DUÂNIN ÂDÂBI
﴿ وَاذْكُرْ رَبَّكَ ف۪ى
نَفْسِكَ تَضَرُّعًا وَخ۪يفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِل۪ينَ
﴾ [سورة الأعراف:٧/٢٠٥]
“Sabah ve akşam Rabbini, içinden
yalvararak, ürpererek ve yüksek olmayan, kendinin işitebileceği sesle
zikret, gâfillerden olma!”[1]
GAZÂLÎ (RAHIMEHÜLLÂH), DUÂNIN YAPILMASI HAKKINDA ON
MADDELİK BİR “ÂDÂB” LİSTESİ VERMİŞTİR.
1- Duâya besmele ile başlamak,
2- Şerefli vakitleri aramak,
3- Şerefli hallerden istifâde etmek,
4- Kıbleye dönerek, koltuklarının
altı görülecek şekilde ellerini kaldırıp duâ etmek,
5- Duâyı gizlice yâni hafîf sesle
yapmak,
6- Duâda yapmacık sözlerden
sakınmak,
7- Huzû ve huşû içinde Allâh-ü Teâlâ’dan
korkarak ve kabûlünü umarak istediği şeyde ısrarla durmak,
8- Duâsında azimli ve kabûlünde
ümitli olmak sûretiyle Allâh-ü Te’âlâ-ya karşı “hüsn-i zân”da
bulunmak,
9- Tekrar tekrar isteyerek duâsında
ısrar etmek,
10-
Duânın kabûl olmasında asıl olan bâtını edebdir.
O da
tevbe etmek, helâlleşmek ve
bütün himmetini Allâh-ü Te’âlâ-ya
bağlamaktır. Duânın kabul olmasında en
kuvvetli âmil budur.[2]
DUÂNIN KABÛLÜ ÜÇ ŞEYE BAĞLIDIR
1- Kazâya muvâfık (Allâh-ü
Te’âlâ-nın takdîrine uygun olması,
2- O kimse hakkında duânın hayırlı
olması,
3- İstenilen şeyin muhal (imkânsız)
olmamasıdır.[3]
Tasavvufta duâ
genellikle sözle (Lisân-ı Kâl), bazen de susularak (Lisân-ı Hâl)
yapılır. Duâlarda Allâh-ü Teâlâ ulaşılmak istenen bir sevgili olarak görüldüğünden
perdelerden ve hicrandan yakınılır, vuslat ve müşâhede taleb edilir. Tasavvuf
edebiyatında “habîb, mahbûb, ma’şûk, yâr, can, cânân” denilince daima
Allâh-ü Teâlâ anlaşılır.
DUÂNIN KABÛLE ŞÂYAN OLDUĞU ZAMAN VE MEKÂNLAR
1- Seher vakti,
2- İftar vakti,
3- Ezanla kamet arası,
4- Çarşamba günü,
5- Öğle ile ikindi arası,
6- Zorluk, sıkıntı hâlinde,
7- Sefer ve hastalık hallerinde,
8- Yağmur yağarken,
9- Allâh-ü Teâlâ yolunda cihadda saf
kurulurken yapılan duâlar kabûl olur.
RÛHU’L-BEYÂN TEFSÎRİ’NDE:
1- Ka’be görüldüğünde,
2- Üç mescid (Ka’be-i Muazzama,
Ravza-i Mutahhara ve Mescid-i Aksâ) de,
3- En’âm Sûresi’ndeki celâleteyn
arasında,
... رُسُلُ اللّٰهِ اَللّٰهُ
اَعْلَم ...
(En’âm Sûresi âyet 124 deki; Bu iki Lafza-i Celâl)
1-
Tavafta,
2-
Mültezem (Hacer-i Esved’le Ka’be-nin kapısı arasın) da,
3-
Beytüllâh’ın her tavâfında,
4-
Zemzem kuyusunda,
5-
Zemzem suyu içildiğinde,
6-
Safâ ve Merve üzerinde,
7-
Sa’y de,
8-
Makâm-ı İbrâhîm arkasında,
9-
Arafat’ta,
10- Müzdelife’de,
11- Minâ’da,
12- Minâ’da üç şeytan taşlandığı
yerde,
13- Peygamberlerin (salevâtüllâh-i
alâ nebiyyinâ ve aleyhim ecme’în) kabirleri yanında yapılan duâlar kabûl olur.
Kurtubî Tefsîri’nde
zikredildiğine göre: Şehr İbn-i
Havşep (r.a.); Ümmü’d-Derdâ (r.a.) bana Şöyle dedi : --- “Ey Şehr!
Vücudunda ara sıra bir ürperme buluyor musun? Dedi, ben de --- “Evet” deyince
Ümmü’d-Derdâ (r.a.) : --- “ O zaman Allâh-ü Te’âlâ-ya duâ et, o anda duâ
mutlakâ kabûl olunur.” Buyurdu.[4]
Ebû Hüreyre (r.a.): Efendimiz
(‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’den rivâyet-i kerîmesinde: --- “Sakın sizin biriniz, yâ Allâh-ü Teâlâ! Dilersen beni mağfiret
eyle! yâ Allâh-ü Teâlâ! Dilersen bana merhamet eyle! Diye duâ etmesin. İstemeyi
azim ve kat’iyyetle (kesin bir ifâdeyle),
yapsın! Çünkü şüphesiz Allâh-ü Teâlâ için hiçbir zorlayıcı yoktur.”[5]
Ebû Hüreyre (r.a.): Efendimiz
(‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’den rivâyet-i kerîmesinde: --- “Allâh-ü Te’âlâ-ya duâdan daha üstün bir şey yoktur.”[6]
DUÂ EDENLERİN TALEBİNE CEVAP ÜÇ KISIMDIR:
1- Ya talebine hemen cevâb verilir,
2- Ya bekletilip daha iyisi verilir,
3- Ya da kendisinden duâya bedel,
misliyle günah affedilir.
Nitekim Cenâb-ı Zû’l-Celâl bu üslûbla Zât-ı
ilâhîlerini tanıtırken,
﴿ أَمَّنْ
يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ
خُلَفَآءَ اْلاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَۜ ﴾ [سورة النمل:٢٧/٦٢]
“(Onlar mı
hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki)
sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hâkimleri kılan mı? Allâh-ü Te’âlâ-dan başka
bir tanrı mı var! Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz!”[7]
Efendimiz (‘aleyhi’s-salât-ü
ve’s-selâm):
"أَلدُّعُآءُ
يَرُدَّ الْقَضَآءَ."
--- “Duâ, kazâyı
defeder.”
"أَلدُّعَآءُ
يَنْفَعُ مِمَّا نَزَلَ وَمِمَّا لَمْ يَنْزِلْ فَعَلَيْكُمْ عِبَادُ اللّٰهِ
بِالدُّعَآءِ."
--- “Duâ, gelmiş olan musîbet için de henüz gelmemiş olan
musîbet için de faydalıdır.”
"تَالدُّعَآءُ
يَرُدُّ الْبَلٰٓاءَ."
--- “Duâ belâyı defeder.”
"أَلدُّعَآءُ
مُخُّ الْعِبَادَةِ."
---
“Duâ
ibâdet’in özü ve iliğidir”
"أَلدُّعَآءُ
مِفْتَاحُ الرَّحْمَةِ."
قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ : " يُسْتَجَابُ
لِاَحَدِكُمْ مَالَمْ يَعْجَلْ، يَقُولُ: قَدْ دَعَوْتُ رَبّ۪ى
فَلَمْ يَسْتَجِبْ ل۪ى."
Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü
ve’s-selâm) buyurdular ki: --- “Acele etmediği
müddetçe her birinizin duâsına icâbet olunur. Ancak şöyle diyerek acele eden
var: Ben Rabbime duâ ettim duamı kabul etmedi.”[9]
"إِنَّ الْعَبْدَ لَا يُخْطِعُهُ مِنَ الدُّعَآءِ
إِحْدٰى ثَلَاثٍ إِمَّا ذَنْبٌ يُغْفَرُ لَهُ وَ إِمَّ خَيْرٌ يُعَجَّلُ لَهُ وَ
إِمَّ خَيْرٌ يُدَّخَرُ لَهُ."
Ebû Hüreyre (r.a.): Efendimiz (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’den rivâyet-i
kerîmesinde: ---
“Kul, duâsında üç şeyin birini almaktan şaşmaz,
1- Ya duâ
sâyesinde günâhı bağışlanır,
2- Ve yâhut
peşin bir mükâfaat alır,
Ebû Hüreyre (r.a.) :
Efendimiz (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm)’den rivâyet-i kerîmesinde: “Sizin biriniz, Rabbinden bir şey istediğinde kabul eseri
anlarsa:
"أَلْحَمْد للّٰهِ
الَّذ۪ى بِنِعْمَتِه۪ تَتِمُّ الصَّلِحَاتُ."
“Bütün hamdler, ni’metiyle iyiliklerin tamamlandığı
Allâh-ü Te’âlâ-ya aittir.” Desin. Duâsının kabulü geciken de: "أَلْحَمْد للّٰهِ عَلَى كُلِّ
حَالٍ" “Her hâl üzere Allâh-ü Te’âlâ-ya
hamd olsun.” Desin.[11]
"رَبِّ يَسِّرْ وَلاَ تُعَسِّرْ رَبِّ تَمِّمْ بِالْخَيْرِ
وَبِهِ نَسْتَعِينْ"
“Allâh-ü Teâlâ’yım! Kolaylaştır, zorlaştırma. Yâ Rabbî!
Hayırla sonuçlandır. Yalnız senden yardım dileriz.”
Allâh-ü
Te’âlâ’ya çokça yalvarmaktır. Tek sermâyemiz Allâh-ü Te’âlâ’ya duâdır.
Allâh-ü
Te’âlâ Kur’ân-ı Kerîm’de:
٨ وَإِذَا
سَأَلَكَ عِبَاد۪ى عَنّ۪ى فَإِنّ۪ى قَر۪يبٌۜ اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا
دَعَانِۙ فَلْيَسْتَج۪يبُوا ل۪ى وَلْيُؤْمِنُوا ب۪ى لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ٧ [سورة البقرة:٢/١٨٦]
“Kullarım, beni senden
sorarlarsa, (bilsinler ki),
gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana duâ edince, duâ edenin duâsına cevâb
veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana îmân
etsinler.”[12] Diye fermân
buyurmaktadır.
İşte
buradaki ibâdetten maksat “duâ”dır. Çoğunlukla Müslüman gençler, İslâm’a
hizmet, Allâh-ü Te’âlâ-ya kulluk ederek ve İslâmî bir toplumun oluşması için
çalışarak Allâh-ü Teâlâ yolunun yolcuları olmaları gerekirken aksine
kendilerinde bir bıkkınlık ve yorgunluk hissederler.
Bu
yorgunluk ve bezginliği onlara bulaştıranlar, kendilerini çepe-çevre kuşatan insan
ve cin şeytanlarıdır. Peki, bunun çâresi yok mudur? Elbette ki vardır:
Çâresi, Allâh-ü Te’âlâ ile baş başa kalabilecekleri, ona yalvarabilecekleri,
çâresizlik içinde ellerini ona uzatabilecekleri, onda sâdece ondan yardım
isteyebilecekleri, kanadı yaralı bir kuş gibi ona münâcaatta bulunabilecekleri
uygun vakitler ayarlamalarıdır.
Çünkü
seni her türlü kötülükten ancak Allâh-ü Te’âlâ kurtarabilir.
“Allâh-ü Te’âlâ-ya
sığınırım, zîrâ benden kendisine itaat etmemi, isyân etmememi, emrettiği yerde
bulunmamı, yasakladığı yerde bulunmamamı istemektedir. Fakat ben irâdesi zayıf
bir kulum. Nefsine mahkûm olan biriyim. Sen ise tek sığınağım, tek
kurtuluşumsun. Allâh-ü Teâlâ’yım beni nefsimin istek ve arzularından koru,
onlara esir etme.”
Şeklinde
duâ etmektir. Zâten her birimizin kendimizi süslememiz gereken
ubûdiyyetin/kulluğun mânâsı da bu değil midir?
Tabi
ki, şükür de böyledir. Allâh-ü Te’âlâ
ile baş başa kaldığı anda önceden belirlenmiş olan duâ ve kelimeleri
tekrarlaması gerekmez. İhlasla, huşû ile aklına gelen kelimeleri ve duâları
yapmak uygun düşecektir.
Allâh-ü
Te’âlâ bizlere, “emr-i bi’l-ma’rûf ve’n-nehy-i ‘ani’l-münker”
yapmamızı nasîb eylesin. Allâh-ü Te’âlâ nasıl da hüzünlü gönülleri sevince
boğuyor, nasıl da kırık kalbleri sarıyor.[13]
عن أبي هريرة رَضِيَ اللّٰهُ عَنه قال: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ
: كُلُّ خُطْبَةٍ لَيْسَ ف۪يهَا تَشَهُّدٌ فَهِيَ كَالْيَدِ الْجَذْمَآءِ
Hz. Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm),
buyurdular ki:
İBN
MANZÛR DUÂ ETMENİN BAŞLICA ÜÇ ŞEKLİNİN BULUNDUĞUNU BELİRTİR;
1-
Allâh-ü Teâlâ (cc)’ın birliğini dile getirme ve övgüyle anma.
2-
Allâh-ü Teâlâ (cc)’tan af, merhamet gibi manevî isteklerde bulunma
3-
Allâh-ü Teâlâ (cc)’tan dünyevî nimetler istemek.
İslâm Âlimleri,
Allâh-ü Te’âlâ-nın üstün gücü, sonsuz zenginliği karşısında kulun kendi
hiçliğini, yoksulluğunu ve Allâh-ü Te’âlâ-nın inâyetine ihtiyaç hissetmesini
ön plana çıkarmışlardır. Duânın bu muhtevâsından dolayı Hz. Peygamber (‘aleyhi’s-salât-ü
ve’s-selâm)’in, --- “Duâ ibâdetin özüdür”[15]
meâlindeki Hadîs-i Şerîf’i bütün ilgili kaynaklarda önemle zikredilir.
﴿ قُلْ مَا يَعْبَؤُ۬ا بِكُمْ
رَبّ۪ى لَوْلَا دُعَآؤُ۬كُمْۚ ... ﴾ [سورة الفرقان:٢٥/٧٧]
“(Ey
Muhammed!) De ki: “Duânız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!...”[16]
﴿ وَلَاتَطْرُدِ الَّذ۪ينَ
يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِىِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُۜ ... ﴾
[سورة
الانعام:٦/٥٢]
﴿ وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ
الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِىِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُ
وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْۚ ... ﴾ [سورة الكهف:١٨/٢٨]
Yine aynı sebeble
bütün müfessirlerin yorumuna göre yukarıdaki bu iki Âyet-i Kerîme’de İslâm’ın
en önemli ibâdeti olan namaz duâ kavramıyla ifâde edilmiştir.
عَنْ أُمُّ سَلَمَةَ زَوْجِ
النَّبِيِّ ﷺ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهَا قَالَتْ: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ ﷺ
إِذَا انْصَرَفَ مِنْ صَلَاةِ الْمَغْرِبِ يَدْخُلُ فَيُصَلّٰى رَكْعَتَيْنِ ثُمَّ
يَقُولُ ف۪يمَا يَدْعُوا: "يَامُقَلِّبَ الْقُلُوبِ ثَبِّتْ قُلُوبَنَا عَلٰى
د۪ينِكَ."
Ümmü Seleme (r.anhâ) vâlidemizden rivâyet
edildiğine göre; --- “Rasûlüllâh (sallellâh-ü aleyh-i ve sellem) akşam
namazını kıldıktan sonra (yanıma) girer iki rekât namaz kılar ve sonra:
Gerçekten duâ bir
silaha benzer. Silah kuşanan içindir. Silahın kuvvetli olması sadece yeterli
değildir. Ne zaman silah sağlam, kullanan el sağlam, hedef belli, ortada hiçbir
engel yok, bu durumda isabet etmemesi, mümkün değildir. Şartlar eksik olunca,
istenilen hedefe varmak güçleşecektir. Duâ da bir silah misalidir. Duânın kabûl
olabilmesi içinde, bazı şartların yerine getirilmesi gerekir. Bunlar şunlardır:
1- İstikamet: Kulun duâsının kabûl olabilmesi için kul Allâh’ın dînini
Onun ve Rasûlünün benimsedikleri çerçevede yaşaması gerekir.
2- Azim: Duâ ederken kul talebinde azimli olmalıdır. Yâ Rabbî,
ben filan şeyi talep ediyorum, şeklinde isteğinde tevazu göstererek ısrarcı
olmalıdır.
3- Uygun vakit: Duâ edilecek zamanın uygun bir vakitte yapılması,
duâların kabûl gördüğü zamana tekabül ettirilmesi.
DUÂLARIN KABÛL EDİLDİĞİ VAKİTLER!
Duâların kabûl olduğu
vakitleri Peygamberimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) çeşitli Hadîs-i Şerîfleri’yle
bildirmiştir. Bu vakitler:
1-
Gecenin üçte birinden sonraki zamanda.
2-
Ezân’la kamet arasındaki zaman.
3-
Secde halinde bulunduğumuz an.
4-
Başımıza gelen bir musibet veya bir sıkıntı anında.
5-
Oruçlu olan kimselerin, iftar etmeleri sırasında.
6-
Yola çıkılınca yolculuk sırasında.
7-
Cuma namazı vaktinin içinde olduğumuz sırada.
8-
Allâh’ın anıldığı meclislere katıldığımız sırada.
9-
Kalbimizden gelen bir yalvarış duygusu sırasında.
10- Duâ edersem, duâm kesin kabûl
olacak duygusunun hissedildiği bir anda.
11- Mübârek gün ve geceler.
12-
Cuma günü öğle ile ikindi arası.
13-
Recebin ilk gecesi,
14-
Şabanın 15. gecesi,
15-
Bayram geceleri,
16-
Arefe günü,
17-
Ramazan gün ve geceleri,
18-
İftar zamanı,
19-
Her günün zeval vakti.
20-
Bu vakitleri ganimet bilmelidir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
21-
(Şu beş gecede yapılan duâ red edilmez: Regaib gecesi, Şabanın 15.
[Berat] gecesi, Cuma gecesi, Ramazan ve Kurban bayramı gecesi.) [İ.Asakir]
22-
(Cuma günlerinde bir an vardır ki, o anda edilen duâ red olmaz.)
[Buhari, Müslim, Tirmizi]
23-
(Ramazanda Allâh(c.c.) günâhları affeder ve duâları kabûl eder.)
[Taberani]
24-
Ezân okunurken ve ezân ile kamet arasında.
25-
Hadis-i şerifte, (Ezân okunurken duâ red olmaz) ve (Ezânla kamet
arasında duâ kabûl edilir) buyuruldu.
26-
Namaz kılarken, secdede iken ve namazlardan sonra.
27-
Hadis-i şerifte, (Kulun Rabbine en yakın hali, namazda secdede ikendir.
Secdede çok duâ edin. Bu duâ kabûl olur) ve (Beş vakit namazlardan sonra
yapılan duâ kabûl olur) buyuruldu. (Buhari) Nafile namazlarda, secdede iken duâ
edilir, farz namazlarda secdede duâ edilmez.
28-
Kur’an-ı kerîm hatmedilince.
29-
Hadis-i şerifte, (Kur’ân-ı Kerîm’i hatmedenin duâsı kabûl olur)
buyuruldu.
30-
Kalbinde incelik hissettiği an.
31-
Hadis-i şerifte, (Rikkat [incelik] halinde duâyı ganimet bilin. Bu hal
Rahmet kapısının açık olduğunu gösterir) buyuruldu.
32-
Kâbe-i şerifi görünce.
33-
Hadis-i şerifte, (Hac yapanların, duâları kabûl olur. Kâbe’de Mültezim
denilen yerde, duâ eden mutlaka uğradığı musibetten kurtulur) buyuruldu.
34-
Hasta iken, sıkıntılı iken.
35-
Hadis-i şerifte, (Dertli müminin duâsını ganimet bilin!) buyuruldu.
(Ebuşşeyh)
36-
Oruçlu iken.
37-
Hadis-i şerifte, (Oruçlunun duâsı red edilmez) buyuruldu. [Tirmizi]
38-
Yağmur yağarken, Kur’an okunurken, düşmanla karşılaşınca.
39-
Hadis-i şerifte, (Şu durumda rahmet kapıları açılır ve duâlar kabûl
edilir: Kur’an okunurken, düşman ordusu ile karşılaşılınca, yağmur yağarken)
buyuruldu.
40-
Cemaat halinde
41-
Hadis-i şerifte, (Bir cemaat toplanır, bir kısmı duâ eder, ötekiler de
amin derse o duâyı, Allâh(c.c.) kabûl eder) buyuruldu.
42-
Gıyaben yapılan duâ.
43-
Hadis-i şerifte, (Din kardeşine gıyabında [arkasından] yaptığı duâ
kabûl olur) buyuruldu. [İbni Ebi Şeybe]
44-
Ana babanın, yolcunun duâsı ve mazlumun zalime ettiği duâ.
45-
Hadis-i şerifte, (Ana babanın evladına duâsı, yolcunun, misafirin ve
mazlumun duâsı makbûldür) buyuruldu. (Tirmizi)
46-
Kur’an-ı Kerîm’i hıfzedenler.
47-
Hadis-i şerifte, (Kur’an-ı Kerîm’i hıfzeden, her hatmi sırasında, kabûl
olunmuş bir duâ hakkına sahip olur) buyuruldu.
48-
Hacılar, mücahidler.
49-
Hadis-i şerifte, (Şu dört duâ red olmaz: Din kardeşine arkasından
yapılan duâ. İyileşinceye kadar hastaların, dönünceye kadar hacca ve savaşa
gidenlerin duâsı) buyuruldu
50-
Müslümanlıkta saçlarını ağartanların, âlimlerin ve adil idarecilerin
duâları da makbuldür.
Hadis-i
şerifte, (Şu üç kişinin hakkını ancâk münafık olan küçümser: İslam yolunda
saçını ağartmış olan, ilim sâhibi ve âdil idareci) buyuruldu.
Kurtubî
Tefsirinde zikredildiğine göre: Şehr
İbn-i Havşep (r.a.); Ümmüd Derdâ (r.a.) bana Şöyle dedi:
“Ey
Şehr! Vücudunda ara sıra bir Ürperme buluyor musun? Dedi, ben de “Evet” deyince Ümmüd Derdâ
(r.a.): “O zaman Allâh’a duâ et, o anda duâ mutlaka kabûl olunur.” Buyurdu.
Kurtubî: 2/313.
DUÂNIN KABÛL OLMASINI NELER ENGELLER?
1-
Masiyetler: Allâh-ü
Te’âlâ-nın yapın dediklerini yapmayıp, başkalarına da yaptırmamak, yapmayın
dediklerini yaparak, başkalarına da teşvik etmek. Bunu yapan kimse, Allâh’a
isyân eden, yani; başkaldırandır.
2-
Haramlar: Yapılması,
kullanılması, içilmesi, yenilmesi vb. şeylerin yasak oldukları halde işlenmesi.
3-
Günâhlar: İnsanların
bilerek veya bilmeden yapmış oldukları haramlar. (Tövbe edilmemişse)
4-
Acelecilik: Yapılan
duânın neticesinin hemen beklentisinde olmak.
5-
Aşırıcılık: Duâ
ederken aşırıcı olmamalıdır. Aşırı taleplerden kaçınmak gerekir.
6-
Gafillik: Müslüman
duâ ederken neyi, nasıl, niçin talep ettiğinin bilincinde olmalıdır.
Görüldüğü gibi İslam
dini, duâların kabûl olması için şartlar koyduğu gibi, kabûl olmasını
engelleyen şartları da belirtmiştir.
Allâh-ü
Te’âlâ kullarıyla her zaman yakın olmak, onların niyazlarını, temennilerini,
ihtiyaçlarını kendi ağızlarından duymak istemektedir.
Hadîs-i Şerîf’te; “Kim
Allâh-ü Te’âlâ’dan bir şey istemez ise Allâh-ü Te’âlâ ona kızar.” (İbn. Mâce)
Arap şâiri şiirinde Allâh-ü
Te’âlâ-ın kullarının duâsına bakışını şöyle seslendirir.
الله يغضب إن تركت سؤاله وبني آدم حين
يسأل يغضب
لا تـسـألـن بنـي آدم حـاجـة .:. واسـأل الـذي أبـوابـه لا تحـجـب
لا تـسـألـن بنـي آدم حـاجـة .:. واسـأل الـذي أبـوابـه لا تحـجـب
“Allâh-ü Te’âlâ
kendisinden bir şey istenilmeyince kızar.
Âdemoğlu ise,
kendisinden bir şey istenilince kızar.”
Süfyân-ı Sevrî (k.s.) bu
ulvî emir ve va'dden aldığı ilhamla sık sık şöyle dua ederdi:
"Ey kendisinden bir
şeyler isteyeni, isteyip te çokça yalvaranı seven; istemeyeni, yönelip de
yakarmayanı sevmeyen Ulu Tanrım! Senden başka kim böyle lütufkâr
olabilir."
Allah dostlarından biri de
demiş ki:
"Sakın âdemoğlundan
bir şey isteme! Kapıları hiç kapanmayandan iste! İstemeyi terk ettiğinde Allah
gazap eder. Âdemoğlu ise bir şey istenildiğinde isteyene kızar.
DUÂLAR HEMEN KABÛL EDİLİR Mİ?
İbrâhîm Ethem’e göre
Duânın kabûl edilmeme sebepleri:
İbrâhîm Ethem hazretleri
bir gün Basra çarşısında dolaşırken kendisine şöyle bir süâl yöneltilir. Ey üstâd!
Allâh-ü Te’âlâ Kur’ân-ı Kerîm’de “Bana duâ edin duânızı kabûl edeyim.”
Buyurmaktadır. Bizler duâ ediyoruz duâlarımız kabûl olmuyor. Bunun hikmeti
nedir? İbrâhîm Ethem onlara, şöyle cevâb verir. “Çünkü sizin kalpleriniz şu
on şeyden mahrumdur.”
1)
Siz Allâh-ü Te’âlâ-yı tanıdınız, onun sizdeki hakkını vermediniz.
(İbadetlerinizi terk ettiniz.)
2)
Siz Kur’ân-ı Kerîm’i okudunuz, onunla amel etmediniz. (Kuran’ı Kerîm’i
sadece süsleyip rafa kaldırdınız.)
3)
Siz Peygamber (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem)’i sevdiğinizi iddia
ettiniz, Onun sünnetlerini terk ettiniz.
4)
Siz şeytanın düşmanınız olduğunu söylediniz, sonra onun yolunu takip
ettiniz.
5)
Siz Cennete âşık olduğunuzu söylediniz, ulaşmak için çapalamadınız.
6)
Siz Cehennemden korktuğunuzu söylediniz, fakat ondan kaçma yolları
aramadınız.
7)
Siz ölümün hak olduğunu söylediniz, fakat ölüme hiç hazırlanmadınız.
8)
Siz insanların ayıplarını gördünüz, fakat kendi ayıplarınızı hiç
görmediniz.
9)
Siz Allâh-ü Te’âlâ-nın size verdiği nimetlerden yediniz, içtiniz,
karşılığında şükretmediniz.
10) Siz ölülerinizi mezara kendi
ellerinizle defnettiniz, fakat onlardan hiç ibret almadınız. Bu haldeyken
Allâh-ü Te’âlâ sizin duâlarınızı nasıl kabûl etsin?
ALLÂH-Ü TE’ÂLÂYA DUÂ
ETMEK NASIL BİR ANLAM İFADE EDER.
Âlimler bu konuda, şu
manalardan bahsederler.
a) Allâh-ü Te’âlâ
zengindir. Fakir olan bir ilahtan yardım istenmez.
b) Allâh-ü Te’âlâ işitir.
İşitmeyen bir ilahtan nasıl niyazda bulunulabilir.
c) Allâh-ü Te’âlâ
cömerttir. Cimri olan bir ilahtan nasıl dilekte bulunulur.
d) Allâh-ü Te’âlâ
acıyandır. Merhameti olmayan bir ilahtan nasıl yardım istenebilir.
e) Allâh-ü Te’âlâ her şeyi
kadirdir. Her şeye gücü yetmeyen bir ilaha nasıl güvenilir.
f) Allâh-ü Te’âlâ’nın
rızası ve sevmesi vardır. Rızası ve sevmesi olmayan bir ilah nasıl dilediğini
verecektir.
İşte, Allâh-ü Te’âlâ,
duâlardan dilediğini seçerek kabûl eder. Dilediğini kabûl etmez. Öyle olmamış
olsaydı her dileyenin
duâsı kabûl olurdu. Duâ;
hem yalvarış, hem ibadet, hem de Allâh-ü Te’âlâ-yı hakkıyla tanıma fırsatıdır.
Birbirimize
duâ etmeyi ihmal etmeyelim. Birbirimize gıyabımızda duâlar edelim.
DUÂNIN ADAPLARI NELERDİR?
1-
Duânın yolculuk sırasında yapılması.
Hadîs-i Şerîfte; “Üç duânın
kabûl olmaması için hiç bir şüphe yoktur. Bunlar mazlumun duâsı, yolcunun duâsı
ve Babanın çocuğuna yaptığı duâdır.” Yolculuğun süresi ne kadar artarsa, sıkıntıların artmasıyla berâber
duâların kabûlü da artar.
2-
Duâ ederken eski elbiselere bürünüp Allâh’ın karşısında acziyetimizi
ifade eder şekilde bir halle bulunmak.
3-
Elleri semaya gökyüzüne doğru kaldırmak.
4-
Kıble yönüne dönmek.
5-
Sesi duâ anında mümkün mertebe azaltmak.
6-
Sadece ve sadece içten gelerek, direk olarak Allâh’ı düşünerek, Ondan
bekleyerek, Ona sığınarak duâ etmek.
7-
Duâyı bolca tekrarlamak. Allâh-ü Te’âlâ-nın gücüne, kudretine, rubûbiyyetine
sığınmak.
8-
Duâya başlarken Ona hamdederek, övgü ve senalarla başlamak, Rasûlüne salat
ve selam getirmek.
9-
Duânın bitiminde “Âmin” kabûl et Allâh’ım demek.
Ruhul
Beyan Tefsirinde : Kabe görüldüğün-de, Üç mescid (Kabe-i Muazzama, Ravza-i
Mu-tahhara ve Mescid-i Aksa) de, En’am Suresinde-ki CELALETEYN (En’am Suresi
Ayet 124 deki;
Bu iki
Lafza-i Celal ara-sında), tavafta, Mültezem (hacer-i esved le Kabe-nin kapısı
arasın) da, Beytullah’ın her tavafında, Zemzem kuyusunda, Zemzem suyu
içildiğinde, Safa ve Merve üzerinde, Sa’y de, Makâm-ı İbra-him arkasında,
Arafatta, Müzdelife de, Minada, Minada üç şeytan taşlandığı yerde,
Peygamberle-rin (Salavatullahi ala nebiyyina ve aleyhim ecme-ın) kabirleri
yanında yapılan duâlar kabûl olur.
Ebu
Hüreyre (r.a.) : Efendimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) : “Sakın sizin
biriniz, ya Allâh ! dilersen beni mağfiret eyle! Ya Allâh! Dilersen bana
merhamet eyle! Diye duâ etmesin. İstemeyi azim ve kat’iyyetle (kesin bir
ifadeyle), yapsın! Çünkü şüphesiz Allâh için hiçbir zorlayıcı yoktur.” Buhari, Deavat :21
Ebu
Hüreyre (r.a.) : Efendimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) : “ Allâh’a duâdan
daha üstün bir şey yoktur.” Tirmizi:3370
Ebu
Hüreyre (r.a.) : Efendimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) : “ Kim Al- lah’
dan istemezse Allâh da ona gazâb eder (kı-zar).”
Tirmizi, Deavat :2
DUÂNIN MAKBÛL OLDUĞU
ZAMANLAR
1-
Seher vakti.
2-
Mübârek gün ve geceler.
a-
Cuma günü öğle ile ikindi arası.
b-
Recebin ilk gecesi,
c-
Şabanın 15. gecesi,
d-
Bayram geceleri,
e-
Arefe günü,
f-
Ramazan gün ve geceleri,
g-
İftar zamanı,
h-
Her günün zeval vakti.
Bu
vakitleri ganimet bilmelidir.
3-
Ezân okunurken ve ezân ile kamet arasında.
4-
Çarşamba günü öğle ile ikindi arasında.
5-
Namaz kılarken, secdede iken ve namazlardan sonra.
6-
Kur’an-ı kerîm hatmedilince.
7-
Kalbinde incelik hissettiği an.
8-
Kâbe-i şerifi görünce.
9-
Hasta, zorluk, sıkıntılı ve sefer hâlinde iken.
10-
Oruçlu iken.
11-
Yağmur yağarken,
12-
Kur’an okunurken,
13-
Düşmanla karşılaşınca.
14-
Cemaat halinde
15-
Gıyaben yapılan duâ.
16-
Ana babanın,
17-
Mazlumun zalime ettiği duâ.
18-
Kur’an-ı Kerîm’i hıfzedenler.
19-
Hacılar, mücahidler.
20-
Müslümanlıkta saçlarını ağartanların,
21-
Âlimlerin ve adil idarecilerin duâları da makbûldür.
22-
En’am Suresi’ndeki CELÂLETEYN (En’âm Sûresi Âyet 124
deki; Bu iki Lafza-i Celâl arasında),
﴿ وَاِذَا جَآءَتْهُمْ اٰيَةٌ
قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتّٰى نُؤْتٰى مِثْلَ مَآ اُو۫تِىَ رُسُلُ اللّٰهِۜ
اَللّٰهُ اَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُۜ سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا
صَغَارٌ عِنْدَ اللّٰهِ وَعَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ ﴾
[سورة الانعام:٦/١٢٤]
Rûhu’l-Beyan
Tefsirinde: Ka’be görüldüğün-de, Üç mescid (Ka’be-i Muazzama, Ravza-i Mutahhara
ve Mescid-i Aksa) de,
En’âm
Suresinde-ki CELALETEYN (En’âm Suresi Ayet 124 deki;
﴿ وَاِذَا جَآءَتْهُمْ اٰيَةٌ
قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتّٰى نُؤْتٰى مِثْلَ مَآ اُو۫تِىَ رُسُلُ اللّٰهِۜ
اَللّٰهُ اَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُۜ سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا
صَغَارٌ عِنْدَ اللّٰهِ وَعَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ ﴾ [سورة
الانعام:٦/١٢٤]
“Onlara bir âyet geldiği zaman,
“Allâh elçilerine verilenin bir benzeri bize de verilinceye kadar aslâ
inanmayacağız” derler. Allâh, elçilik görevini kime vereceğini çok iyi bilir.
Suç işleyenlere Allâh katından bir aşağılık ve yapmakta oldukları hilekârlık
sebebiyle çetin bir azâb erişecektir.”[20]
Bu
iki Lafza-i Celal arasında), tavafta, Mültezem (hacer-i esved le Kabe-nin
kapısı arasın) da, Beytullah’ın her tavafında, Zemzem kuyusunda, Zemzem suyu
içildiğinde, Safa ve Merve üzerinde, Sa’y de, Makâm-ı İbra-him arkasında,
Arafatta, Müzdelife de, Minada, Minada üç şeytan taşlandığı yerde,
Peygamberle-rin (Salavatullahi ala nebiyyina ve aleyhim ecme-ın) kabirleri
yanında yapılan duâlar kabûl olur.
Ebu
Hüreyre (r.a.) : Efendimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) : “Sakın sizin
biriniz, ya Allâh ! dilersen beni mağfiret eyle! Ya Allâh! Dilersen bana
merhamet eyle! Diye duâ etmesin. İstemeyi azim ve kat’iyyetle (kesin bir
ifadeyle), yapsın! Çünkü şüphesiz Allâh için hiçbir zorlayıcı yoktur.” Buhari, Deavat :21
Ebu
Hüreyre (r.a.) : Efendimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) : “ Allâh’a duâdan
daha üstün bir şey yoktur.” Tirmizi:3370
Ebu
Hüreyre (r.a.) : Efendimiz (sallellâh-ü ‘aleyh-i ve sellem) : “ Kim Al- lah’
dan istemezse Allâh da ona gazâb eder (kı-zar).”
Tirmizi, Deavat :2
Hadis-i
şerifte buyuruldu ki:
“Allâh
(c.c.)’ü teâlâ, seher vakti, “İstiğfâr eden yok mu, onu mağfiret edeyim.
İsteyen yok mu, istediğini vereyim, duâsını kabûl edeyim” buyurur.” [Müslim]
Allâh(c.c.)ü
teâlâ iyileri överken, (Onlar seher vaktinde istiğfâr eder) buyuruyor. (Zariyat
18)
Seher
vakti, gecenin son altıda biridir. Gecenin ikinci yarısından sonra da duâlar
kabûl olur. [Gece, akşam ile imsak vaktinin arasıdır.]
عَنْ الْبَرَاءِ بْنِ عَازِبٍ رضي الله عنه قَالَ: قَالَ النَّبِيُّ ﷺ:
إذَا أوَيْتَ إلى فِرَاشِكَ فَقُلِ: اللَّهُمَّ أسْلَمْتُ نَفْسِى إلَيْكَ،
وَوَجَّهْتُ وَجْهِى إلَيْكَ، وَفَوَّضْتُ أمْرِى إلَيْكَ، وَألْجَأتُ ظَهْرِى
إلَيْكَ، رَغْبَةً وَرَهْبَةً إلَيْكَ، َ مَلْجَأَ وَلَا مَنْجىَ مِنْكَ إلَّا
إلَيْكَ، آمَنْتُ بِكِتَابِكَ الَّذِى أنْزَلْتَ، وَبِنَبِيِّكَ الَّذِى
أرْسَلْتَ، فإنَّكَ إنْ مُتَّ مِنْ لَيْلَتِكَ مُتَّ عَلى الْفِطْرَةِ، وَإنْ
أصْبَحْتَ أصَبْتَ خَيْراً.”[21]
Hz. Berâ (r.’anhâ)
anlatıyor: “Rasûlullâh (‘‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm) buyurdular ki: “Yatağına
girdiğin zaman şu duayı oku: “Allâhım nefsimi sana teslim ettim, yüzümü sana
çevirdim, işlerimi sana emanet ettim, sırtımı sana dayadım. Senin rahmetinden
ümitvârım, gazabından da korkuyorum. Senin ikâbına karşı, senden başka ne melce
var, ne de kurtarıcı. İndirdiği Kitâb’a, gönderdiğin Peygamber (‘‘aleyhi’s-salât-ü
ve’s-selâm)'e iman ettim”.
“Eğer bunu okuduğun gece ölecek olursan fıtrat
üzere ölmüş olursun. Şayet sabaha erersen hayır bulursun.”[22]
KADİR
GECESİ DUÂSI
"أَللّٰهُمَّ إِنَّكَ عَفُوٌّ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ
عَنِّى."
ÖLÜMÜ
TEMENNİ ÂDÂBI
عن
أنس رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰه (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّم): يَتَمَنَّيَنَّ أَحَدُكُمْ
الْمَوْتَ مِنْ ضُرٍّ أَصَابَهُ. فَإِنْ كَانَ لاَبُدَّ فَاعِلًا فَلْيَقُلِ:
أَللّٰهُمَّ أَحْيِنِى مَا كَانَتِ
الْحَيَاةُ خَيْرًا لِى. وَتَوَفَّنِى إِذَا كَانَتِ الْوَفَاةُ خَيْرًا لِى.
أخرجه الخمسة .
Hz.
Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) şöyle
buyurdular:
--- “Sizden
hiç kimse, maruz kaldığı bir zarar sebebiyle ölümü temenni etmesin. Mutlaka
bunu yapmak mecburiyetini hissederse, bari şöyle söylesin: “Rabbim,
hakkımda hayat hayırlı ise yaşat, ölüm hayırlı ise canımı al!”[24]
لاَ
يَتَمَنَّيَنَّ أَحَدُكُمُ الْمَوْتَ لِضُرٍّ نَزَلَ بِهِ فِى الدُّنْيَا
“Sizden
hiç kimse dünyada maruz kaldığı musibet sebebiyle ölümü temenni etmesin.”
Burada “dünyada” diye sebep açıkça belirtilmektedir. Sahabeden
bazıları, dünyevî olmayan mülahazalarla ölümü temenni etmiştir.
Nitekim Muvatta’da Hz. Ömer’in şöyle duâ ettiği kaydedilir:
أَللّٰهُمَّ كَبِرَتْ سِنّى وَضَعُفَتْ قُوَّتِى
وَأَنْتَشَرَتْ رَعِيَّتِى فَاقْبِضْنِى إِلَيْكَ غَيْرَ مُضَيِّعٍ وَلاَ
مُضَرِّطٍ
“Ey
Rabbim, yaşım ilerledi, kuvvetim zayıfladı, raiyyetim her tarafa intişâr etti.
Artık fazla zarara düşmeden, ölçümü kaçırmadan beni yanına al.”
Yine
Muvatta’da, Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’ın da şöyle duâ ettiği
nakledilmiştir:
أَللّٰهُمَّ أَسْأَلُكَ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَتَرْكَ
الْمُنْكَرَاتِ وَحُبَّ الْمَسَاكِينِ وَإِذَا أَرَدْتَ فِى النَّاسِ فِتْنَةً
فَاقْبِضْنِى إِلَيْكَ غَيْرَ مَفْتُونٍ
“Yâ
Rabbî, senden bana hayırlı işlerin fiilini, kötü işlerin terkini, fakirlerin
sevgisini müyesser kılmanı temenni ediyorum. İnsanlar arasında bir fitne
yaratacaksan, beni yanına al, fitneye bulaşmamış olarak dünyadan ayrılayım.”
Keza
Ahmed İbn-u Hanbel ve başka kaynaklarda kaydedildiğine göre,
Âbis
el Gıfârî şöyle duâ etmiştir: ---
“Ey Tâun! Beni al götür!”
Kendisine:
--- “Niye böyle söylüyorsun, Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm): “Ölümü
temenni etmeyin” demedi mi!” denince şu cevâbı vermiştir:
--- “Ben
Rasûlüllâh’ın şöyle söylediğini işittim:
بَادِرُوا
بِالْمَوْتِ سِتًّا اِمَارَةَ السُّفَهَآءِ وَكَثْرَةَ الشُّرَطِ وَبَيْعَ
الْحُكْمِ وَاسْتِخْفَافًا بِالدَّمِ وَقَطِيعَةَ الرَّحْمِ وَنَشْئًا
يَتَّخِذُونَ الْقُرآنَ مَزَامِيرَ يُقَدِّمُونَ اَحَدهُمْ لِيُفَنِّيَهُمْ وَإِنْ
كَانَ اَقَلَّهُمْ فَهْمًا
“(Kıyâmet alâmetlerinden) şu altı hâl zuhur etmezden önce ölüme koşun:
2- “Sefih (kıt akıllı) insanların
hâkimiyeti,
3- Polislerin çoğalması,
4- Hükmün satılması (mahkemelerde
rüşvetle hüküm verilmesi),
5- İnsan kanının değerini
kaybetmesi,
6- Sıla-i rahmin kaybolması,
7- Kur’ân’ı musiki yerine tutacak
zamanelerin zuhûru.
8- Bunlar, anlayışça en gabileri
bile olsa, sırf kendilerine teganni yapsın diye içlerinden birine üstünlük
tanırlar.”
Bu
mevzuya temas eden âlimler, ölüm temennisiyle ilgili, Kur’ân’dan da iki âyet
gösterirler:
1-
Hz. Yusuf (a.s.)’un duâsı:
٨... رَبِّ
أَوْزِعْنِىۤ اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِىۤ اَنْعَمْتَ عَلَىَّ وَعَلَى
وَالِدَىَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضٰيهُ وَاَدْخِلْنِى بِرَحْمَتِكَ فِى
عِبَادِكَ الصَّالِحِينَ
٧
“… Ey
Rabbim! Beni; bana ve ana-babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve râzı olacağın
sâlih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle sâlih kullarının arasına kat!”[25]
2-
Hz. Süleyman (a.s.)’ın duâsı:
٨رَبِّ قَدْ
اٰتَيْتَنِى مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنِى مِنْ تَاْوِيلِ الْاَحَادِيثِۚ فَاطِرَ
السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ فِى الدُّنْيَا وَالْاخِرَةِۚ تَوَفَّنى مُسْلِمًا وَاَلْحِقْنى
بِالصَّالِحِينَ ٧
“Rabbim!
Gerçekten bana mülk verdin ve bana sözlerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve
yeri yaratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı müslüman
olarak al ve beni iyilere kat.”[26]
أَللّٰهُمَّ
اغْفِرْلِى وَارْحَمْنِى وَاَلْحِقْنِى بِالرَّفِيقِ الْاَعْلَى
Hz.
Peygamber (‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), hayatın mü’min hakkında ölümden
hayırlı olduğunu söyler:
لاَيَزِيدُ
الْمُؤْمِنَ عُمْرُهُ إِلاَّ خَيْرًا
“Mü’min
kişinin ömrü, onu hayırca ziyadeleştirir.”
وَلاَ
يَتَمَيَنَّ اَحَدُكُمُ الْمَوْتَ إِيَّا مُحْسِنًا فَلَعَلَّهُ اَنْ يَزَّادَ
خَيْرًا وَاِيَّا مُسِىيئًا فَلَعَلَّهُ اَنْ يَسْتَعْتِبَ
“Sizden kimse ölümü temenni etmesin. Muhsin (iyi amel
üzere) ise hayır cihetiyle artacağı umulur. Kötü amel işliyorsa kötülükten
dönüp Allâh’ın rızasını arayacağı ümîd edilir.” Mamafih, iyilerin de bozulma ihtimali olsa da[28]
SAVAŞ
(=DÜŞMANLA HARB) TEMENNİ ETMEME VE SAVAŞTA YAPILACAK DUÂ
وعن أبى النضر عن عبداللّٰه بن أبى أوفى رَضِىَ اللّٰهُ
عَنْهُمَا قَالَ: إِنَّ رَسُولَ اللّٰه (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) فِى
بَعْضِ أَيَّامِهِ الَّتِى لَقِىَ فِيهَا الْعَدُوَّ انْتظَرَ حَتَّى مَالَتِ
الشَّمْسُ فَقَامَ فِيهِمْ فَقَالَ:
يَآ
أيُّهَا النَّاسُ لاَ تَتَمَنَّوْا لِقَآءَ الْعَدُوِّ وَاسْأَلُوا اللّٰهَ الْعَافِيَةَ،
وَإِذَا لَقِيتُمُوهُمْ فَاصْبِرُوا. وَاعْلَمُوۤاۤ أَنَّ الْجَنَّةَ تَحْتَ
ظِلاَلِ السُّيُوفِ. ثُمَّ قَالَ: أَللّٰهُمَّ
مُنْزِلَ الْكِتَابِ وَمُجْرِىَ السِّحَابِ وَهَازِمَ الْاَحْزَابِ
اهْزِمْهُمْ وَانْصُرْنَا عَلَيْهِمْ. أخرجه الشيخان وأبو داود .
Ebu’n-Nadr
merhum Abdullah İbn-u Ebî Evfâ (r.a.)’dan naklen anlatıyor: “Rasûlüllâh
(‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) düşmanla karşılaştığı günlerden birinde, güneşin
meyletmesini bekledi. Sonra kalkıp yanındakilere şöyle dedi:
---
“Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, Allâh’dan afiyet
dileyin. Ancâk karşılaşacak olursanız sabredin, bilin ki cennet kılıçların
gölgesindedir.”
En
sonda Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) sözlerini şöyle tamamladı:
--- “Ey Kitâb’ı indiren, bulutları yürüten, (Hendek
Savaşı’nda düşman müttefikler olan) Ahzâb’ı hezimete uğratan Rabbimiz, bunları
da hezimete uğrat ve onlar karşısında bize yardım et!”[29]
عن أنس رَضِىَ اللّٰهُ
عَنْهُ قَالَ: كاَنَ رَسُولُ اللّٰه (صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم) إِذَا
غَزَا قَالَ: أَللّٰهُمَّ أَنْتَ عَضُدِى
وَنَصِىرِى. بِكَ أَحُولُ وَبِكَ أَصُولُ وَبِكَ أَقَاتِلُ. أخرجه أبو داود
والترمذى .
Hz.
Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)
gazve yaptığı zaman:
--- “Ey Rabbim sen benim destekçim ve yardımcımsın.
Senin sayende çâre düşünür, senin sayende saldırır, senin sayende mukâtele
ederim” derdi.[30]
[1] A’râf Sûresi, 7/205.
[2] İhyâu ‘Ulûmi’d-dîn 1/877-887.
[3] Rûhu’l-Furkân
2/310.
[4] Rûhu’l-Furkân, 2/314.
[5] Buhârî, Deavât,
12/342.
[6] Rûhu’l-Furkân, 2/316, (Tirmizi: 3370.)
[8] Kütüb-i Sitte, 6/510, 3/278.
[9] Buhârî, Daavât, 12/342.
[10] Kütüb-i Sitte, 6/544-545, İhyâ, 1/877.
[12] Bakara Sûresi, 2/186.
[13] Said Ramazan el-Bûtî’nin Akâid
konferansından yararlanılarak hazırlanmıştır.
[14] Tirmizî, Nikâh 16, (1106); Ebû Dâvûd, Edeb 22 (4841).;
(Kütüb-i Sitte 15/524)
[15]
Tirmizî, Da’avât, 1.
[16] Furkân Sûresi, 25/77’den.
[17] En’âm Sûresi, 6/52’den. Kureyş’in
ileri gelenleri Hz. Peygamber’e, “Fakir müslümanları yanından kovarsan
seninle gelir otururuz” demişlerdi. Hz. Peygamber de --- “Ben
mü’minleri kovamam” buyurmuştu. Onlar, “Bâri biz senin yanına
geldiğimizde onlar kalkıp gitsinler, biz çıkınca girsinler. Çünkü biz bunlarla
oturmayı gururumuza yediremiyoruz,” demişlerdi. Rasûlüllâh da bu kişilerin
bu sâyede müslüman olabileceklerini düşünerek teklifi kabûl etmek üzere iken bu
Âyet-i Kerîme inmiştir.
[19] İ’tikat Risâlesi, A. Mahmut ÜNLÜ, S: 91, Dila
Yay. İst./2007. (Miftâh-u Kenzi’l-Esrâr Fi’t-Tarîkati’n-Nakşibendiyye, Sh: 94.
(İbn-i Sünnî, Amelül yevmi ve’l-leyle, Sh: 232, No:658)
[20] En’âm
Sûresi, 6/124
[21] أخرجه الخمسة إ النسائى، ولم يذكر أبو داود: [وَإنْ أصْبَحْتَ
الخ].وفي أخرى للترمذى: [كَانَ ﷺ إذَا أرَادَ أنْ يَنَامَ تَوَسَّدَ يَمِينَهُ
وَقالَ: اللَّهُمَّ قِنِى عَذَابَكَ يَوْمَ تَجْمَعُ، أوْ تَبْعَثُ
عِبَادَكَ].(الرَّغْبَةُ): طلب الشئ وإرادته، (والرَّهْبَةُ): الفزع .
[22] [Buhârî, De’avât 7,9; Tevhid 34; Müslim, Zikr 56,
(2710); Tirmizî, De’avât 76, (3391); Ebû Dâvud, Edeb 107, (5046, 5047, 5048).];
Kütüb-i Sitte, İ.CANAN, 7/53.
Tirmizî'nin bir rivayetinde şöyle denmiştir:
“Rasûlüllâh (‘aleyhi’s-salât-ü ve’s-selâm), uyumak isteyince sağ yanı üzerine
dayanır ve şöyle dua ederdi: “Allâhım!
Kullarını topladığın -veya yeniden dirilttiğin- gün, beni azâbından
koru”.
[23] Kütüb-i
Sitte 4/397 (Hüccetullahu’l-Baliğa’dan)
[24] Kütüb-i
Sitte 5/5 (Buhârî, Merdâ 19, De’avât 30; Müslim, Zikr 10, (2680); Tirmizî,
Cenâiz 3, (971); Ebu Davud, Cenâiz 13, (3108, 3109); Nesâî, Cenâiz 1, (4, 3)
[25] Neml
Sûresi 27/19
[26] Yusuf
Sûresi 12/101
[27] Kütüb-i
Sitte 5/6,7
N Bu duâların ölüm geldiği ana mahsus olduğu
belirtilir, yani bu duâlarda ölümün âcilen gelmesi istenmiyor, “Öleceğimiz
vakit hayırlı bir sonla hayatımız kapansın,
öbür dünyada salihlerle birlikte olalım” temennisinde, duâsında
bulunuluyor” denmiştir. Ayrıca, “Duâlarda ölüme yer verilmesi, ölmeyi
istemek değil, ölüm hâdisesini zihinde canlı tutmak, unutmamak içindir” şeklinde
açıklama da yapılmıştır.
[28] Kütüb-i
Sitte 5/5-7
[29] Kütüb-i
Sitte 5771 Buharî, Cihâd 156, 22, 32, 112, Temennî 8; Müslim, Cihâd 20, (1742),
Ebu Dâvud, Cihâd 98, (2631)
[30] Kütüb-i
Sitte 5/77 (Tirmizî, Da’avât 132, (3578); Ebu Dâvud, Cihâd 99, (2632)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder