çokluk
pazarı halkın gözlerini örttü, çünkü Hak-kın zuhûru suretlerin çokluğu iledir.
Hak bu suretlerle zâhir olur, hatta âhiret âleminde de görme sûretledir, mutlak
görünmez. Anın için Mu’tezile mezhebinde olanlar âhirette rü’yeti (görmeyi)
inkâr ederler, güya Hak-kı kaybetmemek için rü’yeti inkâr ederler. Hak, âhiret
âleminde suretle görüleçektir. Hatta önceleri bir sûretle zâhir olup, “Ene
Rabbiküm” diye Hak hitap edeçek, evvelce olduğu gibi “Elestü Birabbiküm” dediği
gibi. Bu hitabı duyan ârif “Belî” yani “Evet” diyeçektir. Halbuki mahcup
olanlar “Neûzübillah” diyerek inkâr edeceklerdir. Sonra Cenâb-ı Hak diğer bir sûretle
görülecek ki, onların yani mahcupların dünyâda Hak-kı o surette bilirlerdi.
Meselâ, Rezzâk, yahut Gaffâr gibi. O zaman hicap ehli secdeye varacak velâkin
secdeye devamlarını kudreti kalmayacak, Ârif ise dünyâda ikrâr ettiği gibi
âhirette de Hak-kı heryüzden seyrettiğinden derhal ikrâr edecektir.
“Cümle esmâ ve
sıfatındır görünen gayri yok,
Her birin bir vechile
hûb zâtın ilân eyledi.”
Beyitte geçen gayri
yok demek, “Tecelli-i bi-zâtihî”, yani cenab-ı Hak zâtıyla tecelli eyledi
demektir. “Tecelli-i bi-sıfâtihî”, yani cenab-ı Hak sıfatıyle ziynetlendi ve
esmâsıyle da bütün âlemleri kapladı, ve “Zahara bi-ef’âlihî” ise, ef’âliyle
zâhir oldu. Bu görülen suretler ve mevcûdat Hak-kın ef’âli ve zuhûrudur.
“Sözlerini uşşâk
içinde âb-ı hayvân eyledi”
Ehlullâhın sözleri
âb-ı hayat gibidir, yani insana edebî hayat verir.
---------------------
Vezin: Mefâîlün
mefâîlün mefâîlün mefâîlün
Bugün Ya’kûb-ı kalbe
Yûsuf-ı cândan geldi,
Kâmîs-i pür nesîm ile
o cânândan haber geldi.
Açıl ey gözlerim
envâr-ı vech-i zül-celâlîden,
Dilâ bedr ol kim
mihr-i dırahşândan haber geldi.
Yerinme nâkısım deyu
kemâl ehlini gördükçe,
Kamû noksânı tekmil
eden insanlardan haber geldi.
Eyüp dilhâneyi tamir
otur bu beyt-i ahzanda,
Bu şeb bana seher
vaktinde mihmândan haber geldi.
Ne kim yağma olundu
çekme gam şimden geru sen var,
Dil-i vîrandaki ol
kenz-i vîrândan haber geldi.
Bu Mısrî’nin vücûdu
Mısrînin oldur şehinşâhı,
Ezelden tâ ebed hükm-i
Süleymandan haber geldi.
Hazreti Yusuf
kardeşleri babalarından çok kıskandıkları için onu bir geziden dönüşte Ken’an
kâfilesine sattılar, sonra gelip Hazreti Yakub (A.S.) ma onu kurt yedi diyerek
yalan söylediler. Kâfile de onu ağırlığı kadar altına Mısır Meliki Kısagur’a
sattı. Sonradan Mısırda ve cıvarında kuraklık oldu. Buyday almağa gelen
kardeşlerine hazreti Yusuf (A.S.) kendisini bildirdi ve gömleğini babasına
gönderdi. Hatta Yusufun kokusunu âyeti kerimede “İnnî le-ecid-ü rîha Yusuf-e”,
“Emin olun ki yusufun kokusunu duyuyorum” olduğu gibi teneffüs ettir.
“Bugün Yâkûb-ı kalbe
Yûsuf-ı cândan haber geldi”
Bu beyitte Yusufdan
murat ruhtur, Yakubdan murad ise kalbtir. Ruh makâmı, hakikat makâmı olup
“Makâm-ı cem” dir. Makâm-ı cem’e vâsıl olmadan hiç “Hazret-il cem” e vâsıl
olunabilinirmi? Önce Yusufa, andan Yakuba gidilir. Kur’ân-ı Kerîm bütün enfüs
ve afâkı câmidir. Fakat bir tâife vardırki, onlara “Tâife-i Bâtınıyye” tâbir
olunur. Bunlar Kur’ânı yalnız enfüse hasrederler. Meselâ; Salat-ı afâkiyeyi
tanımazlar, salâtı yalnız enfüsiyyeye hasrederler. Oruç keza öyle ve diğer
farzları da enfüse (nefislere) hasredip, afâkiyyeyi inkâr ederler.
Cebrâil akl-i
Resûldür, İsrâfil himmet-i Resûldür, yoksa Cebrâil ve İsrâfilin aslı yoktur,
murad enfüsîdir diyerek, afâkiyyeyi inkâr ederler. Tâife-i zinâdıka gibi bu
gibiler kâfirdir. Kur’ânı yalnız enfüse hasreden küfreder.
“Açıl ey gözlerim
envâr-ı vech-i zül-celâlîden”
Zülcelâlin nûrlarından
murad, burada görünen mevcûdattır, yani İlâhî Cemâldir. Bu görünenler Hak-kın
ef’âli, isimler ise Hak-kın sıfatıdır, bunlar zâta delâlet eder.
“Yerinme nâkısım deyu
kemâl ehlini gördükçe”
İnsân-ı nâkısım diye
yerinme, yani üzülme seni tekmil ettirirler. Çünkü İnsân-ı Hayvân vardır, ki
tevhîde hiç dahil olmamıştır ve seyr-i sülûk görmemiştir, bunlara insân-ı
Hayvan tâbire olunur. Tevhîd-i Ef’âl ve Tevhîd-i sıfât makâmlarını görmüş veyahut
yalnız Tevhîd-i Ef’âli görmüş olanlara İnsân-ı Nakıs tabir olunur. Tevhîd-i
zâta vâsıl olanlara “İnsân-ı Kâmil” tâbir olunur.
“Kamu noksânı tekmil
eden insandan haber geldi”
Bir kere tevhîde ayak
bastımı, o behemeal kâmil olur,yani “İnsân-ı Kâmil” mertebesine vâsıl olur, ona
makâmlar tekmil ettirilir. Bir kere o adam hayvâniyetten kurtuldumu ,ya bu
âlemde,veya son nefesinde veya Berzah âleminde,ya mahşerde ona tekmil
ettirilir,mahrum kalmaz. Buna misâl olarak : Zinnûn-i Mısrî ile Hazreti Şeyh-ül
Ekber berzah âleminde buluştular. Hazreti Şeyh ona :”Hak bu mevcûdatın gayrı
olurmu ? Bu mevcûdatın müstakil vücûdları yoktur,onların hepsi Hak-kın
vücûduyla mevcutturlar, yani Hak-dan başka mevcûd yoktur.” dedi, Buna cevaben
Zinnûn : “Ben bu Tevhîd meselesine şimdi vâkıf oldum” diyerek ona teşekkür
etti. İşte berzah âleminde Zinnûnu hazreti Şeyh-ül Ekber terakkî ettirdi. Zirâ
Zinnûn hazretleri bu âlemde iken bu tevhîd meselesine vâkıf değildi.
--------------------
Vezin : Fâilâtün
fâilâtün fâilâtün fâilün
Tâlib-i Hak-kın
devâsız derd dürür sermâyesi,
Anınçün âh-u zâr olur
hemîn hemsâyesi.
Âşıkın ma’şûk yolunda
derdi arttıkça müdâm,
Artar anın dem-bedem
akrân içinde pâyesi.
Tâatın ihlâsa ermez
ilm ile amâl ile,
İzzeti ko zilleti tut
oldur anın mâyesi.
Arz-ı vâsi ister isen
Kâmilin gir kabzına,
Arş-ü kürsîden
geniştir bir Velînin âyesi.
Ârifin gönlünü bilmez
kandedir halk-i cihân,
Ol ki Ankâdır yere
düşmez bil anın sâyesi.
Kim ki Mazagal-basar
Sultânının tıflı ola,
Mısrı’yâ şol feyz-i
akdes nûru oldu dâyesi.
“ Tâatın ihlâsa ermez
ilm ile âmâl ile “
İlim ile ve amel ile
tâatın ihlâs bulmaz.İzzeti, yani azizliği ve vâriyeti terket. Böylece vâriyetin
Hak-kın olduğuna vâkıf ol, zirâ kölenin vâriyeti efendisinindir. Kulluk üçtür :
İbâdet, Ubûdiyyet, Ubûdet. İbâdet: Nefsinin kılıçtan,haraçtan kurtulması ve
âhirette de nefsinin cehennemden kurtulması için yapılan “ibâdete” denirki bu
Avâmın ibâdetidir.
Ubûdiyyet : Kezâlik
ibâdeti nefsden görüp ancak Hak rızası için olursa ona “Ubûdiyyet” tâbir
olunurki ,bu ise Ebrârın ibâdetidir. Ubûdet : İbâdeti Hak-dan görüp,yani
âbid,mabûd Hak-tır, işte bu Havâsın ibâdetidir.Velhasıl ibâdet tâat-ı ilm ve
amel ile olmaz, tevhîd ile olur.
“Arz-ı vâsi ister isen
Kâmilin gir kabzına,
Arş-ü kürsîden
geniştir bir Velînin âyesi”.
Kâmilin kabzası dünyâ
kadar geniştir,yani bu âlemde tasarruf eden “Gavs” tır,çünkü o Hak-kın
halifesidir.Müstahlefte bulunan vasıflar aynen halifede de bulunur.
Aye avuç içi
anlamınadır,yani arş ,kürsî ve bütün âlemler Gavs’ın avucunun içinde bir hardal
dânesi kadardır. Onların ihâtaları Hak-kın ihâtasıdır. Kâmillerin vâriyeti
yoktur,kezâ onların vâriyeti Hak-kın vâriyetidir. İşte Gavs bütün âlemleri
muhittir, yani kaplamıştır.
“Ol ki Ankâdır yere
düşmez bil anın sâyesi”
Eşyâ üç nevidir ; ankâ
da üç nevidir,fakat ismi var cismi yoktur.
“Kim ki “Mazâgal
basar” Sultânının tıflı ola “
Kalâllâh-ı Taâlâ : “
Mazâgal basar “,yani aşağısıda var ,yukarısıda, Hazreti Resûlün gözü,kulağı,
aklı, hayâli velhasıl azâ ve cevârihini çevirmezdi.
Evlâd-ı Resûl üç
kısımdır :
Biri “Evlâd-ı sûriyye
“,yani Hazreti Resûlün neslinden gelen İmâm-ı Hasan ve İmâm-ı Hüseyn (R.A)
efendilerimizdir.Hazreti Resûlün erkek evladı var idiyse de kendilerinden önce
vefat etti. Fakat Nebîlerin kızlarından olan nesli de baba tarafından
imişçesine sayılır. Diğer halkın ise böyle sayılmaz.. Hazreti Fâtıma (R.A) nın
evlâdından olan evladı, tâ kıyâmete kadar Evlâd-ı Resûldür, yani bunlar Hazreti
Resûlün “Evlâd-ı Surî “si sayılır.
Diğerleri hem evlâd-ı
surî,hem de evlâd-ı manevîdirler,yani bunlar tevhîdi rü’yâda veya yakazada
(uyku ile uyanıklık arası ) bizzat Hazreti Resûlüllâh’tan alandan almış olanlar
da evlâd-ı ma’nevîsi olurlar.Meselâ, “Kutup ve Gavs” olanlar bunlardandır.
Diğerleride Hazreti Resûlden olmayıp,tevhîdi bizzat Resûlüllâhtan alandan almış
olanlardır-ki bunlara yalnız “Evlâd-ı ma’nevi” derler. İşte Evlâd-ı Resûlün
biri suri,biri surive ma’nevî,diğeri de yalnız ma’nevî olandır. Ya ,bunlardan
gayrı olanlar nedir? Evet,tevhîdin en aşağı mertebesi olan “Lafzî tevhîd”, yani
“Lâ ilâhe illallâh “ kelimesini söylemiş olanlar da evlâd-ı Resûlden
sayılır.İşte kim ki,Hazreti Resûlün ,yani ”Mazâgal-basar” Sultanının evladı
ola,feyzi akdes,ezel feyzinin kazâ-i feyzinin nûru onun dâyesi olur.
____________
Vezin : Fâilâtün
fâilâtün fâilâtün fâilün
Hamd-ü lillâh habs-i
zindân ehl-i hâlin hırfeti,
Fakr-ü zillet derd-ü
mihnet ol gürûhun izzeti.
Habs-i cism-ü nefs
eden cânın eder elbet halâs,
Halvetin rûşen eder
envâr-ı Hak-kın celveti.
Zulmet içre teşne
diller âb-ı havâna gider,
Killet içre sabr ile
çok kimes buldu devleti.
Halk-ı âlem kabza-i
kudrette biçün-ü çerâ,
Hak kazâsına rızâ ver,
bula kalbin vus’ati.
İzzet-i ukbâya
zillettir Niyâzî çün tarîk,
Nefha-i Rahmâna bu
yoldan ede gör sür’atı.
Dünyâ ehlinin hepsi
adlî hapishânelerdir. Fakat ehlullâhın hepsi gayırlardır.
“Halvetin rûşen eder
envâr-ı Hak-kın celveti”
Halvet makâmı, Ruh
makâmı ve Hakikat makâmı, yani Cem makâmında vahdet zâhir,kesret bâtındır.
Halvet makâmı ise,nefs makâmı, şeriat makâmı olup, Hazret-il-cem makâmında
vahdet bâtın, kesret zâhirdir. Velhasıl şerîat makâmını belli eden kimseler
gönülleri susuz olanlardırki âbıhayatı koşarlar.Âbıhayattan murad burada
Tevhîddir.
Yani tevhîdi bulan
dünyâ ve âhiret devlet bulur.Çünkü âhiret devletini bulana dünyâ behemehal
hizmet eder.
“Halk-ı âlem kabza-i
kudrette biçün-ü çerâ”
Hak kazâsına rızâ ver,
bula kalbin vus’ati
Halk-ı âlem, İlâhî
kudretin kabzasındadır ve Hak-kın ef’âlinden suâl olunmaz. Hak-kın kâzasına
rızâ verenin kalbi genişler, Çünkü hazreti Resûl : “ Lârâdde li-kazâike velâ
mânin li-atâike” ,yani “ Kazâya ve bağışlamaya hiç engel yoktur
“,buyurmuşlardır.
“Nefha-i Rahmâna bu
yoldan ede gör sür’ati”
Nefha, nefesini dışarı
vermek ve nefesin dışarıya verilmesinde hasıl olan istirahattir. Âyette : “ Ve
nefaht-ü fîhi min rûhî “, “ Biz ona rûhumuzdan üfledik “ vârid olmuştur. Rûh
istirahat anlamınadır.İnsan nefesini içeri alıpta,sonra o aldığı nefesini
dışarıya vermesi hayatını devam ettirmesi demektir. Nefesini dışarıya veremezse
derhal ölür. Bundan dolayıdır ki, insan ölürken nefesini içeriye alır,o nefes
içerde hapis olur,dışarıya verilmezse vefat eder. İşte tabii ölüm böyle olur.
-----------------
Vezin : Fâilâtün
fâilâtün fâilâtün fâilün
Hamr-ı rûy-i yâr ile
sekrân olan anlar bizi,
Katresin bahr eyleyip
ummân olan anlar bizi.
Câhil anlamaz
zevil-irfân olan anlar bizi,
Vâkıf-ı esrâr olup
hayrân olan anlar bizi.
Anlamaz hayvân olan,
insân olan anlar bizi,
Halkın artık eksiğine
keylimiz yoktur bizim.
Kimseye tâ’netmeğe hiç
dilimiz yoktur bizim,
Lâ-mekândan gelmişiz
bir ilimiz yoktur bizim,
Bu fenâ gülzâra hergiz
meylimiz yoktur bizim,
Her seher bülbül gibi
nâlân olan anlar bizi.
İnsan üç kısımdır:
1- İnsân-ı hayvan.
Tevhîde ayak basmayanlar.
2- İnsân-ı nâkıs.
Tevhîd-i ef’âl, tevhîd-i sıfat görüp, henüz tevhîd-i zâta vâsıl olmayanlardır.
3- İnsân-ı Kâmil.
Tevhîd-i zâta vâsıl olandır.
“Lâmekândan geldik,
şehrimiz yoktur” demek en önce “Nûr-i Muhammedî” yaratıldı demektir. Nur-i
Muhammedi tecellî etti, Nefs-i kül oldu. Nefs-i kül tecellî etti Tabiat oldu.
Tabiat tecellî etti Heyûla oldu. Heyûla tecellî etti Cism-i kül oldu. Cism-i
kül tecellî etti. Şekil oldu. Şekil tecellî etti Arş oldu. Arş tecellî etti
Kurs-î oldu. Andan Felek-i atlas, Felek-i menâzil tâ İnsanlık mertebesine kadar
yirmisekiz mertebe vardır. Bundan dolayı biz mekânsızız, yani mekânımız yoktur.
Sırr-ı vasl-ı yâri yol
azanlara açılmazız,
Biz hakikat şemsiyiz
revzenlere açılmazız,
Biz ricâl esrârını şol
zenlere açılmazız,
Zâhid-i elfâf olan
rehzenlere açılmazız,
Açılup güller gibi
handân olan anlar bizi.
Sanmanız zâhid gibi
havf-ü ricâ abdâlıyız,
Geçmişiz andan şehâ
bezm-i likâ abdâlıyız,
Tekye-i iklîm lâhûtta
bekâ abdâlıyız,
Baş açık yalın ayak
râh-ı fenâ abdâlıyız,
Ref’edip ten cübbesin
üryân olan anlar bizi.
Mısriyâ şehr-i fenâya
uğradı râhım bugün,
Şems-i rûy-i yâr ile
bedr oldu çün mâhım bugün,
Kuluna rahmeyleyip
kıldı nazar şâhım bugün,
Lî-maallâh sırrına
mahremdir İbrâhim bugün,
Ol serâ-yi vahdete
mihmân olan anlar bizi.
“Biz ricâl esrârını
şol zenlere açılmazız,
Zâhid-i elfâf olan
rehzenlere açılmazız.
Açılup güller gibi
handân olan anlar bizi.”
“Biz ricâl sırlarını
şol zenlere açılmazız” mısrasında, zenden murad edilen “Hünsâ-i müşkile” dir.
“Gülzâr-ı şerif” sâhibi İbrahim Tennûri hazretleri,ki Hacı Bayrâm-ı Velî’nin
halifesi Ak Şemseddinnin halifesidir. O kitabında bu zat İlâhî farzların önce
hepsini şeriat,sonra hakikat lisânıyla şerheder. Meselâ, şeriatta oruç şudur
diye açıklamasını yaptıktan sonra, bu defada hakikatta oruç budur diyerek
yapar. Kezâ şeriatta abdest şudur,hakikatte abdest budur, şeriatte namaz
şudur,hakikatte namaz budur diyerek İlâhî farzları tamamen yazdıktan sonra,sıra
“ Hünsâ-i müşkile “ ye gelince, şeriatte erkekliğine veya kadınlığına hüküm
olunamayana derler der. Meselâ, böyle bir kimse camiye gitse erkekler safında
dursa kadınlığı, kadınlar safında durursa,o zaman da erkekliği gâlip olur,bu
sebebten onun ayrı bir safta durması şeriat icabıdır. Onlar için mirâs meselesi
de böyledir. Mirâs hissesinin yarısını erkek olarak,yarısınıda kadın olarak
alır. İşte şeriatta hünsâ-i müşkile bunlardır.Hakikatta ise hünsâ-i müşkile
olanlar,ca-hil olup şeyhlik ve ulemâlık davâsında bulunan bir misillû adam, ne
kadın olarak halk arasına karışabilir, ne de erkek olarak Ehlullâha karışıp
sohbet edebilir,Çünkü bu gibi kimseler Ehlullâha karışamaz cehâletinden, halk
arasına karışamaz azametinden. İşte hakîkatta hünsâ-i müşkîle olanlar bu
kabilden adamlardır.
“Li-maallâh sırrına
mahremdir İbrâhim bugün,
Ol serâyı vahdete
mihmân olan anlar bizi”.
Hazreti Resûl ile
Ebûbekir-is Sıddık hazretleri sohbet ederlerken yanlarında bulunan Hazreti Ömer
efendimiz hiç anlamazdı. Yine böyle bir sohbetten çıktıklarında hazreti Ömer :
”Yâ, Ebûbekir Hazreti Resûlün bütün sırlarını anlarmısın ?” diye sordu. Hazreti
Sıddık cevaben şu hadis-i şerîfi rivayet etti: “Li-maallâh vakt-i yesianî
Nebiyyi Mürsel velâ melek-i mukarrib “ yani “ Allâh ile benim bir vaktim vardır
ki,ne Nebiyyi Mürsel oraya sığar, ne de melek-i mukarrib”. İşte hadis-i şerifte
geçen vakit “Makâm-ı Muhammedî” dir, yani “ Ahadiyettir “ Oraya hiçbir Nebîyyi
Mürsel ve yakında olan melek ayak basamaz.Ancak kadem-i Muhammedî ile, yani o
makâm sâhibi ile olurki, bu bilasâle Hazreti Resûlüllâhındır.
Nebîler ve Verese (
vâris-i ulum Nebî olanlar ) oraya onun vâsıtasıyla girerler.Hazreti İbrahîm de
tevhîdin babası olduğu halde, “ Makâm-ı Ahadiyyet” e ancak kadem-i Muhammedî
ile girebilir demektir.
---------------------
Vezin : Fâilâtün
fâilâtün fâilâtün fâilün
Yakın yalındı
külhanı,atın firengi temreni,
Çoktan arardım ben
bunu ya ben sizi,ya siz beni.
Çün gördünüz kim
tınmazam sağ ve soluma bakmazam,
Sanursunuz dayanmazam
ya ben sizi, ya siz beni.
Geldik işin tâ ucuna
eriştik âhir gücüne,
Bâtıl olur kim gocuna
ya ben sizi, ya siz beni.
Şemsin yanında
zerreler bahrın içinde katreler,
Zıldan şecer etmez
hazer ya ben bizi, ya biz seni.
Hor hor uyurken
basınız Mısrî’yi ol vakit asınız,
Bulun zebânın assınız
ya ben sizi, ya siz beni.
Mısrî efendinin
zamanında Şeyhülislâm olan Vânî efendi ile de arası açıktı. Şeyhülislâm zamanın
Padişâhına Mısrî efendinin bir süre sürgüne gönderilmesinin uygun olacağını
bildirmişti. Beyitleri bunun üzerine yazmış olacaklar. O da kalktı yalnız
başına Limni adasına gitti. Ada halkı kendisine bîat etti, tekrar İstanbul’a
geri dönmedi ve ömrünün sonuna kadar orada kaldı.
Sultan Abdülmecid Han
hazretlerine Mısrî efendinin İstanbul’dan sürgün edilmesinin haksızlık olduğu
bildirilmesi üzerine Limni adasına bir seyahat yapmışlar. Orada üç gün kalarak
Kur’ânı Kerîm okumuşlar ve türbeyi yeniden tefriş ettirmişlerdir.Avdetinde
Kırım harbi vâki olmuş ve sonunda harbten muzaffer çıkılmıştır.Sultan
Abdülmecid Han hazretleri muvahhid idi ve makâmları cem makâmı idi.
______________
Vezin : Müstef’ilün
müstef’ilün müstef’ilün müstef’lün
Kasab elinde koynum,ya
o beni, ya ben onu,
Cellâd önüde boynum,ya
o beni, ya ben onu.
Irz-ü vekâr mal-ü
menâl yağma olundu cümlesi,
Soyunmuşum bu yolda
ben,ya o beni, ya ben onu.
Cisme bugün kırk
erbâîn oldu tamam Deccâl laîn,
Kıldı beni Rabbim
emîn, ya sen beni, ya ben seni.
Vallâhi senden
korkmazam dâ’vâyı bâtıl kılmazam,
Hak-tır sözüm
yorulamazam ya sen beni, ya ben seni.
Vardı çıkalı göklere
Binaltıyüzdoksanbir’e ,
İndim senin için ben
yere ya sen beni, ya ben seni.
Mehdî benim adlim
dürür, İsâ benim fazlım dürür,
Âhir amel katlim
dürür, ya sen beni ,ya ben seni.
Meydâna çık gel ey
kaba avret gibi giyme kaba,
Ben Mısrî’yem geydim
abâ, ya sen beni ,ya ben seni.
Mısrî efendi Üsküdarda
otururlarken bir risâle telif etmiş ve o risâlesinde “ İmâm-ı Hasan ve İmâm-ı
Hüseyn” (R.A) hazretlerinin Nübüvvetlerine kâil olduğunu bildirmişti. Risâleyi
okuyan bazı kimseler Niyâzi Mısrî hakkındaki hüsnü zanlarını değiştirmek
isterler. Zirâ Nubüvvetin Fahr-i Kâinât efendimizle son bulduğuna kâil
olmuşlardır. Risâleyi tarafımıza gönderdiklerinde ; “Risâle doğrudur ve şeriate
uygundur, vakıa Hazreti Resûlü Ekrem hâtemdir,ama Risâlet-i Nebîlerinin
hâtemidir, şerîat-i Nebîlerinin değildir. Nubüvvet-i Tebligiyye bâkîdir,buna
“Nebiyyül-Velâyet” tabir olunur” diye cevap verdik.
Bir de fakiri Hüsnü
paşanın müsteşârı Fikri efendi (sonradan Vezir olan Fikri paşa) İstanbul’a âvet
etti. İstanbula vardığımızda Fikri efendi elinde Mısrî efendinin o risâlesiyle
geldi. Bunu tetkik ediniz, Paşa akşama yemekte bunun hakkında sizinle sohbet
edecekler. İstanbul’da biri bu risâleyi basdırarak Rumeli ve Anadoluya
göndermiş, ve mutasarrıfın biri de risâleyi toplattırarak bir nüshasını
göndermiş. Fikri efendi risâle hakkında mutalaamız alındıktan sonra
Şeyhülislâma götürecek imiş, Sonra dedik: “Risâle doğrudur ve şerîata
mutâbıktır,anlattık hepsini “,sonra Fikri efendi o zaman Şeyhülislâm olan Hasan
efendiye risâleyi gönderdi ve sözlerimizide söylemiş. Hasan efendi “ Mademki
Hoca efendi şerîata uygundur demişler,öyleyse doğrudur “ve risâleyi tasdik edip
Sadâretin takdirnâmesiyle risâleyi toplattıran mütesarrıfa iâde ettirdi.
İşte Mısrî efendi
vaktiyle bu risâleyi Üsküdarda telif ettiğinde zamanın Padişâhı olan İkinci
Ahmede de şikâyet edilmişdi.
“Vardı çıkalı göklere
Binaltıyüzdoksanbir’e”
Hazreti İsâ göklere
çıktığı, yani Mısrî efendinin zamanı yıl Binaltıyüz-Doksanbir idi.Velhasıl bu
bahır Mısrî efendinin “ Hudâyî Mahmud “ efendiye söylediği sözlerden ibarettir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder